Aslında ne kirli çıkıyız biz... Bu milletteki para Amerika'da varsa şerefsizim... Ve de bunca soyguna, talana para dayandıracak dünyada bir ikinci ülke varsa bileklerimi keserim...Eniştesinden bacanağına, yeğeninden yiyenine gelen götürüyor, giden söğüşlüyor; buna karşın yazıyı yazarken elimi cebime attım, örneğin cebimde bu vicdansız takımının tokatlayamadığı hala aslanlar gibi kırkbeş milyon para var...Engin Civan voliyi vurup enginlere açıldı... Ne arayan var, ne soran...Halil, Amerika'larda Halil İbrahim bereketi içinde Tochack kebabı yapıyor...Son bomba ise gene bir sarışın bomba!..Şişli'yi muhtelif yerlerinden şişleyen eski Belediye Başkanı Gülay şu an sırra kadem durumda...Babası İlyas Bey gazetecilere, ‘‘Gülay bavulla götürmüş diyorsunuz... Başkaları vagonla götürüyor’’ buyurmuş...İşte bu çok önemli bir nokta... Yarın öbür gün, bu vagonla götürmeye karşı, bavulla götürme durumu mahkemede Gülay için hafifletici neden olarak bile görülebilir, Gülay da bu işten rahatça yırtar... Kader utansın, zira memleket neredeyse artık bu duruma geldi...Gülay hanımın götürü usulde yaptığı bu icraatı bildiğiniz gibi bizim Yalçın Bayer ortaya çıkardı...Bizim sevgili Yalçın Bayer çok tehlikeli bir tiptir... Haberle yatar, haberle kalkar... Gece aklına biri takılıp yataktan fırladığı, pijamayla haber ve adam peşine düştüğü çok olmuştur...Gazetedeki odası benim odamın tam karşısındadır... Odasına ilk girdiğinizde kesilmiş gazete kupürlerinden, yığılı eski gazetelerden, üst üste bir alay dosyadan Yalçın'ı önce pek göremezsiniz... Yalçın'ın yerini bu öteberi arasından tavana doğru yükselen sigara dumanından saptarsınız...Ben Yalçın'ın bürosunu hep, o gençliğimizde hayranı olduğumuz Mayk Hammer'in bürosuna benzetirim... Sekreteri de bende hep Mayk'ın sekreteri Velda havası uyandırır...Dünya şekeri Yalçın'ın odasına ne zaman girsem, ‘‘Lan n'olur, n'olmaz, olur a bir yanlış laf ederiz de haberlik oluruz...’’ diye olabildiğince az konuşmaya çalışırım... Ayrıca konuşurken de dikkatli davranır, Mesut Yılmaz gibi dura dura, düşüne düşüne konuşurum...Geçen gün Yalçın odama uğradı... Sırtımda siyah şıkça bir gömlek vardı...Bir ara yaklaşıp gömleğin kumaşına baktı ve ‘‘Hımm, çok güzel... Abi bunu nereden aldın?..’’ diye sordu.Hayatta alangirli hiçbir işim olmamasına karşın, elim ayağım birbirine dolandı... Resmen fenalık geçirdim...*İşte böyle... Mangırı kapan tüyüyor, memleketin anasını satan buhar olup uçuyor... Sonra ara ki bulasın...Geçenlerde gazetelerde ve televizyonların haber bültenlerinde vardı...Uzay Yolculuğu ve Uzay Tatili konusundaki çalışmalar hızla ilerliyormuş...Amerika'da, NASA ile uzaya gezi düzenleyecek özel Turizm Şirketleri arasında bu konuda şimdiden rekabet bile başlamış...İlk hesaplara göre uzaya gitmenin bedeli 10 milyon dolar civarında olacakmış...Şu fiyatları biraz makul tutsalar, bizim memleketten uzaya tüyecek en az beş milyon kişi çıkmazsa şerefsizim...Bu arada uzaya düzenlenecek turlar yanı sıra, dileyenlere özel araç da kiralanacakmış...*Evin içinde bir telaş, bir koşuşturmadır gidiyordu. Evin hanımı mücevherlerini kutulardan çıkarıp bir torbaya dolduruyor, kocası ünlü işadamı Kocadötzadeler'den Abdülgaffar Kocadöt ise yığınlarla dövizi bavullara doldururken, bir yandan da salonun penceresinden heyecanla dışarıyı gözlüyordu...‘‘Bu işi çok iyi akıl ettik Abdülgaffar’’ diye seslendi karısı... ‘‘Bugüne dek önüne gelen Amerika'ya kaçıyordu... Zaten Amerika demode oldu. Hem bizi orada gelir bulurlardı belki de...’’‘‘Tamam, tamam’’ dedi Abdülgaffar... ‘‘Şimdi bırak konuşmayı da, bir an önce toparlanmaya bak... Adamlarla randevu saatimiz yaklaşıyor... Çekip giderlerse mahvoluruz. Bu iş için bir servet verdim...’’Az sonra da toparlandılar. Abdülgaffar'ın iki elinde içleri tıkabasa dövizle dolu iki bavul vardı. Karısı ise mücevherlerini koca bir torbaya tıkmış, yirmiye yakın kürkünü taşıyamayacağından, yalnızca en sevdiği ve en pahalı olan ikisini yanına almıştı. Kapıda beklemekte olan Abdülgaffar'ın bir hafta önce aldığı, son model Kadillak Limousin arabalarına koştular...