Tekin Aral

Arena

17 Ekim 1998
Uğur Dündar geçtiğimiz gece Arena'da her zaman olduğu gibi gene bir alay melaneti, hırsızlığı, uğursuzluğu, katili vs.'yi ekranlara getirdi... Bir tetikçiyi de milletin huzurunda görevli kanun adamlarına teslim etti...N'apsın Uğur?.. Görevi asıl yapması gerekenler vurdumduymaz olunca, arada bir iş böyle başa düşüyor...Benim aklımın almadığı şu: Uğur yıllardır programlarında bir alay rezaleti, cinayeti, soygunu vs.'yi ortaya çıkarıyor... Bunu da hepi topu beş altı kişilik kadrosuyla yapıyor...Peki bu işleri onca güçlü o devlet kadroları neden yapamıyor ki?..Bir de özel sektöre bozuk atıyoruz... İşte size yararlı bir özel sektör Uğur Dündar...PORTAKAL SUYUGeçen gece ‘‘Kanal 6’’daki Dr.Stress programında Nedim Saban günlerdir bir türlü tartışması bitmeyen Antalya Altın Portakal Film Festivali'ni ekrana getirdi...Ama, yapımcı, rejisör, oyuncu, eleştirmen, sinema derneği temsilcisi, festival yöneticisi birçok değerli arkadaşın katıldığı programda, arkadaşlar affetsinler öylesine havanda su dövüldü ki, sanki bu tartışma Altın Portakal için değil de portakal mevsiminin gelmesi nedeniyle yapılmış gibi oldu...Bildiğiniz gibi sinema dernekleri bu yılki festivali boykot etmişler; derneklerine üye ünlü sanatçıları Antalya'ya göndermemişler, bu nedenle de bu yılki festival sönük geçmişti...Biz de bu tartışmada saatlerce bu boykotun gerçek nedenlerini öğreniriz diye bekledik... Ve de, ‘‘Herhalde bu neden, sinemanın derin konularından kaynaklanan bir nedendir...’’ diye umduk...Ama anlaşıldı ki Anadolu deyişiyle durum ‘‘Oğlan ağlar, derdi çörek’’ bir durumdur...Anlaşıldığı kadarıyla festival ile sinema kuruluşları arasındaki sürtüşmenin nedeni pek öyle sinemanın sorunları ya da ilkeleriyle ilişkili değil, biraz parasal, biraz da örneğin davetli sanatçıların dönüşte geç saatlerdeki uçaklarla İstanbul'a gönderilmeleri falan gibi sorunlardır vs...Valla ben o geceki tartışmada durumun vaziyetini böyle anladım...Olaya telefonla müdahil konuşmacı olarak katılan, derneklerden birinin başkanı ve gerçekten çok değerli bir oyuncu olan Rutkay Aziz bile, sanki yukarılardan, bulutların arasından geliyormuşçasına insanı etkileyen o etkin sesiyle bir alay şey söyledi ama, o konuşmalar da ekranda asılı kaldı...Bu arada sinemayla ilgili aklıbaşında bir alay şey de konuşuldu ama, bu Antalya Festivali, sinema dernekleri çatışmasından benim anladığım, yukarıda söylediklerimin tıpkısının aynısı...Şayet ben yanlış anladıysam, arkadaşlar beni affetsinler...TURNİKEDili belası çektiği üçbuçuk yıl tek ayakta durma cezasını bitiren Güner Ümit yeniden ekranlara döndü...Edindiğimiz bilgilere göre özellikle ‘‘Turnike’’nin ilk gecesi reytingleri alt üst etmiş... Valla ne etmişse az etmiş...