Paylaş
Uydurma Rahip Johannes sağa sola mektuplar gönderiyor
Malum, bu köşenin takipçileri, Avrupa’nın Doğu’ya olan ilgisi, keşiflerin ardındaki itici güçler ile ilgili sık yazdığımı bilirler. Bugün de onlardan biri. Avrupalı Hıristiyanların Doğu’ya koşa koşa gitmelerini sağlayan unsurlardan birini ele alacağız. Çünkü 12. yüzyılda ortaya çıkan bir haber, Avrupalıların Doğu’da tırım tırım birşeyler aramalarına neden olur ve bu haber, tamamen asparagastır!
Daha önceki bazı yazılarda değindiğimiz gibi Büyük İskender’in MÖ 4. yüzyılda Hindistan’a kadar gitmesi ve oradan Batı’ya durmadan aktarılan yeni bilgiler, hayli yüksek hayal gücü ve bilinmezliklerle harmanlanınca ortaya gerçekten de tüm zamanların en büyük asparagas haberlerinden biri çıkmıştır. Muhtemelen bugün internette kasıtlı yalan haber uyduran ve yayan ‘trol’ dediğimiz tiplerin Ortaçağ versiyonları ortaya çıkarmıştır bu haberi. Anlatalım:
ÖRNEKLERDEN SADECE BİRİ
Zaten Büyük İskender’den beri Doğu’ya dair bir sürü acayiplik konuşulup durmakta, kitaplara konu olmaktadır Avrupa’da. O zamanlar elle çoğaltılan kitaplar, yine de büyük merak sayesinde elden ele dolaşır. Örneğin Sevillalı İsidorus (MS 560 – 636) denen biri, ‘Etimolojiler’ adlı eserinde şöyle yazmaktadır: “Köpekbaşların adı, köpek başlı olmalarından ve havlamalarının insandan çok hayvan olduklarını açığa vurmasından gelir. Kökenleri Hindistan’dır. Aynı Hindistan, Tepegözlerin de doğduğu yerdir; bunların adı, alınlarının ortasında tek bir gözlerinin olduğuna inanılmasından kaynaklanır. ‘Vahşi hayvan yiyiciler’ olarak da adlandırılırlar çünkü yalnızca vahşi hayvan etiyle beslenirler. Bazı kimseler, Libya’da Blemmyaların başsız gövdeler olarak, ağızları ve gözleri göğüslerinin üzerinde doğduklarına inanırlar. Bazı yaratıklar, boyunsuz ve gözleri omuzlarında doğar. Uzak Doğu’da hilkat garibesi milletlerin var olduğu yazılmıştır: Bazılarının burnu yoktur, yüzleri bütünüyle yassı ve şekilsizdir. Bazılarının alt dudağı öylesine öne çıkıktır ki, uyuduklarında güneşin sıcağından korunmak için onunla yüzlerinin tamamını örterler. (.....) Satirler, kanca burunlu ufak tefek insanlardır; alınlarında boynuzları vardır ve ayakla
rı keçilerinki gibidir. Aziz Antonios bunlardan birini çöldeki yalnızlığı sırasında görmüş. (.....) Etiyopya’da Yunanların Gölgeayaklar dedikleri, özel bacakları olan ve çok hızlı bir topluluğun yaşadığı söylenir. Gölgeayaklar olarak adlandırılırlar çünkü güneşin yakıcı sıcağında sırtüstü yere uzanır, dev ayaklarını kendilerine gölge yaparlar.” Aziz Antonios her kimse, çölde epey yalnız kalmış anlaşılan!
ASIRLARCA ANLATILINCA...
İşte bu hikâyeler zaten asırlardır dolaşımdayken ve hepsine de inanılıyorken, 1150’lerden sonra birdenbire ortalıkta bir mektup dolaşmaya başlar. Rahip Johannes ad
ındaki birinden, Doğu Roma İmparatoru Manuel Komnenos’a hitaben yazılmış bir mektuptur bu. Bildik pek çok garip (yukarıdakiler gibi) hikâyeyi kapsaması, onu inanılır kılar. Çünkü referans olarak sunduğu öyküler, bilmem kaç asırdır saygın kişiler tarafından yazılan ve anlatılan şeylerdir. Haliyle artık birer ‘gerçek’tir hepsi, insanların gözünde. ‘Gerçeklerden’ bahseden bir mektup da olsa olsa gerçek bir mektuptur.
