29 Ocak 2007
HRANT Dink’in öldürülmesinden sonra, cinayeti işleyen kadar cinayetin işlenmesine yol açan ortam da her fırsatta tartışıldı.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2007
Geçen hafta İngiltere kıyılarına vuran yüzlerce dev yük kutusu Devon halkı tarafından yağmalandı. Fıçı fıçı şaraplar, yepyeni ve çok pahalı BMW motosikletler ve Nike spor ayakkabılar, Devon’un güzel kıyılarına akın eden yüzlerce kişinin evlerinde şimdi. Polis, bu malları alanların kayıt ettirmemeleri halinde hırsız durumuna düşeceklerini bildirse de, kimsenin taktığı yok.
İngiltere’nin Batı kıyılarında ve özellikle Devon’da yaşayanlar, yüzyıllar boyunca, fırtınaya yakalanan gemileri kayalıklara çekecek şekilde ateşler yakardı. Karaya vuran gemi yağmalanır, mürettebat can derdine düşüp kaçardı.
Kimse İngilizler’e hakaret ettiğimi sanmasın; bu işin müzesi de var Devon’da. Gezdim, biliyorum. Yani, geçen haftanın kıyı yağmasını büyük keyifle yapanların genlerinde var bu iş. O nedenle polisin Devon’da, batan geminin mallarına el koyanları kovalama, kovuşturma çabaları gerçekten nafile.
FİLM GİBİ
İngiltere Kraliyet Ressamları Derneği’nin kasım ayındaki son sergisinde izlenen resimlerden Caledonia, fırtınada kıyıya vurmuş bir yelkenli yük gemisinin son anlarını yansıtıyor. O tablo, bir filmin tek bir karesi olsa, ileride hava karardığında ellerinde meşalelerle çıkıp tüm yükü yağmalayacak Devon halkını izleyebilirdik.
Deniz yağmacılığının müzesini, tarihlerini dürüstçe yansıtmak adına kuran İngilizler, deniz sanatlarının da sergisini açıyor. Denizle ilgili olmak demek de bu zaten.
WEB SİTESİ VAR
İngiltere’de Kraliyet Deniz Ressamları Derneği denizle ilgili her konuyu; yelkenlileri, gemileri, plajları, denize girenleri resmedenler tarafından 1939 yılında kuruldu. 1946’dan beri Kraliyet Ailesi’nin himayesinde olan dernek, İngiltere Deniz Müzesi’nin sivil ve askeri denizciliği gelecek kuşaklara taşıyan çalışmalarına büyük destek veriyor.
Kasım ayındaki sergide izlenen yağlıboya tablolar arasında Belçika’da karides avlayanlar, Malta’da yükünü boşaltan bir dev tanker, Türkiye kıyılarında kıyıya bağlı iki küçük balıkçı teknesi de var.
Web adresi www.rsma-web.co.uk. Denizin mevsimlere, günün saatlerine, kişilere göre değişen yorumlarını izlemek için bakın.
Eş durumundan denize kavuşamayanlara önerilerimdir
Teknenizle önce tanışırsınız, sonra sözlenir, belki nişanlanır, ardından da evlenirsiniz. Ya da, geleneksel yollar bana uzak dursun diyenlerdenseniz, birdenbire tutulup gidersiniz; buna yıldırım aşkı denir bilirsiniz. Yıldırım nikáh ile evlenirsiniz tekneyle ve tüm evlilikler gibi bu da bazen iyi, bazen kötü gider.
Ayrılırsınız veya boşanırsınız ve genellikle bunun nedeni asıl eşinizdir. O, bu üçlü ilişkinin parçası olmayı reddederse, ya tekneden ya da ondan boşanmak zorunda kalırsınız. Bazen de soğuk barış ortamında, káh orada, káh burada durursunuz ki, en yorucusu budur. Bu durum sıradan ilişkilerde, iki arada bir derede kalma hali kadar can yakar, yorar ve sıkar. Üçlü bir ilişki gerçekten çok fazla gelir, gelebilir.
Teknesiyle yıldırım nikáh kıyan biri olarak şimdi size başarılı bir evliliğin sırlarını vermek istiyorum. En azından bu konuda öğüt verebileceğime olan inancım tam.
*
Öncelikle tekne sahibi olma kararını, teknenin boyu ne olursa olsun, insan olan eşiniz versin; bunu sağlayın. Teknenin ortak hayatınızı nasıl zenginleştireceği üzerinde uzun uzun durun. Bu hayatın tekne olmazsa nasıl tek renkli kalacağını, denizin insana neler kattığını, katacağını, maceranın, küçük de olsa bir tekne ile (unutmayın teknelerin işlevi önemlidir) nasıl hayatınıza gireceğini çok da öğretir gibi yapmadan anlatın. Bu süreç önemli. Bunu kesinlikle aceleye getirmeyin.