İnsan o kızlarla bırak reytingleri, dünyayı alt üst eder...Programın dekoru, o birbirinden güzel kızlar, ışıklar bana bir tarihte bir punduna getirip gittiğim Las Vegas'ı hatırlattı... Turnike'yi izlerken içimden bir ‘‘Ooof of’’ çektim...Güner Ümit klasik deyişiyle konusuna hakim, sahne sempatisi olan, programına çaktırmadan otoritesini de koyan başarılı bir sunucu, show adamı, tamam da, konuşurken gene ağzından her an bir bakla çıkaracak diye insanın ödü kopuyor...Yeni ‘‘Turnike’’de dekor farklı, kızlar farklı, felsefe farklı, ama farklı olmayan, süren bir şey var... O da gene programa katılanların yalvar yakar halleri ve o durumun üstüne üstüne gidilmesi...Onca modern görünüm içinde bu yalvar yakar muhabbet şık durmuyor...Ekranlara hoş geldin Güner Ümit... Kızlar siz de hoş geldiniz... Valla hem de çok hoş geldiniz!..TELEFON REKLAMITelevizyonlarda garip bir cep telefonu reklamı var...Önce ekranda bir tuvalet masası başında oturmuş, tam o ‘‘yeme de yanında yat’’ dedikleri cinsten kepenkleri hayli açık bir hatun görülüyor...Önce hatunun yakın plan yüzü geliyor ekrana ve bu arada ‘‘Bir burun kaldırma operasyonun fiyatı bilmem şu kadar’’ diye bir ses duyuluyor...Arkadan da bu afetin önce popoya kadar açık sırtı ve yuvarlak poposu, sonra tekrar yüzü, daha sonra da gözümüzün içine giren dolgun, cıbıl göğüsleri ekrana getirilirken, bu kez de kalça ve göğüs güzelleştirme operasyonlarının bilmem ne kadarlık fiyatlarından söz ediliyor...Ve derken geliniyor sadede...‘‘Evet, bu işler bu kadar bu kadar çok para ama, falanca marka cep telefonu sudan ucuz, yalnızca bilmemkaç milyon lira... Hem de taksitle.’’Ben bu reklamı ne zaman seyretsem, o anadan yarı üryan hatunla, cep telefonu arasında pek bir ilişki kuramıyorum... Yani tam, ‘‘uysa da uymasa da’’ tarzı bir reklam...O zaman ben bu arkadaşlara bir akıl vereyim:Arkadaşlar, o cep telefonlarının ekranına promosyon olarak o hatunun telefon numarasını da yazın, o telefonlardan milyonlarca satmazsanız adam değilim...
Yazının Devamını Oku

Hayırlısı olsun

3 Ekim 1998
TGRT yeni yayın döneminde yaptıklarını tanıtma amacıyla bir davet verdi...Çok çok ünlü, benim de çok sevdiğim Emma Shaplin mini bir konser verdiği gece çok keyifli geçti...Gecede ‘‘007’’, ama görünüşüne göre 00 77 bir durumda olan emekli James Bond Roger Moore bile vardı...TGRT'nin genç, heyecanlı, yenilikçi bir yöneticisi var... Ben de o gece görüp, tanıdım, çok da beğendim... Hep birlikte yeni TGRT'lere inşallah... Başka ne diyelim ki?..KLİPSİZ KASET OLMAZŞu ara televizyonların başköşelerinde Alaattin Çakıcı'nın kasetleri var...Bilumum televizyon kanalları kasetçalarlarına koyuyor Alaattin'in kasedini, haberciliğine habercilik katıyor...Alaattin Çakıcı da onca şöhretine rağmen, ‘‘Kasetsiz şöhret olunmaz’’ ilkesi doğrultusunda, her Allah'ın günü piyasaya kaset üstüne kaset sürüyor...Unkapanı piyasasında kasetler kar amacıyla hazırlanıp piyasaya sürülür...Ama Alaattin'in piyasaya sürdüğü kasetler, zararına kasetler...Zira bir alay sözümona saygın olması gereken kişiyi yerin dibine sokuyor, iflas ettiriyor...Biliyorsunuz bu kasetçilikte bir kural var... Kasetin en tutan parçasına ‘‘klip’’ yapılıyor... Yani klibin olmazsa kasetinin de hiçbir kıymeti harbiyesi yok...Ben de düşündüm taşındım, ‘‘Yahu Alaattin'in kasetlerinin