Aziz Nesin vakti zamanında, ‘‘Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu...’’ diye bir söz söylemişti...Rahmetli ne kadar ileri görüşlüymüş, vallahi helal olsun...Zira yediden yetmişe artık alayımız, Aziz Nesin'in dediği gibi futbolcu olduk... Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız, üstümüz, başımız herbir yanımız futbol...Memleketin işsiz güçsüz ortalıkta aylak aylak dolanan hükümeti, parlamentosu bile bu futbol sayesinde iş güç sahibi oldu... Başbakan Galatasaray'a, Meclis Başkanı Beşiktaş'a futbolcu transfer ediyor...Lig, Kupa, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık Kupası vs. derken maçlar bitti... Şimdi cümleten kafayı transfere sardırdık...Sabah yataktan kalkıp kapıdan gazeteyi aldığımızda ilk işimiz, gazetenin af buyurun dötünü çevirip, ‘‘Hakan acaba istediği iki trilyonu alabildi mi, yoksa 500 milyar eksik verip hala çocuğun hakkını yemeye mi çalışıyorlar?..’’ diye spor sayfasına bakmak oluyor... (Neyse bu arada Hakan Şükür, hakkını aldı şükür...)Galatasaraylı Tugay'a kulübü tarafından adeta sadaka verir gibi verilmeye kalkılan 800 milyar lira resmen yüreğimizi dağlıyor, bizi isyanlara sürüklüyor!..Şimdi, ‘‘Sen bu futbolcuların aldıkları paraları kıskanıyorsun... Bu konuyu espriyle karışık bu yüzden diline doluyorsun...’’ diyeceksiniz... Ne demek istediğinizi anlıyorum...Ama gençliğimde boğaz tokluğuna oynadığım Beşiktaş genç takımından sonra, transfer için gittiğim Nişantaşı Kulübü'nün, transferimin gerçekleşmesi için benden üste para istemesinin inanın bu yazdıklarımla hiç ilgisi yok... Yani herhangi bir kıskançlık durumu asla bahis konusu değil...Zaten alan razı, veren razı bu durumda, bize de ot yemek düşer... Tamam da...Bunca trilyonluk futbolcuya sahip bir ülke olarak dışarda niye hiçbir kıymeti harbiyemiz yok, Dünya Kupaları'nda, Avrupa Kupaları'nda neden esamemiz okunmuyor?..Topa şöyle bir tosurdu mu mangalda kül bırakmayan futbol virtiözlerimizin bir teki bile, artık Kuala Lumpur'lu futbolcuların bile oynadığı Avrupa takımlarında neden oynayamıyor?.. Benim kafamın takıldığı nokta bu...Ayrıca bu sözünü ettiğim durum yalnızca futbolumuz için değil, politikamız, politikacımız, yönetim biçimimiz, müziğimiz vs. için de geçerli...Örneğin, şarkıcımız, türkücümüz, popçumuz milyon kaset satıp trilyon götürüyorlar... Ama daha batıya ‘‘ce’’ diyen tek şarkıcımız, batı kasetçalarında, diskçalarlarında dönen tek kasetimiz, diskimiz yok...Uzun sözün kısası, kendimize kapalı devre bir dünya kurmuşuz, uçar kaçar birtakım değerler saptamışız, kendimiz çalıyor, kendimiz oynuyoruz... Çok affedin, birbirimizi düdükleyip duruyoruz...Hay Allah, futbolla başladık nerelere geldik... Bunlar bizim boyumuzu aşan, derin ve de hicranlı konular...Şimdi gelin biz gene dönelim futbola ve transfere... İşin ciddi bölümünü ittiredip gelin olayın biraz gırgırına takılalım... Ve de ben sizlere bir transfer öyküsü anlatayım...Ha, bu arada şunu da söyleyeyim... Gırgır falan diyorum ama, aslında bu öyküyü transfer yapan yöneticilerimizin, özellikle de golcü futbolcu peşinde olan bizim Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım'ın çok iyi okuması lazım... Bu arada bunu da belirteyim...***GOLCÜ FUTBOLCUBaşkan Kamil'den bu sütunlarda sizlere daha önce sözetmiştim...Müteahhit olan ve karısının başının etini yemesi sonucu yaşadığı ilin futbol kulübüne başkan olan Kamil, başkan olduğu ilk yıl, futbolcu diye Amerika'dan Amerikan Futbolu oyuncusu, futbol antrenörü diye Rusya'dan güreş antrenörü falan getirmişti ama, daha sonra bu acemilikleri atlatıp işi öğrendi...O günkü yönetim kurulu toplantısında Kamil'in kafası hayli bozuktu... Yumruğunu masaya vurup:‘‘Transfere o kadar para harcadık... Takımda hala golcü bir futbolcu yok... Ben seyahate çıkmadan bu işi mutlaka halletmeliyiz... Lan bu takımda golleri ben mi atacağım be!..’’ dedi...Gerçekten de haklıydı Kamil... Transfere milyarlar harcamışlar ama, becerip tüm taraftarın beklediği bir golcü futbolcuyu alamamışlardı... Liglerin başlamasına da çok az bir zaman kalmıştı... Taraftar ise ateş püskürüyordu...