Denize teknolojiyle mi açılsak, teknolojisiz mi açılsak?
Bu, meşhur sarımsaklı tekerlemeden çok daha fazla duyduğumuz bir sorudur, tartışmadır. Konunun aslı şudur: Yelken, insanın doğanın en önemli güçlerinden rüzgárı etkin biçimde kullanmasına dayalı bir spor/etkinlik/ yaşam biçimi olduğu için, teknolojik nimetler işin özünü bozup, yiğitliğe halel getirir mi? Doğayla insanın dürüst ve birbirine saygılı alışverişine zarar verir mi?
Benim cevabım belli; yazıyı sonuna kadar okursanız anlarsınız.
*
Şu sıralar marinaların çekek yerleri dolu; tekneler sıra bekliyor duyduğum kadarıyla. Her tekne sahibi gözbebeğinin su altında kalan bölgelerini gözden geçirirken, bir önceki yıl göze çarpan eksiklikleri de giderme planları yapıyor. Ve bu eksiklikler, genellikle teknenin daha kolay kullanımını sağlayacak yenilikler oluyor. Tartışmaların kaynağı da bu.
Örneğin teknelerde ana yelken genellikle direk başından basılır. Hava sertleşirse ana yelkene camadan vurmak (küçültmek) için de yine direk başına gitmek gerekir. Yelkenin özünün biraz külfet olduğunu düşünenler, bu sistemi savunur. Bunu, fırtınada direk başında camadan vurmanın ne kadar zor ve potansiyel olarak ne kadar tehlikeli olduğunu bilmelerine rağmen savunurlar üstelik. Bunun alternatifi, teknenin havuzluğundan denetim sağlayacak bir sistem oluşturmak. Çok masraflı da değil bu ama yararı çok fazla.
Geçen yıl Halki’yi elden geçirirken bu değişikliği yapmam engellendi bir bilen tarafından; "Ne gerek var canım!" dendi; ben de dinledim. Ama kararım yanlıştı.
Ahşap teknesi olanların en önemli sorunu ahşabı sudan yalıtmaktır. Yeni ürünler bunu çok kolaylaştırıyor. Eski ahşap tekneler bile yeni ürünlerle elden geçirildiğinden can kazanıyor, güçleniyor. Burada da tartışmanın temelinde suyun aşamayacağı bir duvar oluşturan epoksi adlı kimyasal madde var. Eski ahşap tekne sahipleri, teknelerinin epoksi ile işleme tabi tutulmasının ahşabın nemini içerde tutacağını ve çürüteceğini söyleyerek genellikle epoksi kullanımına karşı çıkıyorlar. Doğru, ama eksik bilgi. Birkaç ay kurutulan bir teknenin nem oranı uygulama yapılabilir düzeye indirildiğinde, dışardan epoksi ve hatta elyaf ile kaplanabilir. İçerde epoksi kullanılmazsa, kalan nem içeriden atılır. Denizle teması kesilen ahşap karina ömür kazanır.
Bir diğer tartışma konusu ise yelken basmakta kullanılan vinçler. Elektrikli vinçler hálá yaygın değil ama öylesine kullanışlı ki... Hálá pahalı oldukları doğru ama sağladıkları avantajlar saymakla bitmez. Sorunsuz hale getirildiler. Bozulurlarsa normal vinç gibi elle de kullanılıyorlar. Ama yelkenin güç sporu olduğuna inananlara sorarsanız, teknede elektrikli vince ne gerek var? Oysa enerji tasarrufu, tekneyle denize açılan bir çift açısından en önemli konu. Enerji tasarruf edilince denizin keyfi daha iyi, daha sorunsuz çıkar.
*
Yani Orsa, teknelere teknolojinin girmesinden yanadır. Denizle teknoloji el sıkışabilir. Bu önerme doğru olmasaydı, bir teknolojik yenilik olan yelken keşfedilmez, biz de hálá ağaç kütükleri üzerinde dolaşır dururduk.
Hayata ve denize
yenilmeyen üç kahraman
Biri, Hollanda’da Nuh’un Gemisi’ni yeniden yapıyor. Diğeri, geçen hafta tek başına Afrika’nın en güneyindeki Ümit Burnu’nu fırtınalar arasında aştı, rekor denemesini sürdürüyor. Üçüncüsü, geçen yıl çok ciddi bir kaza atlatmasına, ölümden dönmesine, omurları zedelenmesine rağmen, planından vazgeçmedi ve rekor denemesine hazırlanıyor. Bu, birbirinden çok farklı üç kişi, denizi, inançlarını ve kendilerini kanıtlamada bir araç olarak görüyorlar.
İngiliz kadın yelkenci Denise Caffari iddialı rekor denemesinde kritik bir eşiği geçen hafta içinde aştı. 23 metrelik teknesi Aviva ile tek başına ve rüzgara karşı seyrederek dünya turu yapan ve rekor hedefleyen 33 yaşındaki Caffari, Ümit Burnu’nu aştıktan sonra 2 Nisan’da gönderdiği mesajda şöyle yazıyordu:
"Güney Okyanusu geride kaldı. Dünyanın en büyük ve en ıssız denizinde hayatta kalıp, orayı fethettiğim için gülümseyebiliriz. Ama bir yandan da Güney Okyanusu’na elveda dediğim için üzüntülüyüm. Çünkü koskoca okyanus büyük ölçüde bana aitti."