niye bir klibi olmasın’’ dedim... Yukarıdaki ‘‘klibi’’ gerçekleştirdim...Bu klibin gerçekleşmesinde emeği geçen Eyüp Aşık, Meral Akşener ve arkadaki dans grubuna teşekkürlerimizi sunuyoruz...HANDE'YLE SÖYLEŞİMum kokulu kızımız Hande Ataizi'yle yapılan röportaj önce bizim gazetede çıktı...Sonra da bazı televizyon kanalları her zamanki gibi büyük televizyonculuk başarısı göstererek bizim gazete söyleşinisi alıp Hande ile ilgili kocaman kocaman haberler yaptılar...Neyse konumuz bu değil zaten...Hande hanım uzun süredir pahalı otellerde kalıyor, söylenene göre sular seller gibi para harcıyormuş... Bu da bizim bir kısım medyanın dikkatini çekmiş... Ve de bizim bir kısım medya Hande'ye, ‘‘Nereden buldun?..’’ yasasını uygulamış...Söyleşisinde Hande sağolsun her bir şeyi dobra dobra anlatıyor, ‘‘Nereden buldun?..’’ diye saçma sorular soranlara da, ayda 40 milyar lira para kazandığını söylüyor... Allah daha fazlasını da versin, helali hoş olsun...Ama Hande'nin yaptığı bu söyleşide kafasını taktığı bir şey var...O da, bir üniversitede eğitim görevlisi olarak çalışan ve profesör olan annesinin aldığı maaş...Hande bu konuda, ‘‘Koskoca bir profesör olan annemin 200 milyon maaş alması, devletin ayıbıdır...’’ diyor...Hande Ataizi burada yerden göğe haklı... Zaten bu ayıbı hepçek biliyor ve yaşıyoruz...Ama tabii bunun da bir alay nedeni var...Şarkıcısı, türkücüsü, futbolcusu (kesinlikle onlarla aynı kefeye koymuyorum) kredicisi trilyonları götürünce, geriye para kalmıyor... Profesörlerimiz ve benzerleri de geriye kalandan paylarına düşenle ve eski deyimiyle kifaf-ı nefs ediyorlar... Yani kalanla yetiniyorlar...Ve de işin asıl gerçeği, Hande kadar güzel değiller... Ayrıca da mum kokmuyorlar... N'apalım, yaşam dediğin de bu işte...
Yazının Devamını Oku

Hayırlısı olsun

2 Ekim 1998
TGRT yeni yayın döneminde yaptıklarını tanıtma amacıyla bir davet verdi...Çok çok ünlü, benim de çok sevdiğim Emma Shaplin mini bir konser verdiği gece çok keyifli geçti...Gecede ‘‘007’’, ama görünüşüne göre 00 77 bir durumda olan emekli James Bond Roger Moore bile vardı...TGRT'nin genç, heyecanlı, yenilikçi bir yöneticisi var... Ben de o gece görüp, tanıdım, çok da beğendim... Hep birlikte yeni TGRT'lere inşallah... Başka ne diyelim ki?..KLİPSİZ KASET OLMAZŞu ara televizyonların başköşelerinde Alaattin Çakıcı'nın kasetleri var...Bilumum televizyon kanalları kasetçalarlarına koyuyor Alaattin'in kasedini, haberciliğine habercilik katıyor...Alaattin Çakıcı da onca şöhretine rağmen, ‘‘Kasetsiz şöhret olunmaz’’ ilkesi doğrultusunda, her Allah'ın günü piyasaya kaset üstüne kaset sürüyor...Unkapanı piyasasında kasetler kar amacıyla hazırlanıp piyasaya sürülür...Ama Alaattin'in piyasaya sürdüğü kasetler, zararına kasetler...Zira bir alay sözümona saygın olması gereken kişiyi yerin dibine sokuyor, iflas ettiriyor...Biliyorsunuz bu kasetçilikte bir kural var... Kasetin en tutan parçasına ‘‘klip’’ yapılıyor... Yani klibin olmazsa kasetinin de hiçbir kıymeti harbiyesi yok...Ben de düşündüm