Ülkemizde politika günden güne daha da kirleniyor, dahası af buyurun, işin giderek iyice moku çıkıyor...Ben geçmiş yıllarda bu politikacı taifesiyle biraz teşriki mesaide bulundum... Onların bir bölümünü yakından tanıma şerefine nail oldum...Gerçi bugünküler gibi onlar da memleketi adam gibi yönetemiyorlardı ama, hiç değilse bugünkü kadar rezilliğin bini bir para değildi...İçlerinde şamatası bol, bayağı gırgır, dahası sevimli bir alay da adam vardı...Şu ara bildiğiniz gibi, ülkede sanki bir halt değişecekmiş gibi bir yandan seçim, yani vatandaşı tekrar ketenpereye getirme durumları konuşuluyor... Sanki Büyükada'da eşek sırtına binip tur atılacakmış gibi, seçim iki turlu mu, tek turlu mu olsun, tek tek mi, mahallisi - geneli bir arada mı yapılsın pazarlıkları yapılıyor...Ben size bir şey söyleyeyim mi?.. Turlusunu, tursuzunu, mahallisini, genelini, alayını bir yana bırakın... En iyisi bundan sonraki yıllar dahil, bu memlekette yapılacak ne kadar seçim varsa hepsi bir kerede yapılsın... Bir seferde onlar da kurtulsun biz de kurtulalım... Tepemize hep ayni Konu mankenleri geleceğine göre hiçbirşey değişmeyecek nasıl olsa...Yazının başında, bir zamanlar bu politikacı takımıyla bulunduğum teşriki mesaiden söz etmiştim...Ve şimdi gelelim bu konuda başımdan geçmiş sapına kadar gerçek olaya...SEÇİM AFİŞİ1965 seçimleri yapılacak, ben de o yıllar Ankara'da bir gazetede karikatür çiziyor, ayrıca patronun kızının çeyizlik yastık yüzlerine desen çizmek dahil, gazetede çizgi ile ilgili ne kadar iş varsa yapıyorum...Çalıştığım gazetenin o zamanların ünlü bir partisi ile de ilişkisi var... Aslında partinin kendisinden çok, yaptığı matrak konuşmalarla Meclis'i birbirine katan lideri ünlü... Hadi adlarını da söyleyeyim, parti Millet Partisi, o ünlü lideri de Osman Bölükbaşı...Bir gün gazetedeki odamda çalışıyorum, içeri gazetenin yazıişleri müdürü girdi...‘‘Yahu Tekin, bizimkiler partinin seçim afişlerini yaptırmak için ressam arıyorlar... Fena da para vermeyeceklermiş... Ben de senin adını verdim, yapar mısın?..’’ dedi.O zamanlar gazeteden para yerine bize iade gazeteleri veriyorlar... Biz de bunları kesekağıdı yapıp satıyor, açlıktan ölmekten böyle kurtuluyoruz... Yani ekonomik durumun vaziyeti üç aşağı beş yukarı böyle...‘‘Ne iş olsa yaparım abi...’’ dedim bizim yazıişleri müdürüne...Ertesi gün de bizim yazıişleri müdürüyle kalktık partiye gittik... Seçimlere aşağı yukarı birbuçuk ay falan var... Parti anababa günü, odalardan odalara adamlar koşturuyor, listeler hazırlanıyor, kısacası bir patırtıdır gidiyor...Bizim müdür beni partinin seçim propogandası çalışmalarının yapıldığı toplantı odasına götürdü...Koca bir masanın başında Osman Bölükbaşı oturuyordu... Masanın çevresinde de hepsinin önlerinde kağıt kalem, yönetim kurulu üyeleri dizilmişlerdi...Ve seçim afişleri için sloganlar bulmaya çalışıyorlardı... Bizim müdür beni tanıttı... Pek birşeye benzetemediler ama, ‘‘Otur bakalım delikanlı’’ deyip bana da kenarda bir yer gösterdiler...Herkes bir söz buluyor, bulduğunu yüksek sesle söylüyordu... Kimi beğeniliyor, kimine karşı çıkılıyordu...Buldukları sözler de daha çok şu karamela şekerlerinden çıkan manileri anımsatıyordu...Bir ara bu şarkı sözü gibi lafları duydukça ben de kendimi kaptırdım, bir iki dörtlük de ben attırdım...