Sizler bu yazıyı okuduğunuz şu sıralar, büyük kulübümüz Beşiktaş'ta da ‘‘başkanlık’’ ve yönetim seçimleri var...Kara Kartal'ı 14 yıldır başarıyla yöneten Süleyman Seba, düşündüklerini yapabilmek için göreve 2 yıl daha devam etmek istiyor...Karşısındaki muhalif grup ise, Süleyman Seba'nın 14 yıldır başkanlık yapmasının ‘‘artık yettiğini’’ söyleyip onu alaşağı etmeye çalışıyor...Oysa ‘‘37 yıllık Süleyman'ların’’ hala tepelerde olduğu bir memlekette, Süleyman Seba'nın 14 yılının esamesi okunmaz, onu düşünmüyorlar...Yahu beyler ayıptır... ‘‘37 yıllık Süleyman'lar’’ dururken, 14 yıllık Süleyman'a neden taktınız ki kafayı?..Süleyman Seba'nın karşısında bu kez ‘‘günün modasına uygun’’ bir grup var...Bu grubun başkan adayı olan İhsan Kalkavan aynı zamanda Fethullah Hoca takımında sağaçık oynuyor...Ve seçimleri bu Fethullah Hoca'cı grup kazanırsa, Beşiktaş'ta köklü değişiklikler olacağı; örneğin bundan böyle takımın sahaya paçalı don ve futbol ayakkabısı yerine mesle çıkabileceğinden söz ediliyor...Bu arada konuşulan bir konu da, Fethullah Hoca'nın durduk oturduk yerde neden birdenbire kafayı spora sardırdığı, sporla ne ilgisi olduğu konusu...Oysa, tüm yaşamında kravat takmayıp, yakası iliklenmiş mintan giyerek spor giyimi tercih etmesi, Fethullah Hoca'nın spora ne denli önem verdiğinin en büyük göstergesi!..Bir de deniyor ki, ‘‘Fethullah Hoca çok duygusal... Televizyonda izlediğimiz vaazlarında sürekli iki gözü iki çeşme ağlıyor... Beşiktaş'ın durumu da şu ara pek parlak değil... Hele kupayı da kaybederse, Fethullah Hoca bu durumu nasıl kaldıracak?..’’Valla şayet kazanırlarsa, bu işi Hoca ve takımı düşünsün...***Bizde Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş kulüplerinin başkanlığı, valla abartıyor gibi olmayayım ama, neredeyse Amerika Başkanlığı ile eşdeğerdedir...Geçmiş yıllarda bu kulüplerimizi, taraftarların oylarını egavlamak için partiler kullanırlar, türlü çeşitli yollarla bu kulüplerimizin başkanlıklarına adamlarını oturturlardı...Fenerbahçe'de Şükrü Saracoğlu, Agah Erozan, Medeni Berk, Osman Kavrakoğlu... Galatasaray'da Sadık Giz, Suphi Batur, Ali Tanrıyar... Beşikta'ta onursal başkan vaziyetiyle de olsa Recep Peker, Nuri Togay, Talat Asal ve diğerleri, partilerin kulüplere sokuşturduğu profesyonel politikacılardır... İçlerinde Başbakan'lar, Meclis Başkanları vardır...Daha sonra ise kulüplere ufak ufak bizim iş ve ticaret erbabı maydanoz olmaya başladılar...Sağolsunlar birçoğu batmakta olan kulüplerini kurtarmak için kendilerini feda edip kulüp başkanı oldular...Bugüne dek kulüplerden pek kurtulan yok ama, benim bildiğim bu arkadaşların alayının kendileri kurtuldu... Hepsinin işleri tıkırına girdi, köşe üstüne köşe oldular...Bu düzen bugün de aynen sürüyor... Bu arkadaşların kendi aralarında ‘‘Sen kulübü yeterince, kurtardın, bırak da kulübü biraz da biz kurtaralım...’’ diye tartışmalar falan çıkıyor ama, değişen pek bir şey de olmuyor...Neyse aslında bu bizim kulüp başkanlarımızı da pek eleştirmemek lazım...Ali Şen'i eleştirdik, adamın tepesi attı... ‘‘Lan ben size gösteririm... Bakın intikamım nasıl feci olacak...’’ deyip başkanlığı bıraktı, köşe yazarı oldu...Şimdi sakın ola ki sevgili Ali'nin Köşe Yazarlığı'nı eleştirmeyin... Bu defa başımıza bakan, başbakan olur, sonra vicdan azabı çekersiniz... N'apalım, bu memleket böyle!..