Paylaş
Vatandaş olarak haklara sahip olmak ne güzel. Foto Faruk Melik Çevik - Unsplash
Bugün Cumhuriyet Bayramımız. “Ne anlamlı, ne önemli bir bayram değil mi?” diye sorunca herkes “Evet evet, tabii, kuşkusuz öyle” diye yanıt veriyor ama sahiden, “cumhuriyet ne anlama geliyor?” diye sorunca, ortaokul kitaplarımızdan öğrendiğimiz kalıpların dışına pek çıkabilen yanıtlar gelmiyor. Elbette verilen yanıtlar yanlış değil ama “cumhuriyet”in anlamını ve önemini kavramış olmaya ne kadar yakınız acaba? Evet, sizin de anladığınız gibi vakit, kavram deşme vakti. Haydi o zaman, kolları sıvayalım.
CUMHUR, CUMHURİYET
Cumhuriyet… Aslında Arapça “cumhur”dan geliyor biliyorsunuz. Cumhur, “kalabalık, çoğunluk, çokluk, birikme, halk topluluğu” anlamlarına geliyor. Bir anlam daha var, onu sonra söyleyeceğim. “Yönetim biçimi” ismi haline gelişi, kuşkusuz halka işaret ediyor. Halkla, yani bizimle ilgili bir şey. Yönetim biçimi “halk”a dayandığında, halkın üzerinde bir kuvvet, halktan daha büyük bir yönetici güç olmaması gerekiyor.
Türk Dil Kurumu’nun Büyük Sözlük’ü Cumhuriyet tanımını, “Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunun belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi” diye yapıyor. Bunun anlamı şu: Millet, vekillerini belirli bir süre için seçer, onlar da “millet adına” sistemi, devleti yönetir. Süre bitince millet, yeni vekiller seçer.
Ana Britannica’nın yaptığı tanım, biraz daha açıklayıcı: “Egemenliğin bir tek kişinin elinde olmadığı ve oy hakkına sahip yurttaşlarca seçilen temsilciler eliyle yasalara uygun biçimde kullandığı yönetim biçimi.” Neden böyle bir tanım var? Çünkü hem bizim ülkemizde hem de diğer ülkelerde “halkın egemenliği” kavramı ortaya çıkıp gelişmeden önce, neredeyse bütün dünyada çok ama çok uzun bir süre boyunca egemenlikler bir tek kişinin elindeydi. Krallar, sultanlar, çarlar, padişahlar, imparatorlar, hanlar… Bunların hepsi tek kişinin bütün güce sahip olduğu sistemlerin baş aktörleri idi.
VATANDAŞLARIN HAKLARI!
Fakat, sözünü ettiğimiz “çok ama çok uzun süre”den de önceki zamanlarda aslında belirli coğrafyalarda topluluklar, “halk”ın önemini anlamış ve kavramıştı, bu nedenle bizim Arapça ismini kullandığımız “cumhuriyet” kavramının ortaya, o zamanlara dayanır. Antik Yunan’da “politeia” ismiyle geçer ve anlamı, “vatandaşların hakları”dır. “Politika” sözcüğü de anlamını bu kavram içinde bulur zaten. Sırf bu nedenle, halka hitap eden, onun hakları ile ilgili iddialarda bulunan herkes aslında politika yapmaktadır. Çünkü politikacı da halkın bir parçasıdır, ondan ayrı değildir, politikacı diye bir zümre yoktur. Halk, kendi derdine çare bulmak için haklarından dem vurur ve politika yapar. Örgütlenip bir politik partinin içinde yer alanlar, zamanla yükselip seçilen kişi olurlar, o başka. Demokrasinin serpildiği Atina, seçimi de, halkın temsilcilerini de çok iyi biliyor ve uyguluyordu.
