Paylaş
Oscar ödüllerinin 70’incisi geçtiğimiz günlerde sahiplerini buldu...
Biz her alanda onca artist yetiştirmemize, memlekette her konuda film üstüne film çevirmemize karşın, bu ödüllerden gene nasibimizi alamadık...
Oysa bizde de ne rejisör Süleyman Cameron’lar, Mesut Nicholson, Bülent Williams gibi aktörler, Tansu Basinger gibi aktrist yetişiyor ama, bu batı bize takmış bir kere...
Bu yıl tam 11 adet oscar ödülünü, batan bir gemiye Titanic’e verdiler... Oysa bizde yalnızca gemi değil, neredeyse batmayan şey kalmadı, ama tüm bunlar gözardı ediliyor...
‘Karadeniz’de gemilerin mi battı?’ deyimini bile icadetmiş bir ulusun çocukları olarak, oscar’lar batan bir gemiye verilirken, hakkımızın yenilmesini içimize sindiremiyoruz...
A LA GÜLRİZ
Gülriz Sururi'nin yemekler yapıp, konuklar ağırladığı atv'deki ‘‘A La Luna’’ programını izliyor musunuz bilmiyorum...
‘‘A La Luna’’, Gülriz'in yaptığı, reklamla karışık bir yemek programı gibi görünüyor ama, bence hepsi o kadar değil...
Gülriz o mekanı resmen bir tiyatro sahnesi gibi, yemek yaptığı malzemeleri tiyatro malzemeleri gibi, konuklarını da oyunu birlikte oynadığı rol arkadaşları gibi kullanıyor... Kısacası, sanki bir yemek değil de bir oyun pişiriyor orada...
Şimdi bu söylediklerim size biraz abartılı gelecek ama, Gülriz Sururi'nin ‘‘A La Luna’’sını farklı bakışla izleyin, bana hak vereceksiniz...
ZAP ZUP
SU GÜNÜ
Bilmiyorum haberiniz oldu mu? Geçtiğimiz pazartesi günü, ‘‘Dünya Su Günü’’ idi...
Böyle bir gün olduğunu ben de televizyonlardan öğrendim...
Bizde de bu konuda törenler, toplantılar yapıldı...
Dahası, televizyonlardan izlediğim bu törenlerin birinde önce Cumhurbaşkanı Demirel, arkadan da Başbakan Yılmaz konuştular...
Ben her ikisinin de konuşmalarını yıllardır dinlerim... Allah sizi inandırsın böylesine güzel, başarılı konuştuklarını daha önce duymamıştım...
Ama normal tabii... Zira konuşmaları ‘‘Su’’ üzerineydi... Biliyorsunuz ‘‘Sudan’’ konuşmakta da bizimkilerin üstlerine yoktur...
SUS SUS SUS!..
Benim televizyon programlarında kafayı taktığım bir şey var... Bu konuda daha önce de birkaç kez yazdım...
Bu da program yapımcıları ya da sunucularının programa katılanlara sürekli yaptıkları o, ‘‘Çok kısa, amman çok kısa... Yalnız iki kelime...’’ ikazları...
Yahu kırk keredir söylüyoruz... Konuşturacak zamanın yoksa programına ona göre adam çağır, ona göre de telefon al programa... Kısacası, ayağını programına göre uzat...
Geçtiğimiz pazar günü ‘‘A Takımı’’nda Savaş bu söylediğimin tipik bir örneğiydi... Sağolsun, milleti konuşturmamak için elinden geleni yaptı...
İşin asıl gırgır yanı, Savaş o çok kıymetli olduğunu, az kaldığını söylediği zamanı, programa katılan ve telefonla arayanlara, ne kadar kısa konuşmaları gerektiği konusunda yaptığı, zamanın mana ve ehemmiyetini belirten konuşmalarıyla geçirdi...
Benim bildiğim Savaş Ay, o programı insanlar konuşsun diye yapıyordu...
O da ağıza laf tıkmaya başladıysa, vay ki vay...
DOKUNULMAZLIK
Geçen gün TGRT ana haberlerinde o filmlerden tanıdığımız değil de, bizim ‘‘Polis Akademisi’’ ile ilgili bir haber röportaj vardı...
Röportajda polislerimizin Akademi'de nasıl yetiştirildikleri anlatılıyordu...
Atış talimleri falan gösterildikten sonra, bir kuramsal derse geçildi...
Dersin hocası profesör, derste polis arkadaşlara ‘‘İnsan bedeninin dokunulmazlık hakkı’’nı anlatmaya başladı...
Hoca bunları anlatırken de TGRT haber programı yöneticileri ekrana, bizim polis arkadaşların sokaklarda insan, özellikle öğrenci bedenine nasıl dokunulmazlık hakkı tanıdıklarından zarif (!) örnekler getirmeye başladılar... Ortaya da traji-komik, matrak bir manzara çıktı...
Deyimi hoşgörsünler, bu hergeleliği yapan TGRT'ci arkadaşları yürekten kutluyorum...
Paylaş