Sonra marinalara uğrayın, deniz kenarında dolaşın birlikte. Özellikle havanın güzel olduğu dönemleri seçin ki, tekneciliğin sefa kadar cefa işi olduğunu görmesin. Sakın ola ki, tekne ve deniz ateşi eşinizin gönlüne tam olarak düşmeden onu bir tekneye bindirmeyin. Tekneyi küçük bulacağından ve bu durumun, kocaman olabilecek deniz meyvesini dalında kurutup çitlembik kadar bırakacağını hiç aklınızdan çıkartmayın. Burada duygusal yığınak yapmaktan söz ediyorum anlayacağınız. Henüz soyut bir deniz kavramını hayata sokmaya çalışıyoruz.
Yavaş yavaş tekne türleri konusuna girin. Yelkenli, dıştan takma motorlu tekne, balıkçı teknesi, motorlu yat falan gibi kategorileri değerlendirirken, gönlünüzdeki asıl aslana, yelkenliye yöneltin onu ama yelkenliye daha bindirmeyin. İçini dar, kullanımını külfetli, güvertesini küçük bulacaktır. "Nerede güneşleneceğim" sorusuna verecek yanıt, ne şimdi ne de ilerde onu tatmin edebilir çünkü.
Duygusal yığınağın ardından esas saldırıya geçip, tekne konusunda onun karar almasını sağlama vakti yaklaşıyor... Yaklaşıyor da, işi bu kadar uzatırsanız karar alabilmeniz ya da aldırabilmeniz kesinlikle mümkün olmuyor, olamıyor; Mazhar Fuat Özkan’ın dediği gibi aynen.
*
Kimi dostlarım bütün yaşamlarını yukarıdaki süreci tamamlamaya çalışarak geçiriyor. Maddi anlamda herhangi bir sıkıntıları olmamasına rağmen, eş durumundan ötürü denize kavuşamıyorlar.
Benim naçizane verebileceğim öğüt şu: teknenizle yıldırım nikáh kıyın. Halki’yi Bodrum’da gördükten sonra bir telefon ile ilk onayı sağladım, ardından fotoğraflarla desteği arttırdım ve sonunda, ortak bir karar ile nikáh kıyıldı, Halki alındı. Çok da iyi oldu.
Ama ya ortak karar çıkmıyorsa... Basacaksın nikáhı kardeşim!
Alışırlar, alışıyorlar..
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2007
GAZETELERDE yayımlanan bir haberden olumsuz etkilenenler, o haberde kullanılan dilin, vurgulanan iddiaların ve olayın öyküsünün gerçekten farklı olması durumunda, bir düzeltme yayımlansa bile mağduriyetlerinin süreceğini bilirler.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2007
Sayısal makinelerin yaygınlaşması ile, karmakarışık fotoğraf yığınları bilgisayarların sabit disklerini doldurmaya başladı. Birbiri ardından çıkan yazılımlar bilgisayarlardaki fotoğraf curcunasına belli bir düzen getirmeyi, eğer biraz çaba gösterilirse, mümkün kılıyor. Ben de, çaba gösterme kararlılığı içine girdim geçen hafta. Sonunda...
Bunun birkaç nedeni vardı. 1: Aileye yeni katılan bebeğin çok sayıda fotoğrafının çekilmesi, 2: Aileye yeni katılan bir bilgisayarın (iMac) çaba gösterme işini keyifli hale getirmesi ve 3: Fotoğraf yığını içinde Halki’li ve denizli fotoğrafların sayısının çok olması.
İtiraf ediyorum; iMac’in ekran koruyucusu arşiv diyemeyeceğim bu karmakarışıklığı rastgele büyük ekranda sergilerken, arka planda çok uzun yıllar önce aldığım, New Age müziğin gurusu George Winston’un bendeki tek CD’si çalıyordu. O sentetik duygusal ortamın, yaklaşık altıbin fotoğraftan oluşan görsel curcunaya bir çekidüzen verme konusunda bana sahte olduğunu kısa sürede anladığım bir enerji yüklemesi yaptığını da itiraf etmeliyim. Hata George Winston’u dinlemekti zaten.
*
Benim sayısal fotoğraf makineleriyle sınavımın da bir arşivi olan bu fotoğraf yığınında çocuklar, aile bireyleri, çok az kendim, ev, dağlar falan ama varsa yoksa denizler ve Halki var. Kilyos, Demirciköy, Bodrum, Gökova, Göcek, Rio... Dalgalar, yığın yığın bulutlar, uzun kumsallar. Ekran koruyucunun sanki bağımsız bir aklı varmış gibi fotoğrafın belli yerlerine odaklanması, sonra kocaman bir tuval üzerindeymişçesine fotoğrafın üzerinde dolaşması, ardından belli belirsiz bir hareketle sonraki fotoğrafa geçmesi; kendimi nispeten usta bir fotoğrafçı gibi sanmama sebep oldu. Bence tabii...
Sonra düşündüm ki bu değerlendirmeyi mümkün kılan, aslında denizler ve denizlerin fotoğrafa çok uygun olması.
Kilyos ile Demirciköy arasındaki Dalya Plajı’nda bulutlu bir günde geçen yaz çektiğim fotoğraflar denizin belirsizliklerini, oynaklığını, bulutlar ile birleştiğinde yaratabileceği riskleri ve tehlikeleri çok iyi anlatıyor. Ya da Rio’da Copacabana’daki fotoğraflar denizin bir şehre nasıl hakim olabileceğini gösteriyor. Rio’nun gürültüsünden bağımsız, kendi müziğini yazan okyanusun fotoğrafları.