Çok beğendiler... Hele söylediğim ‘‘Konma daldan dala... Ver oyunu Kartal'a’’ sözünü seçimlerde baş slogan yaptılar...Bugün nasıl ‘‘Bal yapmayan arı’’, ‘‘Türbanlı Beyaz At’’, ‘‘Uçamayan Güvercin’’, ‘‘Hergün istikameti değişen Ok'lu’’ vs. parti amblemleri varsa, sözünü ettiğim Bölükbaşı'nın partisinin amblemi de ‘‘Kartal’’dı...VE KARTALNeyse sonunda sloganlar belirlenip, bana verildi... Zaten iş de basitti... Afişlerde seçim yasası gereği parti amblemlerinden başka resim kullanmak yasaktı... Afişlere o karamela şekerlerinden çıkan manilere benzer sözler konacak, afişlerde resim olarak da yalnızca partinin amblemi olan ‘‘kanatlarını açmış Kartal’’ resmi bulunacaktı...O sıralar başta bir koalisyon hükümeti vardı... Bu partinin de ohükümette iki bakanı bulunuyordu... Bu başkanlardan biri, aynı zamanda partinin genel sekreteri de olan ve partinin seçim kampanyasını yöneten ‘‘İbrahim Bey’’di... (Boşverin, gelin gerçek adını vermeyelim...)Ben sonraki günler daha çok İbrahim beyle çalışmaya başladım...İbrahim bey şöyle iriyarı, hoşsohbet, çok çabuk parlayan, tatlı sert bir adamdı...İlk gün ona yaptığım bir iki küçük afiş eskizini götürdüm... Şöyle bir baktı...‘‘N'aptın oğlum bunlar küçük olmuş...’’ dedi...‘‘Efendim bunlar eskiz...’’‘‘Ne eskisi kardeşim... Bunları senin gözünün önünde daha yeni yazmadık mı?..’’Ama İbrahim beyin en çok titizlendiği, afişlerde yer alacak olan partinin amblemi Kartal konusuydu ve bana sürekli aynı şeyi söylüyordu...‘‘Bak delikanlı... Kartalı öyle bir çizeceksin ki, şöyle kanatlarını açmış, göğsündeki tüyler iyice kabarmış olacak... Bu göğsündeki tüyler çok önemli ha... Hadi bakalım göreyim seni...’’Biraz da açlık havliyle, işte bir sakatlık olmasındiye çılgınlar gibi çalışıyordum... Sağdan soldan bulabildiğim ne kadar Kartal resmi varsa toplamış, çalışırken onlara bakıyordum...Uzatmayalım sonunda afişler bitti... Dediğim gibi seçim zamanı olduğundan partide sabahlara dek çalışılıyordu... Afişleri bir gece yarısı bitirdiğimden vakit geçirmeksizin partiye, İsmail beyin yanına koştum...İsmail bey afişlere şöyle bir baktı... Sonra hafif bozuk çalarak:‘‘Olmamış’’ dedi... ‘‘Kartalın göğsündeki tüyler olmamış... Sana söyledik değil mi, şöyle iyice kabaracak, heybetli olacak...’’‘‘Beyefendi daha nasıl olsun... Şu tüylere bakın, nasıl kabarık...’’‘‘Bu mu kabarık?.. Sen hayatında kartal görmemişsin be!..’’Derken iş inada bindi... Bakan bey koridora çıktı... Kimi yakalarsa afişleri gösterip, ‘‘Şuna bir de sen bak... Kartal heybetlenince göğsündeki tüyler böyle mi olur?..’’ diye sormaya başladı...Kimi birşey demiyor, kimi, ‘‘Valla fena olmamış...’’ falan diyor, Bakan da bu arada gittikçe sinirleniyordu...Derken birden bana döndü...‘‘Gel bakalım gidiyoruz...’’ dedi... ‘‘Kartal heybetlenince tüyleri nasıl oluyormuş göreceksin...’’Aşağı inip bindik Bakan'ın arabasına... Gece yarısının saat bilmem kaçı... Biz Bakan'ın arabasıyla bir yerlere gidiyoruz...Şimdi, sallıyor, diyeceksiniz ama, yalanım varsa şerefsizim... Ve geldik Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi'ne...Bekçiler koştular... Bakan:‘‘Beni kartal kafeslerine götürün...’’ dedi.Bekçinin elinde el feneri, bir Kartal kafesinin önüne geldik... İçerde bir Kartal uyuyor... Bekçi, Bakan'ın talimatı üzerine elindeki uzun sopayla, ‘‘Kışt kışt’’ diye diye kartalı ürkütmeye çalışıyor... Kartal ürkecek de biz de göğsündeki tüylerin nasıl kabardığını göreceğiz...Ama Kartal, hani ‘‘Bir zamanlar kartaldı’’ diye bir televizyon dizisi vardı... Herhalde o Kartal... Kartal şöyle bir iki debelenip kafayı kaldırdı... Sonra gene yattı, uyudu...Bakan bekçiye döndü:‘‘Başka kartal yok mu?..’’‘‘Bi tane daha vardı ama iki gün önce öldü... Yiyecek almıyorlar ki hayvanları besleyelim bey...’’ dedi bekçi...Sonra arabaya döndük... Bir süre gittik... Bakan biraz da bozuk çalarak:‘‘Peki kardeşim, sen nasıl biliyorsan öyle yap kartalın göğüs tüylerini...’’ dedi...