taşındım, ‘‘Yahu Alaattin'in kasetlerinin niye bir klibi olmasın’’ dedim... Yukarıdaki ‘‘klibi’’ gerçekleştirdim...Bu klibin gerçekleşmesinde emeği geçen Eyüp Aşık, Meral Akşener ve arkadaki dans grubuna teşekkürlerimizi sunuyoruz...HANDE'YLE SÖYLEŞİMum kokulu kızımız Hande Ataizi'yle yapılan röportaj önce bizim gazetede çıktı...Sonra da bazı televizyon kanalları her zamanki gibi büyük televizyonculuk başarısı göstererek bizim gazete söyleşinisi alıp Hande ile ilgili kocaman kocaman haberler yaptılar...Neyse konumuz bu değil zaten...Hande hanım uzun süredir pahalı otellerde kalıyor, söylenene göre sular seller gibi para harcıyormuş... Bu da bizim bir kısım medyanın dikkatini çekmiş... Ve de bizim bir kısım medya Hande'ye, ‘‘Nereden buldun?..’’ yasasını uygulamış...Söyleşisinde Hande sağolsun her bir şeyi dobra dobra anlatıyor, ‘‘Nereden buldun?..’’ diye saçma sorular soranlara da, ayda 40 milyar lira para kazandığını söylüyor... Allah daha fazlasını da versin, helali hoş olsun...Ama Hande'nin yaptığı bu söyleşide kafasını taktığı bir şey var...O da, bir üniversitede eğitim görevlisi olarak çalışan ve profesör olan annesinin aldığı maaş...Hande bu konuda, ‘‘Koskoca bir profesör olan annemin 200 milyon maaş alması, devletin ayıbıdır...’’ diyor...Hande Ataizi burada yerden göğe haklı... Zaten bu ayıbı hepçek biliyor ve yaşıyoruz...Ama tabii bunun da bir alay nedeni var...Şarkıcısı, türkücüsü, futbolcusu (kesinlikle onlarla aynı kefeye koymuyorum) kredicisi trilyonları götürünce, geriye para kalmıyor... Profesörlerimiz ve benzerleri de geriye kalandan paylarına düşenle ve eski deyimiyle kifaf-ı nefs ediyorlar... Yani kalanla yetiniyorlar...Ve de işin asıl gerçeği, Hande kadar güzel değiller... Ayrıca da mum kokmuyorlar... N'apalım, yaşam dediğin de bu işte...
Yazının Devamını Oku

Kartal

27 Eylül 1998
Ülkemizde politika günden güne daha da kirleniyor, dahası af buyurun, işin giderek iyice moku çıkıyor...Ben geçmiş yıllarda bu politikacı taifesiyle biraz teşriki mesaide bulundum... Onların bir bölümünü yakından tanıma şerefine nail oldum...Gerçi bugünküler gibi onlar da memleketi adam gibi yönetemiyorlardı ama, hiç değilse bugünkü kadar rezilliğin bini bir para değildi...İçlerinde şamatası bol, bayağı gırgır, dahası sevimli bir alay da adam vardı...Şu ara bildiğiniz gibi, ülkede sanki bir halt değişecekmiş gibi bir yandan seçim, yani vatandaşı tekrar ketenpereye getirme durumları konuşuluyor... Sanki Büyükada'da eşek sırtına binip tur atılacakmış gibi, seçim iki turlu mu, tek turlu mu olsun, tek tek mi, mahallisi - geneli bir arada mı yapılsın pazarlıkları yapılıyor...Ben size bir şey söyleyeyim mi?.. Turlusunu, tursuzunu, mahallisini, genelini, alayını bir yana bırakın... En iyisi bundan sonraki yıllar dahil, bu memlekette yapılacak ne kadar seçim varsa hepsi bir kerede yapılsın... Bir seferde onlar da kurtulsun biz de kurtulalım... Tepemize hep ayni Konu mankenleri geleceğine göre hiçbirşey değişmeyecek nasıl olsa...Yazının başında, bir zamanlar bu politikacı takımıyla bulunduğum teşriki mesaiden söz etmiştim...Ve şimdi gelelim bu konuda başımdan geçmiş sapına kadar gerçek olaya...SEÇİM AFİŞİ1965 seçimleri yapılacak, ben de o yıllar Ankara'da bir gazetede karikatür çiziyor, ayrıca patronun kızının çeyizlik yastık yüzlerine desen çizmek dahil, gazetede çizgi ile ilgili ne kadar iş varsa yapıyorum...