*
Halki’ye hayatımıza girdiği andan beri sağladığı olanaklar için teşekkürü borç bilirim. Curcunayı ite kaka da olsa kötü bir fotoğraf arşivi haline getirirken gördüm ki, Halki olmasaymış hayatımız bayağı boş kalacakmış.
Anlık bir kararın sonucunda alınan Halki, bize bildiğimizi sandığımız birçok şeyi yeniden tanımlayıp göstermiş. Yıllar yılı denizle şu ya da bu şekilde haşır neşir olan bizler, denizle ilişkimizi Halki’nin varlığı ile geliştirip canlandırmışız. Hayatımızın o an en bilinçsiz görünen kararı, en akıllı adımı olmuş meğer.
O nedenle, denize bugün mü çıksam, yarın mı diye, arpacı kumruları gibi düşünenlere diyeceğim şudur: Siz denize dün çıkmış olmalıydınız.
Gidemediğim Londra Fuarı’nda neler oldu
Londra Tekne Fuarı’na en son önceki yıl gittim. Orsa yazıları henüz hayata geçmemişti ama her yıl gittiğim fuara büyük bir özlemle koşmuştum. Yeni yeri Excel’deydi. Londra’nın doğusunda, hükümetin geliştirmeye çalıştığı bir bölgede modern bir fuar alanı olmasına rağmen hayal kırıklığı yaratmıştı. Bu hayal kırıklığı yaygın olmalı ki, bu yılın fuarında büyük yenilikler olacağı vaat ediliyordu. Geçen hafta sonu biten bu fuara gidecektim; uçak biletimi aldım, oteli ayarladım ama son anda gidemedim. O yüzden, kişisel izlenim yerine, çok sayıdaki yayın organından edindiğim izlenimleri paylaşacağım.
Londra Tekne Fuarı’nda bu yıl çok sayıda yeni tekne ilk defa tanıtıldı.
Deyim yerindeyse, fuarın amiral gemisi, İngiliz şirketi Oyster’ın yeni teknesi 655 idi. 20 metreyi aşan boyuyla bir dev olan Oyster 655, ikimilyon 105 bin sterlin başlangıç fiyatı ile ancak önceden randevu alanları ağırlayabiliyordu sanırım.
Fuarda sergilenen en küçük teknelerden biri ise Polonya’nın yıldızı parlamaya başlayan seri tekne üreticilerinden Huzar’ın dokuz metrelik Huzar 30’uydu. Fiyatı 28 bin sterlin olan bu teknenin, kendisinden büyük teknelerin özelliklerine sahip olmasıyla dikkat çektiği belirtiliyor. Amerika’da yaygınlaşan hem yelken hem de motor ile aynı yüksek hızlara ulaşan teknelerin önemli örneklerinden biri olan Island Packet SP Cruiser da fuarın ilgi çeken yatlarındandı. Motoryatlara kaçan yelkencileri tutmaya yönelik bu girişim, en azından fotoğraflarında, bana zorlama bir çaba olarak göründü. Ne deve, ne kuş; yani ne yelkenli, ne motoryat görünümlü bu teknenin başlangıç fiyatı 207 bin sterlin.
AVRUPA MARİNALARI DOLDU SIRA DOĞU AKDENİZ’DE
Tüm elektronik seyir aygıtı üreticileri de yeni ürünleri ile arz-ı endam etti fuara. Google Earth ile bütünleşik oldukları izlenimi veren yeni haritaların ekran görüntüleri olağanüstü. Karşımıza yeni logosu ile çıkan Garmin, kullanımı kolay harita aygıtları ile dikkat çekiyor. Garmin’in Bluechart haritaları yaklaşılan bir limanı, uzaydan çekilmiş fotoğrafları ile dümencinin önüne getirebiliyor. Deniz feneri yerine trafik ışığına yönelebilecekler için kuşkusuz iyi bir gelişme.
Londra Tekne Fuarı ile ilgili değerlendirmelerde, tekne üretiminde sağlanan ölçekler nedeniyle sağlanan fiyat düşüşlerinin, ortalama tekne boylarını büyüttüğü ve yelken kullanımını kolaylaştıran yeniliklerin önümüzdeki yıllarda çok yaygınlaşacağı belirtildi.
Bir de, Avrupa’nın dolan marina kapasitesi nedeniyle Doğu Akdeniz’in öneminin artacağı vurgulandı. Bu da Türkiye için, eğer değerlendirebilirse, iyi bir haber kuşkusuz.
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2007
Son yıllarda Türkiye’de denize ilginin artmasının önemli bir işareti, denizle ilgili yayınların ve bu yayınları hazırlayan kitapevlerinin sayısının artması. Gün geçmiyor ki denizcilikle ilgili kaliteli bir kitap piyasaya çıkmasın. Geçen yıl ilki satışa sunulan Denizcinin Günlüğü, bu yıl da kitapçılarda yerini aldı. İlk bakışta bir ajanda gibi görünen Denizcinin Günlüğü, araştırılsa ulaşılması epey zaman alacak önemli denizcilik bilgileri de içeriyor.