***Şimdi gelelim bir Başkanlık öyküsüne... Kamil kendi halinde halim selim bir adamdı... Babadan zengindi, baba mesleği müteahhitliği sürdürüyordu... Babasının ölümünden sonra işin başına geçmiş, günbe gün babasından kalan serveti katlar olmuştu... Ama çok hırslıydı... İşi daha da büyütmek istiyordu...Yaşadığı il, ülkemizin küçük sayılamayacak illerinden biriydi... Doğuştan oralıydı zaten... Ama hayli çekingen olduğundan kabuğunu bir türlü kıramıyor, hayalindeki ‘‘o büyük yere’’ bir türlü gelemiyordu...Bir gün kendisini şehrin spor kulübünden aradılar, kendisiyle görüşmek istediklerini söylediler...Kulübe gittiğinde ise arkadaşları:‘‘Bak Kamil’’ dediler... ‘‘Biliyoruz senin sporla, futbolla falan ilişkin yok ama, şehrimiz senden hizmet bekliyor... Biz bunca yıl, bayrağı taşıdık ama artık bu görevi sen üstlenmeli, bu bayrağı sen taşımalısın...’’Kamil önce şaşırdı... Bir ara, ‘‘İyi ama ben futboldan anlamam, hayatımda hiç maça da gitmedim... Televizyondan bile izlemedim’’ diyecek oldu, son anda da kendini tuttu... Şaşırmıştı ama öneri de hoşuna gitmişti...Her gün gazetelerde o büyük kulüp başkanlarının boy boy resimlerini görüyor, iç geçiriyordu...Ayrıca kulüp başkanlarının iş yaşamlarında kendilerine bir alay avanta sağladıklarını da duyuyordu...Sonunda Kamil Başkan oldu... Zaten o arada lig bitti ve transfer savaşı başladı...Gazeteler transfer haberleriyle dolup taşıyordu... Romen'i, Hırvat'ı, Brezilyalı'sı Afrikalı'sı, gazetelerin spor sayfalarında yabancı futbolcu ismi ve resminden geçilmiyor, milyarlar, dahası trilyonlar havada uçuyordu...Kamil de transfer için kolları sıvamış, kesenin ağzını açmıştı... Ama hayatında maça bile gitmediğinden bu işi tamamen kulüpteki teknik adamlara bırakmıştı...Ama hırslı bir yapısı olduğundan, içi içine sığmıyor, özellikle büyük kulüp başkanlarının gazetelerde transfer ettikleri ünlü futbolcularla resimlerini gördükçe kahroluyordu...Ve bir gün tepesi attı, kulüptekilere:‘‘Ben gidiyorum’’ dedi... ‘‘Dünyanın en büyük futbolcularından birini alıp geleceğim... Gerekirse servet vereceğim... Dönüşümde büyük olay çıkacak...’’Hep birlikte başkanı uğurladılar...Bir hafta sonra ise başkan telefon etti:‘‘Yarın geliyoruz... Pek kimseye duyurmayın... Olur a sürpriz futbolcumuzu kaçırmaya falan kalkarlar... Yarın hemen mukavele yapacağız... Öbür gün stadımızda bir gösteri maçı düzenleyin... Görsünler bakalım biz transfer edersek kimi transfer ediyoruz...’’***O gün şehir stadı tıklım tıklımdı... Herkes transferi bu en büyük bombasını merak ediyor, heyecandan yerinde duramıyordu...Başkan Kamil ve yönetim kurulu da şeref tribününde yerlerini almışlardı...Önce yeni transferlerle güçlendirilmiş takım çıktı sahaya... Bir alkış koptu... Sonra stat hoparlörlerinden bir anons duyuldu:‘‘Ve geliyoor!.. Yılın transferi, büyük futbolcu, Mc Allins geliyoor!..’’Stat adeta yıkılıyordu... Tüm televizyoncular, gazeteciler ellerinde kameralar, fotoğraf makineleri sahaya çıkış kapısının önüne yığılmışlardı...Ve birden inanılmaz bir şey oldu... O koskoca stadı müthiş bir sessizlik kapladı...Bu arada Mc Allins sahaya fırlamış santraya doğru koşuyordu.Yönetim Kurulu'ndan Salih, gözleri dışarı uğramış, şeref tribününde yanında oturan Başkan Kamil'e döndü... Kekeleyerek:‘‘Başkan sen bunu nereden aldın?..’’ diye sordu...‘‘Tabii her şeyin en kralının bulunduğu Amerika'dan... Hem de tam yedi milyon dolara... Bu gördüğün adam Amerika'nın en büyük futbolcularından biri...’’Bu arada ‘‘Amerikan futbolcusu’’ Mc Allins kafasında kask, o vatkalı omuzlu elbisesi ve elindeki yumurta biçimli topuyla saha kenarında koşuyor, seyircileri selamlıyordu...***Biraz abarttık ama, üç aşağı beş yukarı bu kulüp başkanlığı işi böyledir işte...Ve siz gerisine kulak asmayın... Bu bizim Kamil gene de kulüp başkanlarının en kralıdır...