Biz Necati'yi ilk kez bizim Üsküdar İmrahor'daki Manav Mehmet'in kahvesinde gördük... Manav Mehmet hem kahvenin hem de kahvenin karşısındaki manav dükkanının sahibiydi...Necati kahveye geldiği ilk günler pek kimsenin dikkatini çekmemişti... Olsun olsun biraltmış biraltmışbeş boylarında ufarak çelimsiz biriydi... Otuzbeş kırk yaşları civarında görünüyordu...Kahveye geldiğinde kenarda kıyıda bulduğu boş bir masaya oturuyor, çayını söyleyip bir yandan elindeki tespihi çekiyor, bir yandan da gözünü karşı duvara dikip, hiç ses etmeden duvara bakıyordu...Arasıra şöyle bir dışarı çıkıp dolanıyor, sonra tekrar yerine oturup tekrar duvara daldırıyordu...Arada bir de aniden kulaklarını dikiyor... Sanki etrafı dinliyordu... Sonra tekrar sakinleşiyor, çayını içip tespihini çekmeyi sürdürüyordu...Kahveye öğleden sonraları geliyor, on onbeş bardak çay içip akşamüstü gidiyordu... Kimseyle de tek kelam etmiyordu... Ama, Allahı var gelip giderken biraz çekingen bir biçimde de olsa elini şöyle göğsüne götürüp, herkese selamını da veriyordu...Söylenene göre Ufarak Necati Mersin'liydi... (Ufarak diyorum, daha sonra ufak tefekliği nedeniyle Necati'nin lakabı Ufarak oldu...) Kahvenin iki sokak ötesine yeni taşınmıştı... Komşuların dediğine göre evden gece çıkıyor, eve sabah geliyordu... Ailesi ise pek ortalıkta görünmüyordu...***O zamanlar bizim İmrahor'da çok saydığımız bir Reşat Baba vardı... Seksenine merdiven dayayan Reşat Baba, çok görmüş geçirmiş bir adamdı... Bilmediği yoktu...Bir gün gene Manav Mehmet'in kahvesindeydik... Arkadaşlarla bilardo oynuyorduk... Söz bir ara Necati'den açıldı...Reşat Baba, ‘‘Mersinli demiştiniz değil mi?.. Ben de günlerdir bakıp duruyorum... 'Yahu ben bu yiğidi nereden tanıyorum acaba?..' diyorum. Sonunda çıkardım... Bu Necati kim biliyor musunuz?.. Benim askerlik arkadaşım Mersinli Yedibela Necati'nin torunu... Zaten oturuşu, kalkışı, tespih çekişi, çay içişi, duvara bakışı aynen dedesi... Bunun dedesi var ya bunun dedesi; yalnız Çukurova'yı değil tüm Güneydoğu'yu titretirdi... Aman ha bu Necati'ye dikkat edin...’’Ertesi gün Ufarak Necati gene sessizce kahveden içeri girdi...Kahveci Manav Mehmet cam kenarında pişti oynayanları ‘‘İttirin lan buradan... Buraya Necati abiniz oturacak...’’ diye kovalayıp Necati'yi cam kenarında oturttu... Ardından da koşup hemen Necati'nin çayını getirdi...Reşat Baba'nın anlattıklarından sonra biz de artık gözümüzü Ufarak Necati'ye dikmiştik...Necati kahveye gelip oturduğundan çayını içerken birdenbire gene gözü seğiriyor, her zamanki gibi gene kulaklarını dikip etrafı dinliyordu...Sanki hasımlarını kolluyor gibi bir hali vardı...Necati o gün gene on onbeş çay içip akşama kadar kahvede oturdu...Tam çay paralarını verip kalkacak, Kahveci Mehmet elini tutup ‘‘Senin için paranın lafı mı olur ağam, koy onu cebine... Bir kusurumuz oldu ise de bizi affet’’ dedi.Şaşıran Necati kapıdan çıkarken de ite kaka eline karşıki manav dükkanında hazırlattığı koca bir fileyi tutuşturdu...Gene o günlerde bir gün Necati utana sıkıla Manav Mehmet'e, ‘‘Buraların yenisiyim... Şöyle iyice, ucuz bir kasap var mı abi buralarda?..’’ diye sordu...O sıra kahvede oturan ve Niyazi'nin bu arzusunu duyan semtin ünlü kasabı Hakkı yerinden fırladı, bütün bir kuzuyu anında Ufarak Necati'nin evine koşturdu...Ve giderek durduk oturduk yerde Necati'nin namı yayılmaya başladı... Yalnızca bizim İmrahor'da değil, Ufarak Necati'yi tüm Üsküdar, dahası Kadıköy havalisi de duymaya başlamıştı...Necati İmrahor caddesinden örneğin şöyle Doğancılar'a doğru yürürken tüm esnaf kapıya çıkıp Ufarak Necati'ye selam duruyordu...Necati ise her zamanki gibi sakin ve alçakgönüllü idi...Zaten millet de Necati'nin en çok bu durumunu takdir ediyordu...‘‘Baba dediğin böyle olacak... Hazmedecek kabadayılığı...’’‘‘Abi zaten adam Mersin'li... Ne demişler, herkes gider Mersin'e bu Mersinli'ler de gider tersine... Yani bunların tersi moktur... Dalgayı çakıyor musun?..’’