Türkiye’deki yelken kulüpleri ile diğer amatör oluşumların çatı örgütü olan Amatör Denizcilik Federasyonu tarafından yayımlanan Denizcinin Günlüğü 2007, Sezar Atmaca tarafından hazırlanmış. Denizcilik ile ilgili birçok kitaba yazar ya da editör olarak imza atan, asli işi de kitap editörlüğü olan Atmaca’nın elinden çıkan bu günlük, gerçekten de denizle ilgisi olan olmayan herkesin büyük bir keyifle masasında bulundurması, çantasında taşıması gereken bir "araç".
Hafta hafta bölümlenen günlükte, denizcilikle ilgili 52 sayfa da bilgi var.
Örneğin bu haftanın başında, "Tekne Reisi Olarak Amatör Denizci", "Kaptan ve Reis" ve "Acemi Kaptan" başlıklı üç bölüm var. Üç bölüm de, denizle ilgili kitaplar yazan ya da denize emek verenlerin eserlerinden aktarılmış. Günlükteki tüm bilgi sayfaları böyle.
Örneğin, Acemi Kaptan, Mehmet Akif imzalı bir şiir:
Bocalarken, bakar üstündeki kaptan acemi,
Sarılır bir kayanın boynuna biçare gemi.
Bu nedir beybaba bittik mi ne olduk? derler;
Kimi evrad okur üfler, kimi yardım bekler.
Yok canım, der hacı kaptan biriken yolculara,
Su tükenmiş haberim yok, buyurun işte kara!
Bunlar, bana tanıdık gelebilecek dizeler...
Günlükten birkaç başlık daha:
"Denizcilik Kültürü", "Denizin Huyu Suyu: Marmara’da Seyir", "Pervaneci Artaki Usta", "Tekne Adları", "Tekneyi Dişi Olarak Adlandırmak".
Anlayacağınız Denizcinin Günlüğü, her tekneye, belki de aslında her eve lázım. Tüm iyi kitapçılarda satılıyor.
Halki insan gibi... ihtiyaçları hiç bitmiyor
Bu aylar genellikle zordur. Geçen mevsimin ardından teknede yapılacakları düşünürsünüz. Masraf kapıları birer birer açılır önünüzde; kış miskinliği hayatınıza girer. Tekneniz yakınlardaysa; onu yetimmiş gibi bırakmak, arada bir de olsa gitmemek, gidememek insanın içini sürekli tırmalar.
Gerçi pek kış gibi değil şimdi mevsim. Soğuyor, yağmıyor; yağıyor, ılık oluyor. Hálá kar yok ama Kilyos’ta her sabah donmuş bembeyaz çimenlere uyanıyoruz. Havaların iyi gitmesi nedeniyle İstanbul’da birçok tekne sahibi hálá hafta sonlarını teknelerinde geçiriyor. Gezgin Korsan adı altında internet üzerinden örgütlenen gezi yelkencileri her hafta sonu birlikte denize çıkıyor, planlar yapıyor, denizi birbiriyle paylaşıyor. İstanbul denizi nihayet yaşıyor...
Ben ise bunları yalnızca izlemekle yetiniyorum. Ama bir maruzatım var: Aralık ayının sonunda aileye yeni bir bebek katıldı. Gerçek bir bebek; Piraye Zeynep. Doğumu öncesinde ve sonrasında, haliyle Piraye’ye kilitlendik. Şimdilik gözleri koyu, yağlı bir lacivert; derin Ege suları gibi. Acaba annesinin yazın birkaç hafta boyunca Ege’nin, Piraye’nin de o sırada annesinin karnında olmasının etkisiyle mi?
*
Halki, Fenerbahçe’deki Setur Marina’da bağlı. Onun ve komşu teknelerin armaları, kışın keyifsiz rüzgárlarında ıslıkla bilmediğimiz şarkılar söylüyor sürekli. Bunlar biraz hüzünlü, biraz yalnız parçalar. Ama havaların yumuşaklığı hafta sonlarında marinayı şenlendirdiğinden Halki yalnızlığını pek hissetmiyor. Sanırım...
Mayıs sonunda Ege’ye inip, Ekim başında İstanbul’a döndü Halki. Gökova, Göcek dolaşıp durdu. Bizi bir düğüne taşıdı. Düğün sonrası yakamozlu Göcek sularında dolaştırdı. Havuzluğunda Orsa yazıları yazdım. Artık biraz büyüyen kızım Ütay, iskele kıç altındaki minik kamarasında uyudu kaç gece. Sadık bir ördek gibi Halki’nin etrafında yüzerken, Gökova’nın bir koyunda kolluklarından kurtuldu.
Şimdi, aileye katılan küçük yeni üyenin yaşam macerasında da Halki olacak. Üç yıldır bizim olan Halki geçen yazı şen geçirdi; önümüzdeki yazlarda da şen olacak.
