Vampir

Hiç kimse, ileride “Fatih” olarak anılacak şehzadeyle, onun evi olan Osmanlı sarayında arkadaşlık yapan bir Ulah prensinin, tüm zamanların en korkunç figürüne dönüşeceğini bilemezdi. İyi ama nasıl oldu bu dönüşüm?

Haberin Devamı

Vampir

1931'de çekilmiş Drakula filminde oyuncu Bela Lugosi. Universal Studios.

Babası tarafından Osmanlılara sadakat belirtisi olarak kardeşi Radu ile birlikte Sultan II. Murad’a rehine olarak gönderildi. Osmanlı sarayına geldiğinde 13-14 yaşındaydı. Bir prens olduğu için kötü muamele görmedi, Saray’da eğitim aldı, Türk tarihinin en önemli figürlerinden İkinci Mehmed ile aşağı yukarı aynı yaştaydı, belki Mehmed ondan bir veya iki yaş küçüktü. 1442-1448 arasında Osmanlı sarayında yaşadı. Şehzade Mehmed ile arkadaşlık yaptıkları söylenir. 1448’de babasının yanına Erdel’e gönderildi. Osmanlı’ya bağlı kalması gerekiyordu, kalmadı. 1456’daki Belgrad kuşatmasında Hunyadi Yanoş’un komutası altında, Osmanlılara karşı savaştı.
Eflak Voyvodası oldu. Osmanlılara vergi ödemeyi reddetti. Fatih Sultan Mehmet’in öfkesini üzerine çekti. Sultan Mehmet’in önünden kaçarken geçtiği bütün toprakları yaktı, bütün kuyuları zehirledi, bütün hayvanları öldürttü. Hapishanelerde ne kadar vebalı, cüzzamlı varsa hepsini saldı. Sonra da kaçıp Macar kralından yardım istedi. Ancak Macarlar reddetti ve onu tutukladılar. 12 yıl sonra Katolik olduğunu açıklayınca serbest bırakıldı. Yeniden Eflak Voyvodası oldu, yine Osmanlı’ya direndi, yine yenildi. Bu kez öldürüldü. Başı kesilip İstanbul’da sırığa geçirilerek sergilendi. (Kritovulos Tarihi)

Haberin Devamı

KAZIĞA OTURTMAK

En büyük eğlencelerinden biri, sarayında kazığa oturtulmuş Türklerin arasında oturup yemek yemekti! Binlerce insanı bu şekilde öldürttü. Tutsakların taban derilerini yüzdürür, tuz bastırır, sonra da tuzları yalamaları için keçiler getirtirdi. Sultanın elçileri huzuruna geldiğinde sarıklarını çıkartmazlarsa, o sarıkları kafalarına çaktırırdı. Zalimliğiyle ün salan bu Eflak beyinin adı, Kazıklı Voyvoda konmuştu Osmanlı’da. Asıl adı Vlad’dı. III. Vlad Tepeş. Babası II.Vlad’ın sıfatını ona da takmışlardı ve boynuz kulağı geçmiş, Vlad Tepeş çok daha zalim biri olmuştu. Babasına “Drako” deniyordu. Yani Ejderha! Vlad’a “Ejderhanın Oğlu” anlamına gelen o ünlü, yüzlerce filme ve kitaba da isim olan adı verdiler: Drakula! (Franz Babinger, Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı, Oğlak Bilimsel Kitaplar, 2002)

Haberin Devamı

DRAGON MU VAMPİR Mİ?

Vampir

1806'da Friedrich Johann Justin Bertuch tarafından çizilmiş alev nefesli ejderha.