Geçen yıl tamamlanan Global Challenge yelken yarışında 18 kişilik amatör bir ekibin kaptanlığını başarıyla yapan Caffari, o tekneyi şimdi tek başına kullanıyor. Dünyanın en seçkin sporcuları arasına girmesini sağlayacak bu rekor denemesinin başarıyla sonuçlanması için büyük bir mücadele veren Caffari, o önemli yarışın deneyimlerinden de yararlanıyor. Hızını düşürmemek için Afrika kıtasının Batı kıyılarından 40 mil açıkta seyreden Caffari, 5 Nisan’daki mesajında, "Akıntı bana yarıyor. Benguela akıntısı tekne hızına saatte 1 deniz mili ekliyor. Bu noktada her şey işime yarıyor."
Güney Okyanusu’nun gri, karanlık ve kasvetli ortamından Afrika kıyılarının ılık ve çekici havasına geçişin yarattığı iyimserlik, Caffari’nin ilk mesajlarına da yansımış: "Tabak gibi bir deniz. Açık gökyüzü ve tam karşıdan esen rüzgar beni ve Aviva’yı doğru yönde götürüyor. Tekneyi havalandırabilmek artık mümkün. Geceleri de çok keyifli. Yıldızlardan bir şemsiye altında gidiyorum."
Güçlü iletişim olanakları Caffari’nin olumlu ve olumsuz duygularını kendisini internet ortamında izleyenlerle paylaşmasına olanak tanıyor. Böylece, yalnızlığı giderilmese de, yapayalnız olmadığını hissediyor.
ÖLÜM TEHLİKESİ
BİLE YILDIRMADI
Fransız yelkenci Yves Parlier, Fransa’da herkesin bildiği bir isim. Yelken gibi bir spora bilimsel yaklaşımı ve yeni teknolojik denemeleri nedeniyle "uzaylı" diye de adlandırılan Parlier, 19 metrelik katamaranı Mediatis Region Aquitane ile tek başına hız rekoruna yeniden kalkışmaya hazırlanıyor.
Geçen yıl aynı deneme sırasında Kanarya Adaları açığında takla atıp paramparça olan tekne, Parlier’nin de ölümüne sebep olacaktı az daha. Ancak Parlier, teknesine adını veren Aquitane bölgesindeki yatırım fonlarından sağladığı 4,5 milyon euro ile teknesini tamir etti, sorun yaratan tasarım denemelerini gözden geçirdi ve yeniden denize indirdi. Şimdi teknenin yeni halini test eden Parlier, 24 saatte yelkenle en çok yol alan kişi olmak için rekor kırmayı umuyor.
NUH’UN GEMİSİ
ÜÇÜNCÜ BİNYILDA
Hollandalı Johan Huibers aslında sıradan bir adam. Amsterdam’ın 45 kilometre kuzeyindeki Schagen’de eşi ile yaşayan 47 yaşındaki Huibers, ülkesinde Hıristiyanlığın gerilemesi ile mücadele etmek için Nuh’un Gemisi’nin beşte biri ölçeğinde olduğunu söylediği bir gemi yapıyor. Amerikan sediri ve Norveç çamı kullanan Huibers, teknesini bir dini anıt ve hayvanat bahçesi olarak tasarladığını ve eylül ayından itibaren Hollanda’daki göllere açılacağını, kasaba kasaba, şehir şehir gezerek teknesine ziyaretçi kabul edeceğini söylüyor.
Nuh’un Gemisi, özellikle Amerika’da örgütlü Hıristiyanlığın sürekli gündemde tuttuğu bir efsane. Köktendinci Hıristiyan örgütlerinin Ağrı Dağı’nda olduğunu söyledikleri Nuh’un Gemisi kalıntılarını bulmak için düzenli olarak gelir sağlayıcı kampanyalar düzenleniyor ve efsane diri tutuluyor.
Huibers, kendi Nuh’un Gemisi’ni yaparken yeryüzündeki tüm canlılardan birer çifti tekneye alamayacağı için at, koyun, tavuk ve tavşan yavrularını taşıyacağını, böylelikle teknesini çocuklar için bir çekim merkezi haline getireceğini belirtirken, "Çocukları düşünüyorum. Teknedeki ahşap gıcırtılarını duyacaklar, gübre kokusu ile belki de hayatlarında ilk kez karşılaşacaklar. Hayatla tanışacaklar. Bu deneyimin en önemli yönü de Nuh’un Gemisi’nin gerçekten de var olabileceğini görmeleri olacak" diyor.
Projenin toplam maliyeti 1 milyon euro’yu bulacak. Tekneyi yapmak için bankalara borçlanan Huibers, Nuh’un Gemisi’ni ziyaret edenlerden giriş ücreti alacağını, fiyata tekne gezisi dışında bir içki ve bir dini broşürün de dahil olacağını belirtiyor ve ekliyor: "Finansal olarak zarar etmemek için en az 100 bin kişinin gelmesi gerek."