‘‘Şu lanet seyahate gitmeden önce bu işi bitirmek istiyorum... Şunun şurasında üçbeş günümüz kaldı, neredeyse ligler başlayacak... Biriniz Romanya'ya, biriniz Afrika'ya, diğeriniz Bosna'ya, nereye giderseniz gidin, bu golcü futbolcu işini bitirin... Tamam mı?..’’Kamil bu talimatı verdikten ve son kez masaya tekrar yumruğunu vurduktan sonra, bütün yönetim kurulu üyeleri kolları sıvadılar, işe koyuldular.O ara Kamil, Ortadoğu'nun uçsuz bucaksız dağlarının, çöllerinin tepelerinde bir ihale almıştı... Çok büyük bir işti... Ama kafasında da hep kulüp, özellikle de bu golcü futbolcu işi vardı... İş gezisine gidecekti ama, aklı burada kalacaktı...Ve Ortadoğu'ya gitmeden bir gece önce aldığı telefon Kamil'i sevinçten havalara uçurdu... Arayan yönetim kurulu üyesi Rıza idi... Afrika'dan arıyordu... Müthiş bir golcü bulmuştu... Aceleden seyretme fırsatı bulamamıştı ama, oynadığı kulübün yetkilileri anlata anlata bitiremiyorlardı adamı...‘‘Başkan görsen dalyan gibi adam... Golcülüğü yanısıra asıl önemli özelliği savunmaya yardım da ediyormuş...’’ diye anlatıyordu Rıza...Ertesi gün yanındaki Afrikalı futbolcu ile birlikte çıkıp geldi yönetim kurulu üyesi Rıza. Haber şehre yayılmıştı, kulüp binasının çevresi taraftarlarla dolmuştu. Dahası taraftarlar Afrikalı futbolcuyu şehrin girişinde karşılamışlar, omuzlara almışlardı.Başkan Kamil ve diğerleri de çok beğenmişlerdi Afrikalı'yı. Gerçekten kaya gibi çocuktu. En çok da, bir başka ülkeden golcü aramaktan o gün dönen Yugoslav antrenör bayılmıştı Afrikalı'ya.Ve Kamil'in seyahat günü geldi. Kamil yola çıkmadan önce takıma başarılar diledi. Artık içi rahattı. Gideceği yerde üç dört hafta kalacaktı ama sık sık kulübü arayacaktı.- Gerçi gittiğim yer dağın çölün tepesi, herhalde sizi bulup konuşmak çok zor olacak ama gene de arayacağım.Aradan birkaç gün daha geçti ve ligler başladı. Kamil'den ilk telefon da kendi sahalarında oynadıkları ligin ilk maçının ertesi günü geldi. Çok zor konuşuluyor, cızırtı ve parazitlerden söylenenler çok zor anlaşılıyordu. Ayrıca konuşma zırt pırt da kesiliyordu...‘‘Alooo, ben Kamil... N'oldu, maç n'ooldu?’’‘‘Üç sıfır Kamil bey üç sıfır...’’‘‘Bizim Afrikalı gol attı mı?.. Cosst. Zırr... Cazırtt... (Parazit sesleri)’’‘‘Attı abi, iki tane... Cııssst... Cazırt...’’Bir hafta sonra ki maç deplasmandaydı. Maçtan bir gün sonra Kamil gene aradı kulübü...‘‘Maç n'oldu maç?.. Çabuk konuşun gene pili bitiyor bu adi cep telefonunun... Cıssst... Pısstt.. Cazırt.’’‘‘Bir sıfır Kamil abi... Cızzttt.’’‘‘Golü kim attı?..’’‘‘Afrikalı...’’Kamil keyiflendikçe keyifleniyor... Takımın aldığı sonuçlar özellikle Afrikalı'nın golleri Kamil'i mest ediyordu.Üçüncü hafta da maçın iki sıfır olduğunu öğrenmişti. Afrikalı ise gene iki gol çakmıştı. Daha sonraki hafta ise zaten yurda dönüyordu.Dönüş için uçağa bindiğinde Türk Hava Yolları gazete dağıtıyordu. Bir gazete de o aldı. Ve hemen gazetenin spor sayfasını çevirdi. Belki takımıyla ilgili haber vardı. Birden gözleri alt köşedeki puan cetveline ilişti ve dondu kaldı. Olamazdı... Faltaşı gibi açılmış gözlerle defalarca baktı puan cetveline... Takımı son sıradaydı. Üç maç yapmış üçünde de yenilmişti. Peki o telefon konuşmaları?.. Oturduğu koltukta yığıldı kaldı.İşin aslını ise havaalanında öğrendi. Kendisini karşılamaya gelen yönetim kurulu üyelerinden Necmi:‘‘Afrikalı beş gol attı ama, hepsini bizim kaleye attı abi. Hani defansa yardım ediyormuş ya!.. Sana nalet telefonlarda anlatmak mümkün olmadı. Bu Afrikalı bize o Rıza denen hıyarın kazığı... Hem o Afrikalı'yı postalayalım, hem de Rıza'yı atalım yönetim kurulundan.’’Kamil boş gözlerle Necmi'yi dinliyordu...Bu futbol işi böyle namert bir iş işte...