Tenisi benden dinleyin

Benim tenisle tanışmamın, öyküsü yıllar öncesine dayanır...Darüşşafaka'nın orta kısmında okuduğum yıllar, birgün okula, adı aşağıda bolca geçecek olan Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü'nden tenis hocaları geldi...Biz bir alay öğrenciyi denediler... Sonra da içimizden sekiz on kişiyi tenisçi yapmak üzere ayırdılar... Okula gelirken, raket, top vs. malzemeler de getirmişlerdi...Spor salonuna bir de tenis ağı germiştik... Ama daha üçüncü haftada bizim sözümona yetenekliler takımının hepsi sıkılıp tüydü... Kala kala ortalıkta bir ben kaldım... Zaten bir tek benim için okula gelip gidemeyeceklerinden tenis hocaları da bu işten vazgeçtiler, bırakıp gittiler...Ama ben tenisi kafaya takmıştım bir kere... Spor odasından arakladığım raket ve topla, spor salonunun kırık camından içeri süzülüyor, orada tek başıma koştur Allah sözümona tenis oynuyordum... Tabii arada derslerden tüyüyordum...Bu arada okulumuzda bir müdür muavini Mustafa bey vardı... Bu tenis işinden ilk gününden beri hiç hazzetmemişti... Zaten o hocaların seçtiği bizim tenisçi adaylarının bu işten tüymelerine biraz da muavin Mustafa bey neden olmuştu...Oysa aslında Mustafa Hoca'nın kendisi adeta doğuştan tenisçiydi... Örneğin bir elleri vardı, en büyük beden Slazenger marka tenis raketi gibiydi...İşte bu muavin Mustafa Hoca, gene dersi kırıp spor salonunda kendimi tenise kaptırdığım bir gün beni enseledi... O büyük beden Slazenger eliyle bana bir ters yüz bir iki tokat, yani tenisçilerin deyimiyle bir backhand bir de forhand aşketti... Bu da benim o günkü tenis yaşamımın sonu oldu...***Ama aradan yıllar geçti, hatta evlenip barklandım ama tenis ateşim hiçbir zaman sönmedi...Bu arada tenisle ilgili kitaplar da bulmaya çalışıyordum... Bir gün küçük bir kitap buldum... Sökebildiğim kadarıyla bir bölümünde şöyle diyordu...‘‘Tenis oynamak için önce raketi sevmek onunla iyi bir ilişki kurmak gerekir... Örneğin raketi kucakta bebek gibi sallamak, bir ip bağlayıp onu araba gibi çekmek, genç tenisçiyle raket ve tenis arasındaki ilişkiyi geliştirir...’’Ben de evde o zamanki tahta tenis raketimi hanıma çaktırmadan aradabir kucağımda sallamaya, çapına ip bağlayıp evde kimse yokken koridorda oyuncak kamyon gibi çekmeye başladım...Ama birgün beni bu durumda yakalayan hanım o kitabı okuyup anlattı ki, o söylenenler ilerde tenise başlaması istenen iki üç yaşındaki bebekler içindir...***Daha sonraları o zaman oturduğumuz Caddebostan'da hanımın ısrarıyla bir sosyal kulübe üye olduk...Kulüpte üç dört tane de tenis kortu vardı...Ben kendime bir hoca peyleyip anlaştım... Daha sonra da tenis derslerine başladık...Aradan bir süre geçti... Birgün gene bir ders sırasında bizim hoca, ‘‘Abi senin İngilizce durumun nasıldır?..’’ diye sordu...‘‘Fena değildir ama tabii ki birçok eksiğim var... Peki niye sordun ki?..’’ dedim...‘‘Hayır yanlış anlama... Madem derse ayıracak bu kadar vaktin var, hani İngilizce dersi falan alsan diyorum’’ diye cevap verdi... Herif utanmasa ‘‘Abi biçki dikiş kursuna gitsen de olur...’’ diyecek...İşte son kez o zaman attım tenis raketini elimden...VE HÜRRİYET CUP 98Bizim gazetenin düzenlediği ‘‘Hürriyet Cup Dostluk Tenis Turnuvası’’nın bu yıl üçüncüsü yapıldı...Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü kortlarında gerçekleştirilen turnuva ben bu yazıyı yazdığım sıralarda da sürüyor...Gazetemiz Reklam Bölüm Başkanı Ayşe Sözeri Cemal'in çabasıyla gerçekleştirilen turnuva organizasyon açısından çok başarılı geçti ama maçlar sonunda biz Hürriyet camiası olarak bu turnuvada ağır yara aldık...Dilerseniz bu ağır yara durumunu açaklayayım...Hürriyet Cup'98 Tenis Turnuvası'nda bu yıl gazetemizi yazıişleri müdürlerimizden Fikret Ercan, Ayşe Sözeri Cemal, Magazin Müdürümüz Orhan Olcay, Hürriyet Medya Towers bina müdürü Metin Kalkavan, reklam koordinatörü Hakan Önen ve mimarımız Nezih Kutay temsil ettiler... Bildiğime göre şu an içlerinde şehit olmayıp adımıza bayrağı dikmek için ayakta kalan bir tek Ayşe Sözeri Cemal var...Yazıişleri Müdürümüz Fikret Ercan gazetenin daha çok dekorasyonundan, yani bizim mizampaj dediğimiz sayfa düzeninden sorumludur...Orhan Olcay ise magazin dünyasının nabzını elinde tutar... Yani ben hayatta Orhan'ın işi kadar kral bir iş tanımıyorum...Metin Kalkavan arkadaşımız ise bizim Hürriyet Towers bina müdürüdür... Her şey ondan sorulur... Hatta bazı arkadaşlar bu işi, ‘‘Metin Bey, 8. kata çıkacaktım... Acaba asansörde hangi düğmeye basmam gerekiyor?’’a kadar vardırırlar...İşte turnuvada gazetemizi temsil etmeleri için titizlikle seçtiğimiz takımımız...Ben maçlara gidemedim...Ama turnuvayı takip eden arkadaşlardan olanı biteni tüm detayıyla öğrendim...Fikret ve Metin ilk maçlarını canlarını dişlerine takıp burun farkıyla kazanmışlar...Yazıişleri Müdürümüz Fikret Ercan aklı işte, eli oynaşta yani teniste olduğundan, ikinci maçında gözünü korta daldırmış...‘‘Lan şu koca yere ne güzel manşet atılır...’’ diye düşünürken rakibi durumu 3-0 yapmış...Fikret, ‘‘Ertesi günkü arka sayfa güzeli kim olacak?..’’ diye tefekküre dalmışken de rakibi işi bitirip Fikret'i elemiş...İlk turda elenen Orhan Olcay'ın öyküsü de ayrı...Bana bizimkilerin maçlarını anlatan arkadaş, ‘‘Orhan'ın servisleri zayıftı, ondan kaybetti’’ dedi.Oysa Orhan'ın servisi bayağı kuvvetlidir... Benim diyen eline su dökemez...Tabii ben Orhan'ın servisi derken Hürriyet'teki Magazin Servisi'nden söz ediyorum...Zaten Orhan da servis atarken kafası hep gazetedeki servise takılı olduğundan, turnuvadaki görevinden terhis olup asli işine dönmüş...İş arasında tenis olursa, sonu da böyle olur zaten...Reklam koordinatörü Hakan kardeşimiz ise o sıra tribünlerde gördüğü tanıdık bazı işadamlarıyla ilan görüşmesi yapmak üzere raketi korta bırakıp tribünlere çıkınca, hükmen yenik sayılmış ve elenmiş...Ama bu turnuvada en trajik yenilgi bizim Hürriyet Towers bina müdürü Metin Kalkavan'ınki...Metin işi yoğun olduğundan maça geç kalmış...Gazeteden fırlayıp çıkarken de raket yerine aceleyle bizim Karnaval gazetesinin verdiği teflon tavalardan birini alıp gitmiş maça...Maç başlamış... Maçın en heyecanlı, üstelik Metin'in de galip durumda olduğu bir yerinde, rakibi Metin'in elindekinin raket değil, teflon tava olduğunu fark etmiş...Ve o sıra soyunma odasındaki pantolon cebinde de bu tava için biriktirdiği kuponlar varmış... İkinci setin ara verilen bir bölümünde soyunma odasına koşmuş, kuponları getirip Metin'in elinden raketi, yani tavayı almış... Ve bu durumda Metin Kalkavan da hükmen yenik düşmüş...***Sonuç olarak Hürriyet Cup önümüzdeki yıl ‘‘Tenis Eskrim ve Dağcılık’’ tesislerinde gene yapılacak...Ve bu turnuvaya büyük bir olasılıkla bizden gene aynı takım katılacak...Bizim arkadaşlara bir uyarım var... Dikkat ederseniz kulübün adı ‘‘Tenis, Eskrim ve Dağcılık Kulübü...’’Yani burda tenis oynamak şart değil... Hadi Eskrim'de de birbirinizi sakatlama olasılığı var diyelim... Ama ben sizlere, Dağcılığı da yabana atmayın, şöyle bir düşünün derim...
Yazarın Tüm Yazıları