Yukarıdaki başlığı görüp sakın sizlere sinema tarihindeki yerini ve sinema maceralarını anlatacağımı sanmayın...Zira ben o işi kalbime gömdüm... Bu arada, çevirdiğim film sonrası, oyuncu olarak değerini bilmeyen Türk sinema seyircisine de asla kırgın değilim... N'apalım, zevkler ve renkler tartışılmaz!..Bu yazıyı yazma nedenim, sizleri dünya sineması konusunda bilgilendirmek, sizleri Sinema Tarihi konusunda aydınlatmak...Biliyorsunuz bir süre önce Oscar Ödülleri dağıtıldı... Şu an da ‘‘17. Uluslararası İstanbul Festivali’’ sürmekte... Yani şu aralar tam ‘‘hayatımız sinema’’ bir durumdayız...Sizim Tempo dergisi işte bu nedenle önceki hafta bir ‘‘Dünya Sinema Tarihi’’ eki yayımladı...Ama yayımladıkları ek öylesine yanlış bilgilerle dolu ki... Son günlerin moda deyimiyle, ‘‘Ağzı olan herkes konuşuyor, bildiği bilmediği konularda ahkam kesiyor...’’ anlayacağınız...Bunun üzerine kolları sıvadım... En hakiki ve gerçek Dünya Sinema Tarihi'ni sizler için yeniden kaleme aldım...Şimdi Sinema'yı bir de benden dinleyin...Sinemanın mucidi Louis ve Aguste Lumiere kardeşler...Bir rivayede göre Louis Lumiere birgün yolda yürürken yerde bir sinema bileti buluyor... Bileti koşarak hemen eve götürüyor ve kardeşi Ağuste'ye gösteriyor... Ve iki kardeş bilet ziyan olmasın diye sinemayı icat etmeye karar veriyorlar...Ayrıca biletin üzerinde ‘‘21.15’’ yazdığından sinema makinesini de aynı gün ‘‘21.15’’e yetiştiriyorlar...***Charlie Chaplin yani ‘‘Şarlo’’ sinemanın büyük yıldızıydı...Şorla, sırtındaki frağı, papyonu, badem bıyığı, melon şapkasıyla soytarılığın soylusunu yapıyor, dünyayı hicvediyordu... Bu arada müthiş de bir sinema yapıyordu...Ama sonra aynı kılıkta başka ‘‘soytarılar’’ çıktı... Üstelik bunlar ülkeleri de yönetmeye başlayınca, Şarlo'nun pabucu dama atıldı...Rudolf Valentino dünyada kadınları perişan eden ilk sinema jönüdür... Gençler kusura bakmasınlar ama, dünyada ilk saç ‘‘jel’’ini kullanan da Valentino'dur... Şimdi bu ‘‘jel’’ denen dalgaya o zamanlar briyantin denirdi, ‘‘Necip Bey’’ marka briyantin de bunların kralıydı...Yönetmen James Whaley'in yönettiği ve Boris Karlof'un oynadığı ‘‘Frankenştayn’’ filmleri milyonlarca insanın sinemalarda korkudan altlarını ıslattıkları ilk korku filmleridir... Bugünkü o meşhur ‘‘Kanatlı Orkid’’ o günlerin sinema girişlerinde satılsa, inanın bugün kazandığının on mislini kazanırdı...Sinemanın ikinci büyük korkutucusu, Alfred Hitckcock'dur... Onun, ruh hastası rolünü Anthony Perkins'in oynadığı ‘‘Psycho’’ filmleri hasılat rekorları kırmıştı...Ama daha sonraları alayımız ruh hastası olduğumuzdan ‘‘Psycho’’ filmlerinin de hiçbir kıymeti harbiyesi kalmadı, Hitckcock'un pabucu dama atıldı...Hollywood'un yanı sıra, bu arada İtalyan sineması da aşamalar yapmaya başladı... Vittorio De Sica'nın bir bisiklet hırsızlığını anlatan ‘‘Bisiklet Hırsızları’’ filmi bir anda sinemanın en önemli filmi oldu... İtalyan sinemasını gündeme getirdi...Şimdi ‘‘Bisiklet Hırsızı da ne ki?.. Bizde hırsızın her cinsi, feriştahı var... Bırak bisikleti millet memleketi götürüyor... Bizim niye Sinema Tarihi'nde tek filmimiz yok?..’’ diyeceksiniz... Tabi haklısınız ama, ona da söyleyecek bir şeyim yok valla...***Spencer Tracy ve Katherine Hepburn hem birlikte çevirdikleri filmler, hem de yıllarca süren aşkları ile dillere destandılar...Ben onları hep Bülent Bey ve Rahşan Hanım'a benzetirim... Zamanında akıl edip niye bir parti kurmadıklarına da hep şaşarım...Humphrey Bogart, İngrid Bergman'la birlikte çevirdiği sinemanın efsane filmi Casablanca ile bir anda sinemanın kralı oldu...Macera ve gangster filmlerinin unutulmaz yıldızı Bogart, bugün ellili yaşların üzerindekilerin neredeyse tamamının sigaraya başlamalarına neden olmuştur...Filmlerinde ağzında sigarasız, tek kare resmi bile olmayan Bogart, film başına ortalama onbeş