Çalıştığım gazetenin o zamanların ünlü bir partisi ile de ilişkisi var... Aslında partinin kendisinden çok, yaptığı matrak konuşmalarla Meclis'i birbirine katan lideri ünlü... Hadi adlarını da söyleyeyim, parti Millet Partisi, o ünlü lideri de Osman Bölükbaşı...Bir gün gazetedeki odamda çalışıyorum, içeri gazetenin yazıişleri müdürü girdi...‘‘Yahu Tekin, bizimkiler partinin seçim afişlerini yaptırmak için ressam arıyorlar... Fena da para vermeyeceklermiş... Ben de senin adını verdim, yapar mısın?..’’ dedi.O zamanlar gazeteden para yerine bize iade gazeteleri veriyorlar... Biz de bunları kesekağıdı yapıp satıyor, açlıktan ölmekten böyle kurtuluyoruz... Yani ekonomik durumun vaziyeti üç aşağı beş yukarı böyle...‘‘Ne iş olsa yaparım abi...’’ dedim bizim yazıişleri müdürüne...Ertesi gün de bizim yazıişleri müdürüyle kalktık partiye gittik... Seçimlere aşağı yukarı birbuçuk ay falan var... Parti anababa günü, odalardan odalara adamlar koşturuyor, listeler hazırlanıyor, kısacası bir patırtıdır gidiyor...Bizim müdür beni partinin seçim propogandası çalışmalarının yapıldığı toplantı odasına götürdü...Koca bir masanın başında Osman Bölükbaşı oturuyordu... Masanın çevresinde de hepsinin önlerinde kağıt kalem, yönetim kurulu üyeleri dizilmişlerdi...Ve seçim afişleri için sloganlar bulmaya çalışıyorlardı... Bizim müdür beni tanıttı... Pek birşeye benzetemediler ama, ‘‘Otur bakalım delikanlı’’ deyip bana da kenarda bir yer gösterdiler...Herkes bir söz buluyor, bulduğunu yüksek sesle söylüyordu... Kimi beğeniliyor, kimine karşı çıkılıyordu...Buldukları sözler de daha çok şu karamela şekerlerinden çıkan manileri anımsatıyordu...Bir ara bu şarkı sözü gibi lafları duydukça ben de kendimi kaptırdım, bir iki dörtlük de ben attırdım...Çok beğendiler... Hele söylediğim ‘‘Konma daldan dala... Ver oyunu Kartal'a’’ sözünü seçimlerde baş slogan yaptılar...Bugün nasıl ‘‘Bal yapmayan arı’’, ‘‘Türbanlı Beyaz At’’, ‘‘Uçamayan Güvercin’’, ‘‘Hergün istikameti değişen Ok'lu’’ vs. parti amblemleri varsa, sözünü ettiğim Bölükbaşı'nın partisinin amblemi de ‘‘Kartal’’dı...VE KARTALNeyse sonunda sloganlar belirlenip, bana verildi... Zaten iş de basitti... Afişlerde seçim yasası gereği parti amblemlerinden başka resim kullanmak yasaktı... Afişlere o karamela şekerlerinden çıkan manilere benzer sözler konacak, afişlerde resim olarak da yalnızca partinin amblemi olan ‘‘kanatlarını açmış Kartal’’ resmi bulunacaktı...O sıralar başta bir koalisyon hükümeti vardı... Bu partinin de ohükümette iki bakanı bulunuyordu... Bu başkanlardan biri, aynı zamanda partinin genel sekreteri de olan ve partinin seçim kampanyasını yöneten ‘‘İbrahim Bey’’di... (Boşverin, gelin gerçek adını vermeyelim...)Ben sonraki günler daha çok İbrahim beyle çalışmaya başladım...