Herkes için en iyisi bu. Çünkü kullanılmayan tekne hüzünlü olur. Aynı insan hüznü gibi, teknelerin hüznü de sorun yaratır. Açılan masraf kapısının arkasındaki fatura, hüzünlü teknelerde büyüdükçe büyür.
*
Bu ilkbaharda Halki’nin ufak tefek işleri olacak. İstanbul’a dönerken yediği çok sert hava güvertedeki birkaç noktada su sızıntısı olduğunu gösterdi. Onlara bakmak gerek. Belki bir oto pilot ve büyük ihtimalle yeni yelkenler gerekecek. İçerinin cilası, zehirlinin gözden geçirilmesi, su ve yakıt tesisatının yenilenmesi derken liste uzuyor, herhalde daha da uzayacak. Fatura belli değil henüz.
Halki de bir insan gibi; ihtiyaçları bitmiyor. Zaten bitmesin de... Çünkü Piraye ve Ütay onunla büyüyecek; bizler onunla ya da biraz daha büyük bir başkasıyla yaşlanacağız.
Denizde, denizle yaşamak çok güzel.
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2006
Hürriyet, geçen yıl ilki yapılan en uzun Akdeniz yarışına 2007 için Proje Ortağı oldu. Proje ortaklığı, yarışın yayın sponsorluğunu da içeriyor. Önümüzdeki Mayıs-Haziran aylarında düzenlenen Cap Istanbul (Rota Istanbul) yarışı Marsilya-İstanbul arasında gerçekleşecek. Ara duraklar ise İtalya’da Sicilya’nın Trapani Kasabası ve İzmir olacak. Hedef, Türkiye’de rekabetçi bir spor olarak yelkeni öne çıkartmak, İstanbul’un Akdeniz uygarlığının en önemli deniz kentlerinden biri olma özelliğini yeniden güçlendirmek. Fransa’da en çok izlenen spor dallarından biri olan yelkenin, 2007 yılı resmi programına giren yarış, Avrupa Birliği sürecinde gerilen Türkiye-Fransa ilişkilerine de olumlu etki yapabilir.
Cap Istanbul, geçen yıl ilki yapılan uzun Akdeniz yarışının yeni adı oldu. "Rota İstanbul" ya da "İstanbul’a Doğru" olarak Türkçeleştirilebilecek bu yeni yarışa daha şimdiden 31 tekne kayıt yaptırdı. Paris’te, Aralık başında düzenlenen tekne fuarında yarış rotasının resmen açıklanmasından hemen sonra iki gün içinde alınan kayıtlar arasında geçen yılki yarışın galipleri Romain Attanasio ve Erwan Tabarly’nin yanı sıra, Samantha Davies, Marc Lepesqueux, Sebastian Jossé, Eric Drouglazet, Laurent Pellecuer, Kito de Pavant, Lionel Lemanchois ve Nicolas Berenger gibi Fransa’nın önde gelen yelkencileri ile tekne sponsoru olarak Suzuki, Siemens ve Bostik gibi önemli şirketler de var.
Yarışı özel yapım tek tip teknelerle düzenleme hakkını Classe Figaro Beneteau yetkililerinden alan Olay Denizcilik ve Hürriyet ile geçen hafta imzalanan Proje Ortaklığı anlaşması, Akdeniz’in bu en önemli açık deniz yarışının büyütülerek, İstanbul’u, ve bir deniz ülkesi olarak Türkiye’nin öne çıkartılmasını hedefliyor.
Olay Denizcilik şirketi sahibi Cumali Varer sevinçli: "Hürriyet’in bu projede yayın sponsorluğunun çok ötesine geçen ortaklığı deniz şehirlerinin en güzeli İstanbul’u, dünyanın her köşesindeki yelkencilerin gözünde daha da yüceltecek. Bunun ötesinde, Fransa’da var olan Türkiye karşıtı önyargıların kırılmasına da yardımcı olacak."
ROTA DEĞİŞTİRİLDİ
Gerçekten de, tek tip performans teknelerinin yarışlarını geliştirerek bir sınıf yaratan Figaro gazetesinde, "Figaristler Türkiye’ye oy verdi" başlığı ile geçen hafta yayımlanan bir haberde, bu yarışın Akdeniz’de yıllardır yapılan küçük ölçekli bir yarışın yerini aldığı belirtiliyor ve bunun da doğal olduğu, çünkü 2006 yarışının hem katılan sporcuları, hem de yarışın isim hakkının sahibi Classe Figaro Beneteau’yu çok memnun ettiği vurgulanıyor. Bu haberde görüşleri yansıtılan yelken yöneticileri ve sporcular, Akdeniz’in önemini bu etkinliğin fazlasıyla öne çıkarttığını belirtiyorlar.
Geçen yıl yarış rotasında özellikle Güney Ege’de çok sert bir hava olması, yarışçıları zor durumda bırakmış ve tekneler bir adaya sığınmak zorunda kalmışlardı ve yarış fiilen burada sona ermişti. Bu yıl yapılan rota değişikliği ile rüzgarın sürekli ters ve sert estiği bu bölgeden uzak durulacak. İzmir ise aday olacağı dünya fuarı Expo öncesinde, bu yarış ile bir anlamda, prezantasyon yapmış olacak.