karton filtresiz Pall Mall içerdi...Humphrey Bogart ayrıca filmlerinde sırtından eksik etmediği pardösüsü ile de meşhurdu...Bizim Üsküdar'da Sadi adında bir arkadaşımız vardı... Humphrey Bogart'ın hık demiş burnundan düşmüştü sanki... O kadar benzerdi Bogart'a...Sadi elinden ve ağzından sigarayı eksik etmemek için günde dört beş paket sigara içer, bu yüzden ciğerleri sökülürcesine, sürekli öksürürdü... Yaz kış sırtında Humphrey Bogart'ın pardösüsüne benzer bir pardösüyle dolaşan Sadi, Bogart'ın filmlerinin oynadığı bizim yazlık Aypark ve Salacak sinemalarına bile o Allah'ın sıcağnda sırtında pardösüyle gelirdi...Sinemadan rüzgar gibi geçen Clark Gable sinemanın ‘‘N'ayır, n'olamaz!..’’ı söyleyen ilk oyuncusudur... Ayrıca, bilumum dünya zamparalarına ‘‘Klark çekme’’yi öğretip armağan eden kişidir...Amerikalılar kafayı filmciliğe sardırırken, bir yandan da Kıta'nın yerlilerinin topraklarını işgal ediyorlardı... Sonra ‘‘Lan bu işi ayrıca naklen yayımlayalım, açıktan da yolumuzu buluruz...’’ dediler ve kovboy filmleri böyle doğdu...Ve uzatmalı kovboy John Wayne çıktı piyasaya... O da bizim Süleyman bey gibi Amerikalılar'ın babası oldu... Başında şapkası, tam 40 yıl kaldı sinemanın tepesinde... Sonraki yıllar Clint Eastwood'la birlikte Spagetti kovboy furyası başladı... Daha da sonraki yıllar bu Spagetti kovboy filmlerinin, Spagetti Bolognaise Kovboy, Napoliten Kovboy gibi türleri de çıktı piyasaya...Errol Flynn sinemanın yakışıklı maceraperestiydi... Çevirdiği ‘‘Vatan Kurtaran Aslan’’ filmi zamanın hasılat rekorlarını kırdı... Daha sonra bizimkiler filmi ‘‘Vatan Kurtaran Şaban’’ olarak çevirdiler ve başrolünde Kemal Sunal'ı oynattılar... Bu film Errol Flynn'ın filminin hasılatını ikiye katladı... Ve Hollywood'takiler, ‘‘Lan bu ismi biz niye daha önce bulamadık’’ diye kahroldular...Frank Sinatra Müzikal Filmler'le birlikte ortaya çıktı... Ve aslında bir inşaat işçisi olan Sinatra, sesiyle herkesin gönlünde taht kurdu... Daha sonra ‘‘Sinatra Lahmacun’’ salonlarını açan Franki'nin bugün tüm Amerika'da yüzlerce lahmacun salonu var...İşte bu aralar dünyanın ilk asi genci James Dean çıktı piyasaya... Ve tüm gençlik onu taklit etmeye başladı... Sokaklar milyonlarca James Dean'le doldu... İş öyle bir duruma geldi ki; Hollywood ve kendi ailesi bile gerçek James Dean'i ancak sırtındaki benden tanıyabiliyorlardı...***Amerikalılar'ın Hiroşima'ya attıkları atom bombasından sonra insanlığın üzerine attıkları ikinci bomba ise ‘‘Sarışın Bomba’’ Marilyn Monroe'dur...Atom bombasından herkes kaçmıştı... ‘‘Sarışın Bomba’’da ise herkes ‘‘Biraz da biz ölelim...’’ diye, sarışın bombanın üstlerine düşmesi için dua etti...Daha sonra sinema teknik olarak da ilerlemeyi sürdürdü...Örneğin Sophia Loren ve Jayne Mansfield'in göğüsleri perdeye sığmadığı için, ‘‘SİNEMASKOP’’, yani ‘‘geniş perde’’ ortaya çıktı...Benim ilk filmimi çevirdikten sonra küsüp sinemayı bırakmam üzerine yerime bir alternatif arayan dünya sineması, Alain Delon'u piyasaya çıkardı... Yerimi tam dolduramadıysa da, o da sinemaya kendi çapında bayağı hizmetler verdi!..Bana anlatılana göre, Mylene Demongeot ile birlikte oynadığı ilk film ‘‘Üç Sevgili’’yi çevirirken beni kastedip rejisöre, ‘‘Çok heyecanlıyım... Acaba onun boşluğunu doldurabilecek miyim?..’’ demiş.***Nasıl yazıyorum ‘‘Sinema Tarihi’’ni ama değil mi sevgili okurlar!.. Böyle güzel tarih anlatmayı ortaokul ve lise yıllarında tarihten sürekli ikmale kalmama borçluyum...Dünya Sinema Tarihi tabii bu kadar değil...Eskisi, yenisi, Burt Lancaster'i, Marlon Brando'su, Brigitte Bardot'su, Rambo'su, Dustin Hoffman'ı, Richard Gere'i, Sharon Stone'u, Bruce Willis'i, ve beni affetsinler, şu an adlarını unuttuğum daha bir sürü meşhur arkadaş var...Onların da hepsi de bizim yerli sinemayla da karışık gelecek programda, gene bu sinemada...
button