***O ufak tefek görünümlü Necati artık belli ki yürekli ve bilekli biriydi...Evinden gece çıkıp, sabah geldiğine bakılırsa da gecelerin adamıydı... Yani ortalığı belli ki geceleri kasıp kavuruyordu...Bir gün kahvede otururken biraz bozuk bir şekilde içeri Necati girdi... Elinde bir zarf vardı... ‘‘Mehmet abi herhalde bir yanlışlık olmuş’’ deyip zarfı çay ocağının önündeki masada oturan kahvenin sahibi Manav Mehmet'in önüne attı...Anlaşıldı ki Manav Mehmet bilcümle esnaftan para toplamış, hafif tertip haraç anlamında Necati'ye yollamıştı...Manav Mehmet zarfı geri getiren Ufarak Necati parayı az bulup bozuldu zannetti, bu kez İmrahor esnafından iki mislini topladı...Birgün hepimizin gözü önünde berber Ziya, ‘‘Abi şu müteahhit Azmi zamanında yalvardı yakardı borç istedi... Elimde avucumda ne varsa verdim... Şunca zaman geçti alamıyorum... Oğlanı evlendireceğim, n'olur şu parayı al ondan abi, hakkın evvellallah bakidir’’ diye kapandı Necati'nin ellerine... Sonra da salya sümük ağlamaya başladı...Berber Ziya bunları anlatırken şaşıran Necati ‘‘Şey, Ziya abi...’’ filan diyecek oldu ama, Ziya'nın hüngür hüngür ağlamasına dayanamayıp ‘‘Tamam üzülme, bakarız çaresine...’’ diyerek kalktı gitti...Ve ertesi gün de Ziya'nın parasını şakkadanak getirip eline verdi...Hepimiz ‘‘Lan kabadayı dediğin böyle olacak aşkolsun valla, nasıl aldı parayı...’’ diye şaşırıp kaldık...Daha sonraki günlerde birgün, kiracısından üç aydır kirasını tahsil edemeyen bu yüzden de ameliyat olması gereken annesini ameliyat ettiremeyen biri daha geldi Ufarak Necati'ye... Adamı uzun uzun dinleyen ve duygulanan Necati iki gün sonra o arkadaşın parasını da saydı eline...Ve Necati'nin ünü giderek daha yayıldı... Artık herkes birbirine Necati'nin inanılamayacak maceralarını anlatıyordu...Bu arada duyuyordu ki, yeraltı dünyası Necati'den rahatsız olmuştu... Necati'yi vurduracakları söyleniyordu...Bir gece Necati'nin evinin önünde ellerinde ikişer adet tabanca vurulmuş iki kişi bulundu...Görünene göre Ufarak Necati üstüne salınan herifleri temizlemişti... Necati hakkında soruşturma açıldı ama sonuçta birşey çıkmadı...Ve bir gün duyduk ki, Necati bizim semtten gitmeye karar vermiş...Polisler Necati'yi kahvenin iki sokak ötesindeki kirada oturduğu evinden eşyalarını kamyona yüklerken yakaladılar...İmrahor'un bir kısım ihtiyar takımı savcılığa dilekçe yazmışlar ‘‘Haraç almak, alacak tahsil etmek vs.’’ gibi suçlardan Necati hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı...***Oysa daha sonra öğrendiğimize göre Necati'nin bu taraklarda hiç bezi yoktu...Necati bir şirkette gece bekçiliği yapıyordu... Evinden gece çıkıp sabah dönmesinin nedeni buydu...Biz Reşat Baba'nın dolduruşuyla hepçek adamcağızı ‘‘Baba’’ yapmıştık...Ufarak Necati, alacağını alamadığını, bu yüzden kızının düğününü yapamadığını salya sümük ağlayarak anlatan berber Ziya'ya ve kirasını tahsil edemediğini söyleyen öbür herife o paraları, durumlarına yüreği dayanamadığından karısının bileziklerini satarak getirmişti...Evinin önünde bulunan o iki mafya tetikçisi ise, namı yürüyen Necati'yi önce hangimiz vurup şöhret olacağız kavgasına girmiş birbirlerini vurmuşlardı...Mahallenin o ihbarından sonra Necati yargılanmak üzere tutuklandı... Sanırım birkaç ay da cezaevinde yattı...Zaten ondan sonra biz de Necati'yi unuttuk...***Aradan bir iki yıl geçti... Bir gün gene Manav Mehmet'in kahvesinde otururken, kahvenin önünde zank diye siyah bir Mersedes durdu... İçinden bir alay adam indi...Ve kahvenin kapısına bir tekme patlatarak içeri arkasında üç adamı bizim Ufarak Necati girdi... Elinde tespih, gene o köşedeki eski yerine oturdu... Gözünü beyaz duvara dikip Manav Mehmet'e, ‘‘Git esnaftan hoşgeldin vergilerini topla...’’ dedi.Sonra da bize döndü, ‘‘Az ilerde deniz kenarında bir yalı aldım, yani gene buralıyım’’...Ve daha sonra yıllarca canımıza okudu... Haracını da aldı, t
button