İbrahim bey şöyle iriyarı, hoşsohbet, çok çabuk parlayan, tatlı sert bir adamdı...İlk gün ona yaptığım bir iki küçük afiş eskizini götürdüm... Şöyle bir baktı...‘‘N'aptın oğlum bunlar küçük olmuş...’’ dedi...‘‘Efendim bunlar eskiz...’’‘‘Ne eskisi kardeşim... Bunları senin gözünün önünde daha yeni yazmadık mı?..’’Ama İbrahim beyin en çok titizlendiği, afişlerde yer alacak olan partinin amblemi Kartal konusuydu ve bana sürekli aynı şeyi söylüyordu...‘‘Bak delikanlı... Kartalı öyle bir çizeceksin ki, şöyle kanatlarını açmış, göğsündeki tüyler iyice kabarmış olacak... Bu göğsündeki tüyler çok önemli ha... Hadi bakalım göreyim seni...’’Biraz da açlık havliyle, işte bir sakatlık olmasındiye çılgınlar gibi çalışıyordum... Sağdan soldan bulabildiğim ne kadar Kartal resmi varsa toplamış, çalışırken onlara bakıyordum...Uzatmayalım sonunda afişler bitti... Dediğim gibi seçim zamanı olduğundan partide sabahlara dek çalışılıyordu... Afişleri bir gece yarısı bitirdiğimden vakit geçirmeksizin partiye, İsmail beyin yanına koştum...İsmail bey afişlere şöyle bir baktı... Sonra hafif bozuk çalarak:‘‘Olmamış’’ dedi... ‘‘Kartalın göğsündeki tüyler olmamış... Sana söyledik değil mi, şöyle iyice kabaracak, heybetli olacak...’’‘‘Beyefendi daha nasıl olsun... Şu tüylere bakın, nasıl kabarık...’’‘‘Bu mu kabarık?.. Sen hayatında kartal görmemişsin be!..’’Derken iş inada bindi... Bakan bey koridora çıktı... Kimi yakalarsa afişleri gösterip, ‘‘Şuna bir de sen bak... Kartal heybetlenince göğsündeki tüyler böyle mi olur?..’’ diye sormaya başladı...Kimi birşey demiyor, kimi, ‘‘Valla fena olmamış...’’ falan diyor, Bakan da bu arada gittikçe sinirleniyordu...Derken birden bana döndü...‘‘Gel bakalım gidiyoruz...’’ dedi... ‘‘Kartal heybetlenince tüyleri nasıl oluyormuş göreceksin...’’Aşağı inip bindik Bakan'ın arabasına... Gece yarısının saat bilmem kaçı... Biz Bakan'ın arabasıyla bir yerlere gidiyoruz...Şimdi, sallıyor, diyeceksiniz ama, yalanım varsa şerefsizim... Ve geldik Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi'ne...Bekçiler koştular... Bakan:‘‘Beni kartal kafeslerine götürün...’’ dedi.Bekçinin elinde el feneri, bir Kartal kafesinin önüne geldik... İçerde bir Kartal uyuyor... Bekçi, Bakan'ın talimatı üzerine elindeki uzun sopayla, ‘‘Kışt kışt’’ diye diye kartalı ürkütmeye çalışıyor... Kartal ürkecek de biz de göğsündeki tüylerin nasıl kabardığını göreceğiz...Ama Kartal, hani ‘‘Bir zamanlar kartaldı’’ diye bir televizyon dizisi vardı... Herhalde o Kartal... Kartal şöyle bir iki debelenip kafayı kaldırdı... Sonra gene yattı, uyudu...Bakan bekçiye döndü:‘‘Başka kartal yok mu?..’’‘‘Bi tane daha vardı ama iki gün önce öldü... Yiyecek almıyorlar ki hayvanları besleyelim bey...’’ dedi bekçi...Sonra arabaya döndük... Bir süre gittik... Bakan biraz da bozuk çalarak:‘‘Peki kardeşim, sen nasıl biliyorsan öyle yap kartalın göğüs tüylerini...’’ dedi...
Yazının Devamını Oku