Mektuba göre Rahip Johannes, Hindistan dolaylarındaki bir Hıristiyan ülkenin kralıdır. (Rahip-Krallık eski bir gelenektir ve kişinin saygınlığını arttır; üstelik kişi Kral yerine Rahip unvanını seçtiyse, bu onun dünyevîlikten daha çok ruhanîliğe önem verdiğini kanıtlayarak insanların gönüllerinde taht kurmasını sağlayabilir.)
MÜSLÜMANLAR ARADA KALIRDI
Mektup Avrupa’da bir anda bomba etkisi yaratır. Demek Hindistan dolaylarında bir yerlerde, çok büyük topraklara hükmeden, üstelik çok ama çok zengin bir Hristiyan ülke vardır! Zaten o sıralarda Haçlı Seferleri de devam etmekte, ‘Kutsal Topraklar’ üzerindeki savaş durmadan sürmekte, Hristiyanlarla Müslümanlar sürekli kapışmaktadır. Daha da uzakta bir Hristiyan ülke varsa ve eğer Avrupa ile Rahip Johannes’in ülkesi güçlerini birleştirirlerse, aradaki Müslümanlar kolaylıkla alt edilebilir. Bu, işin siyasi kısmıdır. Halk nezdinde ise durum daha basittir. Madem orada o kadar zengin bir Hristiyan ülke vardır ve madem Avrupa, açlıktan nefesi kokan insanlarla doludur, o halde zenginliğe ulaşarak refaha kavuşmak bütün Hristiyanların hakkı değil midir?
YAPMA MARCO ALLASEN!
Meşhur Anka Kuşu da Rahip Efendi’nin ülkesindeymiş meğer!
Fakat ne Haçlı Seferleri’ne katılanların yürüttüğü kimi keşif gezileri, ne de bir başkası. Bu Rahip efendinin izini bulur. Kime sorsalar Rahip Johannes diye birini tanımamaktadır. Fakat 14. yüzyılın başında sahiden de ‘oralara’ giden Marco Polo, hem gözüyle görüp anlattığı gerçek Moğol zenginliklerinin tasvirleriyle, hem de Rahip Johannes’in varlığına dair kendince sunduğu (çünkü kendisi de inanmaktadır) kanıtlarla, tüm bu süreci destekler. Şöyle der Marco Polo:
“Buradan yola çıkan kişi karşısında Tenduc’u bulur. Burası Şark’a doğru bir vilayettir, çok sayıda şehri ve köyü vardır ve burası, Latinlerin Rahip Jean (Johannes) dedikleri dünyaca ünlü bu büyük kralın oturmaktan zevk aldığı vilayetlerden biridir. Ama şimdilik Büyük Han’a aittir buralar, çünkü Rahip Jean’ın soyundan gelen herkes Büyük Han’ındır. Ve bu vilayetin kralı Rahip Jean soyundan biridir ve yine Rahip Jean’dır ve (.....) halkın büyük bölümü Hristiyandır.”
Marco Polo da bu fitili ateşleyince, Doğu’ya gidip bu önemli rahip-kralı bulmak bir zorunluluk haline gelir. Ama Polo’dan sonra daha 150 yıl vardır ‘oralara’ ulaşmak için. Çünkü karadan gidip gelmek büyük zorluklarla doludur ve üstelik çok uzun sürmektedir. Dolayısıyla denizden gitmek gerekir ama onun zorlukları ayrıdır ve gemi yapım tekniklerinde de daha fazla gelişme kaydedilmek zorundadır.
MEKTUBUN ETTİKLERİ
Gelelim meşhur mektuba. Aslında hepsini yayımlamak isterdim ama yerimiz izin vermez. Bugünkü akılla gerçekten komik gelir bu mektup ama o zamanların bilgi ve algısı, komikliği akla bile getirmez, tam tersine büyük ciddiyet ister.