YARIŞIN ETAPLARI
1.Etap: 490 deniz mili uzunluğunda. Marsilya’dan start alan tekneler Sicilya’nın Trapani limanına varacak. Trapani, son Amerika Kupası yarışlarına da ev sahipliği yapan küçük ve sevimli kasaba. Yarış Direktörü Jean Marie Vidal, "Bunun hızlı bir etap olmasını bekliyoruz. Bu mevsimde esecek kuvvetli kuzeybatı rüzgarlarının önünde tekneler, pupa düzeninde hızlı bir şekilde Korsika ve Sardunya’nın batı kıyılarından aşağı inecekler" dedi.
2.Etap: Trapani-İzmir arasında 773 mil uzunluğunda bir maraton etabı. Yarışçılar önce Sicilya’nın güneyi ile Peloponez Yarımadası’nın ucu arasında dümdüz bir hatta ilerledikten sonra Ege’nin her zaman değişen, zorlu denizini aşarak İzmir’e varacaklar. Bu etap meteorolojik sürprizlere en açık etap, ayrıca Ege Adaları arasındaki slalom da sıralamaları belirleyecek.
3.Etap: 120 mil uzunluğundaki bu etapta yarışmacılar İzmir’den Bozcaada’ya tırmanacak. Bozcaada’da toplanacak olan yatlar grup halinde Çanakkale Boğazı’nı geçip Gelibolu’da toplanacak.
4. Etap: Gelibolu’dan İstanbul’a 110 millik son etap, 13 Haziran civarlarında İstanbul Ataköy Marina önünde tamamlanacak. Ayrıca Sardunya, Peloponez’in güneyi ve Ege Denizi’nde harita üzerinde zorunlu rota seyir noktaları da konacak.
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2006
Neredeyse iki yıl oluyor. Halki’yi Bodrum’dan getirdikten sonra elden geçirirken Tuzla’da bir bayiden boya malzemesi alıyordum. Bir işadamıyla tanıştım. Birlikte çay içtik, teknelerden konuştuk. O da malzeme için pazarlık ediyordu.
Büyük bir hedefi vardı. Klasik Ege teknelerinin formunu bozmadan, modern bir sualtı profiline sahip, hızlı, okyanus aşan tekneleri ticari mantıkla üretmek. Maltese Falcon yatının tasarımcılarından Hollandalı Gerard Dijkstra’nın şirketi ile anlaşmış, hayalindeki teknenin çizimlerini tamamlatmıştı.
Dosyasındaki çizimlere baktım; guletleri andıran ama sualtı çizgileri ile çok iyi yelken performansı vereceği belli olan bir Akdeniz teknesiydi. Dünyanın saygı duyduğu bir uluslararası tekne tasarımcısının kaleminden çıkan çizgileri, Türkiye’nin en önemli göreli avantajı ile yani, sıkı denetlenmesi halinde çok kaliteli işçilik ve uygun maliyet ile evlendirmek, başarı getirebilirdi.
Sonra o işadamını da, teknesini de unuttum gitti.
*
İngiltere’nin en keyifli yelken dergilerinden biri olan Yachting World’un Aralık sayısının kapağında, Efes 56 adlı bir teknenin test sonuçlarının duyurulduğunu okuduğumda bir heyecan o sayfaları açtım; bir Türk teknesi olmalıydı. Tesadüfen karşılaştığım işadamının düşleri, iki yıl sonra, kuğu gibi bir klasik yelkenliye dönüşüp, dergiyi yıllardır okuduğum için yakından tanıdığım, çok bilen ve zor beğenen test editörlerini şaşırtmıştı.
İstanbul’da yapılan test seyrinin çok başarılı geçtiği anlaşılıyor. Tek sorun, Türkiye’de yapılan birçok işte olduğu gibi ayrıntılarda özensizlikten çıkmış. Dergide, "Bu yatın sorunlu olduğu birkaç yer var. İç mekan dağılımı, ayrıntıların kalitesi ve görünmeyen yerler" deniyor. Ama şu da eklenmiş: "Bu alanlarda iyileştirme kolaylıkla sağlanabilir. Bir ilk girişim olarak bu yat bizi olumlu anlamda şaşırttı."
Gerard Dijkstra’nın bu projedeki rolü tekneyi tasarlamanın ötesinde, 800 bin Euro’yu gözden çıkartıp Efes 56’yı ısmarlayacak olanları varlığı ile cesaretlendirmeyi de içeriyor. Yani başta büyük bir maliyet kalemi olarak görülen tasarım ücreti aslında projeyi kurtarabilen en iyi yatırım unsuru haline gelebiliyor.
*
Bu sayfada içi boş başarı öykülerine yer vermekten özellikle kaçınıyorum. Çünkü, gerçekliği tartışılır öylesine çok öykü dinliyoruz ki. Abartmaya merakımız herkesin malûmu.
