Konferans vermek için geldiğinde, Boğaziçi Üniversitesi’nin toplantı salonunda iğne atsan yere düşmezdi. Tabii ki 12 Eylül 1980 öncesindeydi. Yine bugünkü gibi sakallıydı; tuz biber gibi değil, sırf karabiber bir sakal. Anlattıkları ise bugünkü duruşuna göre acı biber. Türkiye de, o da daha gençti tabii...
Murat Belge, beğenin beğenmeyin, Türkiye’nin son 40 yılının en zeki ve kalıcı yorumcusu. Yazdığı 13 kitap, yayımlanan 21 çeviri ile verimli bir yazı adamı, genel yayın yönetmeni, köşe yazarı, üniversite yöneticisi, hoca, siyasi aktivist. Nereden bakarsanız bakın, Türkiye’nin en önemli entelektüel markalarından biri; markası.
Tûba Çandar’ın üç yılda uzun söyleşiler yaparak hazırladığı kitap, "Murat Belge - Bir Hayat...", önceki hafta Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Kendi yaşam yolculuğunu anlatırken ortaya koyduğu Türkiye tablosu, bu ülkenin içine girdiği tarihsel labirentlerden neden bir türlü çıkamadığı hakkında ciddi ipuçları veriyor.
Kitabın bu yazıyı ilgilendiren bölümü ise, kitabın hemen başında uzun bir liste verdikten sonra, "Senin kimlik kartında bunlardan hangisi yazar?" diye soran Çandar’a Belge’nin verdiği yanıtta gizli: "Hepsi yazar herhalde... İlaveten balıkçı, aşçı da yazabilir."
*
Arka kapaktaki fotoğraf da Belge’nin bu yönüne ilişkin zaten: Elindeki oltada bir güzel sinarit. Zordur onu yakalamak.
Doğru; 358 sayfalık kitabın ancak 16 sayfası denize ilişkin, ama olsun. Belge bu bölümde, çok ciddi, çok ağır işlerle uğraşmayı, denizde keyif yapmayla nasıl bağdaştırdığı sorulduğunda, kendisinin hayatta duruşuna ilişkin olarak benim çok dikkatimi çeken bir şey söylüyor: "En büyük keyiflerden tut da en ciddi konulara, ne bileyim en ince teorik meselelere kadar hayatımda hepsinin birliğini sağlamaya hep önem verdim diyebilirim." Yani hayatını kurarken, mümkün olduğunca çok unsuru ahenkli bir biçimde kullanmak, kullanabilmek.
Bu köşede çıkan yazıları okuyanların önemli bölümünün kafasındaki temel soruya bir yanıt değil mi Belge’nin söyledikleri...
Kurucaşile’de, Hüseyin Çoban’ın benim de birkaç yıl önce gittiğim tershanesinde yapılan balıkçı teknesinden dönüştürme teknesini 2000’lerin başında satmış. Garip; insanlar yaşı ilerledikçe tekneye önem verir, Belge "Yaş ilerledikçe, işler çoğaldıkça, istediğin sıklıkta kullanamıyorsun" diyor.
Kıyı kaptanıymış. "Moda Kulübü’nden arkadaşlar kiralar, biz de gideriz ya da bir sürü arkadaşım vardır, kayığı olan... Onun için de bilirsin bir sürü şeyi. Bir sürü şeyi de öğrenememişsindir. Onun için ben bazı şeyleri çok iyi bilen, bazı şeyleri hiç bilmeyen bir halde kaptan oldum sonunda. Ama mühim bir felaket geçirmeden öğrendim" diyor Belge. Çoğumuz gibi.
*
Yelkenle arası limoni; o daha çok motorcu: "Yelkenin hastalık derecesinde meraklıları vardır; yelken seven de öyle seviyor, onlar motor sesi olmadan gitmeye bayılıyorlar. Benim esas tutkum galiba balık tutmak." Yani yelken yok çünkü yelken ile balık tutulmuyor.
Denizle ilgili olan herkesin gayri ihtiyari bildiği, ama belki de kelimelere dökmediği şu cümleler de Belge’den: "Hep hayatın metaforu gibi gelir bana denizde olmak. Yani her şey var onun içinde. Aslında denizin üstünde, o denize yabancı bir nesnesin sen. Sen, teknen, her şeyinle yabancısın... Bu ille denizin fırtınalarla gelip seni pataklaması değil tabii. Durduğu yerde de tekne bağlı olarak sallanır, paslanmaya uğrar. Yani deniz devamlı onu yok etmeye çalışır, sen devamlı onu denize karşı, tuza karşı, suya karşı korumaya çalışırsın. ’Hayat bir mücadeledir’ gibi bütün klişeleri düşündüğün zaman, niçin hayatın bir mücadele olduğunun bütün cevapları insan-deniz ilişkisinde vardır."