Yunan kültürünü daha sonra içine alıp özümseyen ve yerine yeni bir yapı ortaya koyan Roma da bu geleneği sürdürdü. Bugün cumhuriyet kavramının yabancı dillerdeki karşılığı olan “republic”, ismini Romalıların koyduğu Latince “res publica”dan alır. Res publica, “halka dair”, “kamuya ait”, “halkla ilişkili” demektir. Roma, cumhuriyetti, ancak sonra korkulan oldu ve diktatörler yönetimi ele geçirip tek kişilik yönetim erkini ortaya koydular.
İSKENDER’İN BETİMLEMESİ
Doğrusu, imparatorluk kavramı ve tek kişilik güç anlayışı, Ortadoğu’nun bir geleneğiydi. Her zaman bir büyük güce sahip yönetici vardı ve halk o ne derse onu yapardı. Büyük İskender’in MÖ 333 Kasım’ında, efsanevî Pers İmparatorluğu’na karşı seferinde askerlerine karşı söylediği sözler çok anlamlıdır: “Düşmanlarımız Medler ve Perslerdir; yüzyıllar boyunca lüks içinde yumuşak yaşamlar sürdüren insanlar. Biz Makedonyalılar ise kuşaklar boyunca tehlikenin ve savaşın zorlu okulunda eğitildik. Her şeyin üstünde, bizler özgür insanlarız ve kölelere karşı savaşacağız.”
İskender’in kendilerini “özgür” addetmesi “demokrasi” geleneğine, Medleri ve Persleri, yani Ortadoğu/Yakındoğu halklarını da “köle” diye isimlendirmesi, monarşi ve oligarşinin halkın üzerindeki ezici kuvvetine işaret eder. Hatta Yunan’da Persler için söylenen “Özgür olan tek Pers, Büyük Kraldır” sözü de bu bakış açısını gayet iyi anlatır.
MONARŞİNİN GÜCÜ
Hiç uzaklara gitmeyelim. Osmanlı’da ayrıcalıklı bir hanedan vardı. (Hanedan için bakınız https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/osmanli-ne-demek-osmanlica-ne-41917232) Koca devleti padişah yönetirdi. Tamam veziri vüzerâsı vardı ama padişahın dediği olurdu. Bakmayın Ebussuud Efendi’nin Sultan Süleyman’a karşı fetva verdiğine; Sultan Süleyman bir adalet tutkunuydu ve bu yüzden adı Kanun”idir. Ebussuud Efendi’yi de epey sever ve sayardı. Yoksa “başı kesile” deseydi, hiç kimse karşı çıkamazdı. Bunlar çokseslilik örneği değildir. İşte Osmanlı’da bir tek kişinin bütün gücü elinde toplaması, tıpkı benzerlerinde de olduğu gibi bir monarşiydi. Padişahlar “monark”tı. Mono+ark. Ark, yani erk. Yani güç. Yani tek kişideki güç.
İşte bu monarşi, tarih boyunca insanları korkuttuğu için, cumhuriyet vardı ve yasalar buna göre düzenlenirdi. Demokratik cumhuriyetleri yıkanlar, onlardaki refahı ve halkın mutluluğunu kıskanan, çekemeyen monarşilerdi. Tarih bunu o kadar çok kez yazmıştır ki.
BABADAN OĞULA
Peki nedendir tek kişilik saltanatın binlerce yıl boyunca hüküm sürmesinin nedeni? Aslında sık üzerinde durduğumuz bir konu bu, bu sayfada. Ama tekrarlayalım. İnsanın, avcı-toplayıcılığı sırasında “tanrı” ve “kutsal” kavramlarına sahip olduğunu biliyoruz. Biliyoruz ki insan, doğanın her etkisinden korkardı ama açıklayamadığı için onları tanrılaştırır ve tapardı. Tanrıların öfkesini üzerine çekmek istemeyen topluluklar, tanrıları yatıştırma işini, onlarla iletişim kurabilen (gerçekte kurduğunu ileri süren) kâhin/peygamber/büyücü/krallara biat ettiler. Zira bütün bir halkın zarara uğramasına bir tek onlar engel olabilecek yolu biliyorlardı. Ve tanrılarla iletişim kuran bu önemli şahıslar, “iktidar”ın ilk örnekleriydi. Öyle hoş geldi ki, iktidarı sadece kendi oğullarına (bazen de kızlarına) bıraktılar. Hanedan saltanatı böyle başladı. Halk da tanrılardan korktukları için itiraz edemiyordu tabii. Tarımla birlikte yerleşik düzene geçip, bütün tanrılara devasa tapınaklar yapmaya başladıktan sonra iyice önemi arttı bu büyücü/kralların. Bütün bunlar da Mezopotamya’da ve hemen ardından Mısır’da ortaya çıktığı için, yukarıda belirttiğimiz “Ortadoğu geleneği” gelişti.