Efes 56 öykü değil, láf değil, gerçek. Maltese Falcon yatından bile daha gerçek çünkü bu işin sahiplerinin tamamı bu ülkenin insanları. Daha önce hiç yapmadıkları bir işe, doğru formüle sahip olmanın bilinciyle, ama risklerini de bilerek giren birkaç öncünün dünya kalitesinde işler yapabileceğini kanıtlayan bir büyük başarı bu. Unu, şekeri, yağı bir araya getirip, ellerinin yanabileceğini bilseler de, helvayı harlı ateşte kıvamınca pişirenlere gerçek bir örnek.
Son bir yıl içerisinde uluslararası yelken dergilerinde, Türkiye’nin hem yelken yapılacak, hem de tekne üretilecek bir ülke olduğuna ilişkin kapsamlı röportajların yayımlanması kuşkusuz tesadüf değil. Bu konuda büyük bir kıpırdanma var.
Yachting World Dergisi’nin aralık sayısı ile de sınırlı değil yılın son ürünleri. Büyük dolar milyonerlerinin ve işleri güçleri hayal etmek olan benim gibilerin okuduğu Boat International Dergisi’nde de çok uzun bir Türkiye röportajı yayımlandı bu ay. Tanju Kalaycıoğlu’nun tasarımını yaptığı, Türkiye üretimi Anatolia adlı retro motoryatın kahramanı olduğu "Anatolia Anadolu’da" başlıklı yazıda yine tekne üretiminden, yine güzel denizlerden ve misafirperverlikten söz ediliyor. Değeri ölçülemeyecek bir tanıtım yani.
Şimdi, beklediğimiz; unu, şekeri ve yağı bulanların helvayı daha kolay yapmasını sağlayacak adımlar. Çünkü, devlet, aslında, bu iş için var. Unutulmasın diye tekrarlıyorum.
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2006
Ulaştırma Bakanlığı’nın 70 milyon YTL harcayarak yaptığı Mordoğan Yat Limanı, Bayındırlık Bakanlığı tarafından yıkılmak üzere. Bakanlık, yönetmeliklere uygun olmadığı iddiası ile yüzde 86’sı tamamlanan limanın yıkılmasını istedi. Yani bir bakanlığın yaptığını diğer bakanlık bozuyor. Bir yandan da, Türkiye’nin Akdeniz’de en az marinaya sahip ülke olduğu ve yelken turizminin gelişmesi için bu durumun değişmesi gerektiği ortada. Denizle ilgilenmeyenler, marinaları zenginlerin deniz oyuncaklarını park edecekleri bir yer olarak görüyor ve özellikle büyük şehirlerde belediyeleri olumsuz yönde etkileyip, marina inşaatlarını engelliyorlar.
Değişimin hızlandığı dönemlerde birbiri ile çelişen birçok gelişme aynı anda yaşanır. Türkiye’nin marinalar konusunda yaşadıkları, birçok konuda olduğu gibi denizlerle ilgili olarak da kafaların ne denli karışık olduğuna işaret ediyor.
www.denizhaber.com sitesinde yayımlanan bir haberde, yapım macerası 1991 yılından bu yana süren Mordoğan Yat Limanı’nın yıkılacağı belirtiliyor. Haber uzun, ayrıntılar marina yapım bürokrasisi ile ilgili olduğu için çok karmaşık ama işin özü şu: Ulaştırma Bakanlığı’nın yaptığını, Bayındırlık Bakanlığı yıkma hazırlığında. Yıkılacaklar şunlar: 795 metre mendirek, 135 metre tali mendirek, 70 metre genişliğinde çekek alanı, 2 fener kulesi, 335 metre uzunluğunda rıhtım ve yüzde 87’si tamamlanmış elektrik-su tesisatı.
Dünyanın önde gelen tüm yat ve yelken dergilerinde özellikle güneydeki marinaların Akdeniz’in en iyi marinaları olduğuna ilişkin yazılar çıkarken, Türkiye’deki tekne bağlama yeri sayısını artıracak Mordoğan Yat Limanı’nın yıkılması, ülkenin kendi bindiği dalı kesmesi demek. Hele hele iki bakanlık arasındaki bir anlaşmazlığın, kamu kaynaklarının israfına da yol açacak bir şekilde bu sonuca yol açması, mevzuat hazretlerinin kollarının uzunluğunu ve gücünü gösteriyor.
İMZA KAMPANYASI
Marina sorunu yalnızca Ege ve Akdeniz ile sınırlı değil. Dünyanın en büyük kentlerinden İstanbul’daki tekne sahipleri, marinaların azlığından ve fiyatların yüksekliğinden yakınıyor.
Yahoo üzerindeki Yelkenciler Lokali adlı tartışma grubunun üyeleri, İstanbul’a yeni bir marina yapılması için imza kampanyası başlattı. İmzalar toplandıktan sonra konunun Büyükşehir Belediyesi’ne iletilmesi planlanıyor.
Gerçekten de, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olacak İstanbul’da tekne bağlanacak yer kalmadı. Marinalarda kuyruk var. Dev bir deniz metropolünün tekne bağlayacak yeri olmaması hazin tabii... ama durum böyle.