“Ben, Tanrı’nın ve Kralların Kralı Rabbimiz İsa Mesih’in gücü ve kudretiyle rahip olan Johannes, Rum İmparatoru Manuel’i selamlıyor, sağlık ve esenliğinin devamını diliyorum” diye başlayan mektubun içinde akla hayale sığmayacak şeyler vardır.
“Ülkemizde şu canlılar yaşar: Filler, tek hörgüçlü develer, develer, suaygırları, timsahlar, (.....) panterler, yaban eşekleri, beyaz ve kızıl aslanlar, beyaz ayılar, beyaz karatavuklar, sessiz ağustosböcekleri, grifonlar, (.....) yabanıl erkekler, boynuzlu erkekler, faunlar, satirler ve aynı türden kadınlar, pigmeler, köpekbaşlar, kırk arşın boyunda devler, tekgözler, tepegözler, anka denen kuş öve göğün altında yaşayan hemen her tür hayvan.”
KUDRET HELVASI DA VAR
Doğu masallarında ne kadar uyduruk yaratık varsa hepsini saymış Rahip Efendi. Belli ki mektubu yazan(lar), bu uydurma kültürünün içinde beslenip büyümüş Avrupa’dandır ama hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Biraz daha yazalım:
“Ülkenin uç bölgelerinde, güneye doğru büyük ve yaşanabilir bir adamız vardır; burada bütün yıl boyunca, haftada iki kez, Tanrı bol bol kudret helvası yağdırır, o civarda yaşayanlar bunu toplayıp yerler. (.....) İşin gerçeği, kudret helvasının bu kişilerin damağındaki tadı, Mısır’dan kaçış sırasında İsrailoğullarının damaklarındaki tat ile aynıdır.” Yani Tevrat’tan da yararlanmış bizim Rahip Bey. (Ya da mektubu yazan troller.)
MASAL DA LAZIM AMA...
Faunun biri dinlenirken şiir de yazıyor anlaşılan.
Efendim asırlar boyunca aranır bu Rahip Johannes ama Hindistan dolaylarında olmadığı anlaşılınca, bu kez Afrika’nın çevresinden dolaşıp Hindistan’a gitmeye çalışan Portekizliler (sonunda başarırlar tabi) bu Kralın ülkesini Etiyopya dolaylarına yerleştirirler. Hindistan’da zannedilen Rahip Johannes ülkesinin Afrika’da olduğu bilgisi yayılır ama artık eskisi kadar değer gören bir fikir değildir. Çünkü insanlık, denizlere açılmıştır, oraya buraya daha çok insan gönderilmiş ve bilgi edinilmiştir; artık masalların devri kapanmaya, gerçek bilginin mektubu okunmaya başlamıştır. O günden bu yana da insanlık, masalların peşinden koşanlarla gerçeklerin peşinden koşanlar arasındaki uçurumun derinleşmesine tanık oluyor. Bence ikisi de lazım. Gerçek de, masal da. Ne bilgisiz kalalım ne de masalsız. Sağlıcakla...
KÜÇÜK BİR NOT: İMZA GÜNÜNE DAVET
Yarın BKM Özlüce’de son kitabım Erkek Denizinde Kadın Gemiler’in imza günü var. Karşılıklı sohbet etmek ne güzel olur. Saat 14.00’te başlayacak etkinlikte siz değerli okurlarımı görmekten mutluluk duyarım. Vaktiniz uygun olursa beklerim efendim.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
SİSLİ PUSLU BİR HAFTA SONU
Bir sü bredir güzel yağış alıyoruz. Almak da zorundayız çünkü toprağın ve barajlarımızın suya ihtiyacı var. Uzun süren bir yağışsızlık dönemi geçirdik, umarım bir daha böyle olmaz. Ama bu yağışlı günlerden sonra bugün ve yarın yağış yerine sis bekleniyor. Pazar günü yeniden ama yer yer yağış olacak gibi Güney Marmara’da. Rüzgâr bugün doğulu ve zayıf. Yarın yine zayıf bir lodos, pazar ise batıya dönen yine zayıf denecek bir hava var. Neyse ki kış geliyor. Çok sevdiğimiz bir mevsim olmasa da doğanın kendi döngüsünü sürdürebilmesi için kışın gelişini sevinçle karşılıyoruz.
Paylaş