OSMANLI’DA VÜCUT BULAN GELENEKLER
Akdeniz’in denizcileri yoluyla Avrupa’nın ilkel kabilelerine ulaşan “uygarlık”, burada yeni anlamlar buldu. Antik Yunan, yukarıda sözünü ettiğimiz gelişmeleri kaydetti, Roma’ya devretti ama insan bencilliği, güç sevicilik, zamanla halk egemenliğini derdest edip yerine diktatörleri ve tiranları koydu. İmparatorluklar böylece gelişmeyi sürdürdü. Orta Asya’da çok daha demokratik bir yapıya sahip Türk boyları, güneye indikçe, Ortadoğu’da bu monarşi geleneği ile tanıştı ve nasıl olduysa benimsedi. Anadolu, Antik Yunan’ın ve Roma’nın cumhuriyet dönemlerini de yaşamıştı, Roma ile birlikte imparatorluk kavramını da tanımıştı. Monarşi geleneğinden gelerek Anadolu’ya gelen Türkler, bu kavramların hepsiyle birlikte hemhal oldu. Roma’nın kurumları, Ortadoğu’nun monarşisi ile Osmanlı’da vücut buldu. Padişah, mutlak güç olarak kaldı. Halk, uzaktan, vergi veren, oradan oraya göç ettirilen bir yığın olarak kaldı. Asırlarca. Daha önce de yazdığımız gibi, Osmanlı demek, İstanbul demektir. İstanbul dışındaki her yer “taşra” idi. Taşra, Türk dilindendir. “Daşra” yan “dışarı”dır. İstanbul’dan, yani payitahttan çıkınca her yer “dışarı”dır. İşte bu dışarıda yaşayan halkın tamamı, kaderiyle istendiği gibi oynanan bir “yığın” olarak kaldı. Beceriksizliklerle de sonu geldi.
YIĞINDAN EFENDİYE
Ama bereket versin ve ne şanslıyız ki, yıkılma ve kurtlar tarafından parçalanma sırasında, mavi gözlü sarışın bir dev ortaya çıktı ve o “yığını”, efendi yaptı. Yazının başında “cumhur”un karşılığı olarak sözlüklerin verdiği tanımlardan birini yazmamıştım. O karşılık “yığın”dı. Asırların monarşisinin artıklarından, tarihin yazdığı tüm geçiş süreçlerinin içindeki en yumuşak geçişle “Cumhuriyetimizi” kurdu Atatürk.
Bugün Cumhuriyet Bayramı. Oradan oraya sürülen, sadece vergi vereceği veya suç işlediği zaman hatırlanan yığın olmadığımızı, kendi haklarımız ve gücümüz olduğunu idrak ettiğimiz gün. Bu anlayışı ve gücü harekete geçirdiğimiz gün. Cumhuriyetimizin 98’inci yılı kutlu olsun.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
ETKİLİ POYRAZ, ARA SIRA YAĞIŞ
Başlık aslında olayı anlatıyor. Hafta sonu boyunca 18-19 derece santigrat sıcaklıklar, kuvvetli denebilecek bir poyraz, dolayısıyla Güney Marmara boyunca epey serince bir hava ve üzerimizde dolaşıp ara ara sularını bırakacak yağmur bulutları. Olsun, berekettir. Cumhuriyet’in coşkusu yüreklerinizden eksik olmasın.
Paylaş