Belediyeler ise marinaları lüks gören seçmen zihniyeti ile karşı karşıya. Teknelerin sağlayacağı iş olanaklarının bir beldeyi nasıl canlandıracağını göremeyen belediyeler bugüne dek seçmen baskısı nedeniyle de ileri dönük hiç adım atmadılar. Sonuçta bugünkü durum ortaya çıktı.
Artık ilk adımı atan belediye, deniz ve tekne ile seçmenini ilk barıştıran belediye başkanı, İstanbul için gerçekten gerekeni yapmış olacak; hep hayırla anılacak. Çünkü İstanbul’un denizine tekne, tekneye ise marina şart.
Türk yelkenciliği Ellen MacArthur ve Dee Caffari’lerini bekliyor
Önceki hafta İngilizlerin efsane kadın yelkencilerinden Dee Caffari İstanbul’daydı. Aviva Challenge adlı teknesi ile dünyayı tek başına rüzgara karşı turlayan Caffari, Aviva Sigorta Şirketi adına katıldığı Marka Konferansı’nda, çoğu pazarlamacılardan oluşan şirket profesyonellerine maceralarını anlattı. Dinleyenler duyduklarından gerçekten de çok etkilenmişti; tanıdıklarımın yalancısıyım.
Caffari aslında bir ortaokul öğretmeni. Yelkene ve denize meraklı ve sanırım itiraf etmese de yaptığı işten felaket sıkıldığı için kendini denizlere atıyor. Ancak senin benim gibi Gökova’ya, Göcek’e değil, büyük ve maceralı denizlere. Yarışlara katılıyor, spor hocası oluyor. Ama denizlere kendi macerası için atılmadan önce bu gezinin maddi açıdan desteklenmesini sağlaması gerek. Bunun için de sanırım, yine itiraf etmese de, uzun bir arayıştan sonra sigorta şirketi Aviva ile anlaşıyor. Bu yelken macerası, Aviva’nın "İleriyi Düşünmek" ya da "İleriyi Görmek" diye Türkçeleştirebileceğimiz kurumsal sloganı ile örtüştürülüyor ve Caffari’nin, dünyayı tersten dolaşan ilk kadın olmasını öngören proje başlatılıyor. Caffafi, ileriye dönük bakış açısına sahip bir rol modeli olarak sunuluyor.
Derler, ya, gerisi tarih... Dee Caffari 21 Mayıs 2006’da Southampton’a döndüğünde, İngiltere’nin en ünlü ikinci kadın yelkencisi oluyor. Ellen MacArthur ise bir numara.
*
Marka Konferansı’ndaki konuşmasının ardından gazetecilerle buluşan Caffari, ancak başarılı orta sınıf İngilizlerde rastlanabilecek bir garip alçakgönüllülük içinde tüm soruları kibar kibar yanıtladı. Koskoca Aviva Challenge yelkenlisini tek başına yedi denizde rekor kırarak dolaştırmış biri gibi değil, bir ortaokul öğretmeni gibiydi. Başarısını ve derinlere sakladığı güçlü iradesini pek göstermek istemeyen utangaç bir genç kadın.
"Neden hep İngiltere’den bu kadar başarılı, güçlü iradeli kadın yelkenciler çıkıyor sizce" diye sorduğumda, rutin dışı bir soru olduğunun farkındaydım. Sanırım olası riskler aklına geldiği için anlamlı diyebileceğim bir yanıt vermedi. "Denizleriniz soğuk, o yüzden mi kaçıyorsunuz oralardan" dediğimde, can simidi atılmış gibi ona sarıldı ve "Türkiye’de, Akdeniz’de sıcak denizlerde yelken yapmalıyım belki de" dedi.
Yani utangaç genç kadın, maceracı ruhunu, kurumsal gereklilikler nedeniyle evcilleştirmiş ve kendini tehlikeli olabileceğini düşündüğü sulardan ustaca uzaklaştırıyor. Belki de bu konuda fikri yok; olabilir.
*
Ama soru, bence geçerli bir soru. İngiltere benim anlayamadığım nedenlerle birbiri ardına tüm dünyaya rol modeli olan yelkenciler yetiştiriyor. Bir yandan olimpiyatlarda yelken dallarında ciddi başarıları var, diğer yandan insan iradesini en üst sınırlarda zorlayan bireysel yelken başarıları, bence İngiltere’yi dünyanın en önde gelen yelken ülkesi yapıyor. Sırf ada olması değil, sırf eski bir denizaşırı imparatorluk olması değil... Başka nedenler...
Türkiye’de yelkene ilgi gerçekten artıyor. Bunun birçok işareti var. Dünya denizlerinde dolaşan, bayrağı Türk olsun olmasın Türk teknesi sayısı artıyor. Yelken öğrencileri, yelken okulları, yelkenli tekneler artışta. Yani önümüzdeki yılların gerçek denizci kuşakları yetişmeye başlıyor. Türkiye’den de beş on sene içinde Ellen MacArthur ve Dee Caffari kıvamında, keskin iradeli dünya yelkencileri çıkacaktır. Ege’nin Akdeniz’in güzelliklerini düşleyerek yüreklerinin götürdüğü yere, yedi denizlere gidenlere hepimizin ihtiyacı var çünkü.
Yazının Devamını Oku