‘‘Biraz acele et’’ dedi Abdülgaffar şoförüne... ‘‘Yarım saatimiz var... Hem öyle arka yollardan falan git de tanıdık birine rastlamayalım...’’Bir süre şehrin arka yollarından gittiler... Sonra da anayoldan çıkıp, uçarcasına şehir dışına çıkmaya başladılar. Abdülgaffar Kocadöt sık sık saatine bakıyor, bir yandan da arkalarından gelen var mı diye otomobilin arka penceresinden yolu gözlüyordu.Artık iyice şehir dışına çıkmışlar, tarlaların olduğu bir yere gelmişlerdi. Kocadöt, önce şoföre yavaşlamasını söyledi. Sonra da kafasını iyice cama dayayıp, gecenin karanlığında dikkatle dışarısını gözden geçirmeye koyuldu. Derken sevinçle bağırdı:‘‘Tamam, tamam!.. İşte orada!.. Tam zamanında geldik...’’Az ileride, tarlaların ortasında, kocaman uzun bir cisim duruyor, karanlıkta adeta bir minareyi andırıyordu. Az sonra o uzun cismin yanına geldiler. Bu Amerikalılar'ın uzay seferleri için yaptıkları yeni roketlerden biriydi... Abdülgaffar Kocadöt, uzun uğraşlar ve pazarlıklardan sonra bu roketi Amerika'dan daha uzay turları henüz başlamadan kiralayıp özel olarak getirtmişti...Arabadan çıktılar, ellerinde bavullar, düşe kalka tarlaların ortasından rokete doğru koşmaya başladılar.Roketin yanına geldiklerinde kendilerini kapıda üzerinde astronot kıyafeti olan biri karşıladı. Ve İngilizce bir şeyler söyledi. Kocadöt adamın söylediklerini anlamadı. Başbakan'ın işadamlarıyla birlikte yaptığı gezilere katılmış, oralarda üçbeş kelime İngilizce öğrenmişti ama, adamın söylediklerini anlamaya yetmiyordu. Allah'tan Cepçizadelerin kızı olan karısı birkaç yıl Amerikan Koleji'ne gitmişti de o biliyordu İngilizce.Astronot kıyafetli adamın söylediklerini de hemen tercüme etti zaten:‘‘Küçük asansöre binip üst taraftaki mekiğe çıkmamızı istiyor...’’Ve asansöre binip üst taraftaki küçük bölüme çıktılar. İçerisi bir sürü aletler ve göstergelerle doluydu. Az sonra da astronot geldi yanlarına... Önce büyük bir gürültüyle oturdukları yerde biraz sarsıldılar. Astronotun bir düğmeye basmasıyla da bulundukları yerden gökyüzüne doğru fırladılar. Para dolu bavullara, mücevher dolu torbaya sıkı sıkı sarılmış sevinçten uçuyor, gidecekleri yeni alemde yaşayacakları tatlı günleri hayal ediyorlardı.Ve az sonra, daldıkları tatlı hayallerin etkisiyle uyuyakaldılar.Uyandıklarında mekiğin içi rengarenk ışıklarla dolmuştu. Aşağılardan bir yerden de gürültüler geliyordu... Abdülgaffar Kocadöt uyanıp mekiğin penceresinden aşağıya baktı. Ve gözlerine inanamadı, gelmişlerdi... Nihayet başarmışlar, kendilerini kimsenin bulamayacağı Merih'e gelmişlerdi... Sevinçle karısına sarıldı...Mekik gezegene konduğunda hemen toparlandılar. Karısı mücevher torbasını ve kürklerini, Abdülgaffar da içinde bankalardan ve piyasadan götürdüğü paralarla toparladığı dövizleri taşıdığı bavullarını sırtladı. Mekiğin kapısını açıp aşağı indiler.İnmeleriyle birlikte de donup kaldılar. Aşağıda toplanmış binlerce Merihli el kol işaretleri yaparak bağırıp çağırıyor, Abdülgaffar ve karısının üzerine doğru koşuyorlardı. Abdülgaffar geriye, mekiğe dönmeyi düşündü... Ama mekik çoktan havalanmış, dünyaya dönmek üzere yola çıkmıştı. Az sonra gelip ikisini de yakaladılar. Karga tulumba en önde duran ve diğerlerinden daha değişik giyinmiş olan birinin önüne getirdiler. Merihli Abdülgaffar Kocadöt'e şöyle bir baktı ve kızgın kızgın:‘‘Senin geleceğini antenlerimizle öğrenmiş, seni bekliyorduk Dünyalı... Derhal bu gezegeni terk edeceksin...’’ dedi...‘‘N'ayır, n'olamaz’’ diye inledi Kocadöt. ‘‘Biz ayrı dünyaların insanları olabiliriz ama, maksat kalpler bir olsun. Burada birlikte kardeşçe yaşayabiliriz...’’‘‘Hastir lan!..’’ dedi Merihli... ‘‘Senden önce ellerinde böyle bavullarla buraya gelen kişiler de böyle söylemişlerdi... Sonra alayımızı dolandırıp soydular, kıçımızda don, kafam