Sanırım Türkiye’nin en özgün düşünen insanlarından birinin denizle güçlü bir ilişkisi olması rastlantı değil. "Murat Belge- Bir Hayat..." kitabından, bu köşeye hizmet amaçlı olarak çıkarttığım sonuç bu.
Hepinize öneririm.
Fikir korsanları denize indiKendi teknesini yapmayı düşünenlerin en önemli sorunu, bu tekneyi kimin çizeceğidir. Genellikle sınırlı bütçeyle yola çıkılır ve ne yazık ki yıllar yılı birlikte yaşanacak teknenin "fikir mülkiyetine" en az "hayal mülkiyeti" kadar sahip olan tasarımcılara verilecek olan para, gözlerde büyür de büyür. Ve sonuçta, tasarımcısından gizli, orası burası değiştirilerek yapılan ve fikri mülkiyet sorunu ile karşılaşmayacağı sanılan tekneler ortaya çıkar.
Türkiye’de fikirden para kazanmayı insanların aklı pek almaz. O nedenle müziğin, filmin, kitabın korsanlığı yaygındır. Denize ilginin artması ile yaygınlaşan bir diğer korsanlık ise tekne tasarımında yaşanıyor.
Bu haberde tasarımcının adı var, ama olayın asıl kahramanlarından, korsanlardan adlarıyla söz etmeyeceğim. Tasarımcı Güney Afrika kökenli Dudley Dix. Yapımında su kontraplağı kullanılan, amatörlerin üretebileceği ama denizci ve hızlı tekneler çiziyor, geçimini bundan sağlıyor. Türkiye’de de bir temsilcisi var.
Dix’in en sevilen tasarımlarından biri Didi 38/40. Bu teknenin bir planını 1100 Euro verip satın alan biri (adı saklı), parasını ödemediği halde aynı planları kullanarak, ama kandırma amacıyla teknenin havuzluğunu biraz değiştirerek yeni bir tekne yapıyor. Tüm uyarılara rağmen, ikinci teknenin plan bedelini ödemiyor. Bunun nedeni de, yaklaşık maliyeti 55 - 60 bin Euro’yu bulacak bir teknenin fikir sahibine 1100 Euro’yu fazla görmek.
O da yetmiyor. Bu teknenin kabuğunu kalkıp başkasına satıyor. O başkası (onun da adı saklı), tekneyi alıp yaşadığı yere götürüyor, hızla tamamlamaya çalışıyor. Konuyu biliyor ya da bilmiyor; orası belli değil. Ama benim de tanık olduğum bir telefon görüşmesinde sorumluluk almayı reddediyor ve iş kilitleniyor.
Teknenin tasarımcısı Dudley Dix durumun farkında ve yasal olarak harekete geçmeye karar veriyor. Şimdi Amerika’da yaşamakta olan Güney Afrikalı tasarımcı, "fikri mülkiyet" haklarına duyarlı yeni dönemde hukuk mücadelesini kazanacağından emin. Kaldı ki, tasarımcının planlarını onaylamadığı, amatör yapımı bir teknenin resmi kaydının yaptırılması da olanaksız. Yani korsan teknenin yeni sahibi, kabuk ile birlikte başına bir de dert almış oluyor.
Korsan teknecilik, Türkiye’de çok yaygın. Bugüne dek çok uzaklarda olan yabancı tasarımcılar, yeni yasal düzenlemeler ile aslında çok yakında. Yani bu işe kalkışanların başları gerçekten derde girebilir.
Sorunun bu denli yaygın olmasının en önemli nedeni ise, Türkiye’deki tekne tasarımcılarının bir bölümünün, muhtemel müşterilerini yolunacak kaz olarak görüp, dünyanın en tanınmış tasarımcılarının fiyatlarını çekmeleri ve zaman zaman da bu paraları alabilmeleri.
Bu nedenle, sektör geliştikçe sorun ortadan kalkacak, ama bu arada fikir mülkiyeti konusundaki itibarımız iyice yerlere serilecek.