Paylaş
Antalya Altın Portakal Film Festivali bitti ama üzerine söylenenler elan sürüyor...
Bu yıl festival için bir sönük geçti lafıdır gidiyor. Oysa ben iki günlüğüne de olsa Altın Portakal’daydım. Hiç de öyle denildiği kadar sönük geçmedi.
Adam gibi paneller, basın toplantıları, sinema üzerine söyleşiler yapıldı... Filmler, çoğu yeni yapılmış, modern, güzel siremalarda gösterildi...
Ama anlaşıldığı kadarıyla festivalin sönük geçmesinden kasıt, sinemanın gelmiş geçmiş ünlülerinin bu yıl Altın Portakal’a katılmamış olmaları... Açılış günü kortejde yer almamaları...
Antalya halkı için bu festivalin kıymeti harbiyesi, yıllarca beyazperdede gördüğü, hayranı olduğu ünlüleri yakından görmek, onlara dokunup imzalarını almak vs. dir, tamam da... Bu festivalin sinema konusunda 35 yıldır üstlendiği vizyon, Türk Sineması’nı gündemde tutma adına yaptığı hizmet de gözardı edilmemeli...
Ünlülerin bu yıl festivale katılmayış nedenleri sinemayla ilgili kuruluş ve derneklerin festivale karşı aldıkları tavırmış...
Bu konuda bir alay şey söyleniyor ama, ben ‘Benim portakalım, senin portakalını döver’ muhabbetine giren arkadaşlara şunu söyleyeyim...
Artık bu ülkede film çekebilmek ekonomik nedenlerden ötürü bayağı petka isteyen zor bir zenaat oldu... Bilumum sinemalar frenk filmleriyle ablukaya alınmış durumda...
Yılda onbeş film kotarabilmek bile sinema adına başarı sayılıyor.... Sinemayı hiç değilse karınca kararınca gündemde tutan bir geleneğe posta atmanın kime ne yararı var ki?...
Altın Portakal’da ödül konusunda da hır çıktı.
En iyi film ödülünü alan ‘Yara’ filmi ülkemizi kötü tanıttığı gerekçesiyle ‘Geceyarısı Ekspresi’ne benzetildi...
Hey güzel Allahım... Peki televizyonlarda her Allahın günü, gecesi her bir cins afbuyurun üçkağıdımızı, çetemizi, dümenimizi, kimin şeyi kimin şeyinde durumlarımızı, hırsızlığı uğursuzluğu ortalık yere döküyor, bunları çarşaf çarşaf gazetelerimizde yayımlıyoruz da, bu hali pür mealimizi bir filmde beş kare geçince namusumuza mı dokunuyor?..
CANINI SEVEN SIĞINAĞA KOŞSUN
suriye ile savaş henüz başlamadı ama bizim televizyolarda neredeyse bitmek üzere...
Ekranlar patlayan bombalar, takır takır sayan makinalı tüfek görüntüleriyle dolu...
Gazeteler Suriye’yi iki saatte halledeceğimizden söz ediyor ama televizyonlarda günlerdir süren savaş görüntülerine (!) bakılırsa herifler dişli çıktı... Bir türlü işlerini bitiremiyoruz.
Arada da Apo’nun futbol oynarken çekilmiş görüntüleri geliyor ekrana...
Bir Apo’ya ‘Maraba Televole’ dedirtmediğimiz eksik...
Televizyonlarda rating savaşları vardı. Şimdi de savaş ratingleri başladı. Helal olsun bize...
BAŞINIZA KIZILKAYA KADAR KAYA DÜŞSÜN
Orhan Pamuk’un ‘Yeni Hayat’ adlı kitabı ‘Bir kitap okudum, hayatım değişti’ diye başlar...
Gülten Kızılkaya’nın da kocası öldürüldü, hayatı değişti... Kafasında başörtüsü, çoluğu çocuğuyla kendi kuytu hayatını yaşayan Gülten Kızılkaya bizim şu ünlü bir kısım medyanın da gazıyla kendini anadan yarı üryan, gazino sahnelerinde, dergi kapaklarında buluverdi.
Burada Kızılkaya’nın yadsınacak hiçbir yanı yok... Bu onun kendi seçimi... Tabi bu arada da geçimi... Zaten konumuz da bu değil. Bugünün şarkıcı, oyuncu vs. bir çok ünlü hanımı da bu mesleğe üniversiteler bitirip gelmediler, Gülten gibi kuytu, kenar yaşamlardan geldiler...
Benim anlatmak istediğim, herhalde sizlerin de tepeseni attıran, televizyonlardaki o Gülten Kızılkaya mıncırması doymak bilmez rating açlığı...
İnsan neredeyse ‘Bu hallere düşsün de malzeme olsun diye, yoksa bu kadının kocasını bir araya gelip televizyoncular mı öldürttü?’ diye televizyonculardan şüpheleniyor...
Allah aşkına bırakın şu kadının peşini... Zaten yeterince var, bir de başımıza Gülten Kızılkaya’yı tebelleş etmeyin...
Paylaş