İyi ama, edebiyat (ve sonrasında sinema), Drakula’yı neden “ölümsüz vampir” olarak tasvir etmiştir? Elbette “kana susamışlıkla” ilgili bir yakıştırmadır bu ama Batı dillerinde “dragon” olarak geçen ejderhadan vampire durumu bağlamak, kimin nereden aklına geldi acaba? Cevap, dünya mitolojilerinin karanlık bazı köşelerinde gizli. Konu, tamamen ejderha ile ilgili aslında.
İki yıl önce “Ejderha Zamanı” başlıklı bir yazıda konuya biraz değinmiştim ama bugün biraz farklı bir açıdan yaklaşıyoruz konuya. Temmuz 2020’deki yazıda, insanların o gün de bugün olduğu gibi dinozor fosilleri ile karşılaşmış olabileceklerini, zaten Asya’da, o zamanlar Çin’in egemenliğinde olan topraklarda bugün olduğu gibi bolca dinozor kemiği bulunmuş olma olasılığının yüksek olduğunu, haliyle bu kemiklerin de, önceden var olan mitolojideki kötücül yaratık fikirlerinin (büyük ve koca dişli olduğuna göre iyi ve sevimli olamazlardı elbette) bu kemiklerle özdeşleşerek yeni ve korkunç bir varlık olan ejderhayı kurgulamış olabileceğini yazmıştım. Bugün de buna inanıyorum.

Haberin Devamı

KİMİN KANATLARI VAR?

Elbette Çin’de veya genel olarak Asya’da bulunan kemiklerin çoğu kanatsız hayvanlara aitti. Bu nedenle Çin Mitolojisi’ndeki ejderha kanatsızdır. Ancak uçan dinozorların kemikleri de arada sırada bulunuyor. Kanatlı bir motif yaratmak da zor değil. Görünen o ki ejderha miti, açıkça doğudan batıya göç etmiş. Batı mitolojileri bunlara kanat takmış, tek değişen o. Fakat ilginç olan, yaratık Çin’den, ismi ise Hint-İran yaylasından. Gelin bakalım.
Hemen her kültürde kendisine yer bulmuş bir figür ejderha. Hiç var olmamış, tamamen hayali bir “varlığın” bu kadar geniş kitlelere kendisini kabul ettirmiş olması, bana hâlâ şaşırtıcı geliyor. Elbette kültürlerin etkileşerek yoktan var ettikleri şeyler ejderha ile sınırlı değil. Burada değinmeyelim, yerimizi daraltmayalım.

Haberin Devamı

BAKALIM EJDERHAYA

Vampir

Pekin'de Ejder Duvarı'nda iki kanatsız ejderha tasviri.

Ejderha sözcüğü, Hint-İran sözcük ve fikir dağarcığının bir yaratımı. Doğrusu, Pencap ve İran Yaylası’nın en önemli eserlerinden Avesta’nın, yani Zerdüştîlik dininin yazılı metinlerinin içinde kendisine yer bulmuş bir varlığın adı.
Orta Farsça/Pehlevice “aji” sözcüğünün Hint Vedalarındaki adı “ahi”dir. İkisi de yılan demek. Sonradan metinlere, j ile z’yi (tıpkı bugün şarj yerine şarz, şanjman yerine şanzıman denmesi gibi) bir tutmak alışkanlığı girince, “azi” veya “azhi” şeklinde de yazılmış. Sözünü ettiğimiz kültürlerin mitlerinde birden fazla yılan figürü olduğu için, aji/azi sözcüğüne, bir farklı isim ilavesi yapılarak, özelleşmişler. Bizim konumuz “Aji Dahhak” veya “Aji-Dahaka”. Yani Dahhak Yılanı!
Avesta’da Ahura Mazda’nın oğlu Atar öldürür Azhi Dahhak’ı, İran mitolojisinde Cemşid’in oğlu Feridûn. Bu kadar iç içedirler.

Haberin Devamı

NEREDEN NEREYE

Avesta’nın kötücül gücü Ehrimen, insanları yoldan çıkarması için üç ağızlı, üç başlı, altı gözlü bir dev yaratır. Adı Dahhak’tır. İnanışa göre, aslında yazının kullanılmaya başlamasından çok daha öncelerde, İran dışından Dahhak veya Dahaka isimli Arî olmayan, büyük ihtimalle Arap bir asker-komutanın, Pers ülkesine saldırması, yakıp yıkması, vahşet sergilemesi sonucu kullanıma girmiş, zamanla kötü olan her şeyin adı olmaya başlamış bir isimdir. Ama bunun ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz, ismin orada öylece durduğu. Firdevsî de Şahnâmesi’nde kendisini bolca anar. Ama yazılı ana kaynak Avesta’dır.
Aji-Dahhak veya Aji-Dehhak zamanla Aji-Dehha, Ajdeha, Ajdehaa gibi söyleyişlere kavuşur. (bkz. iranicaonline.org) Ve bizde olur “ejderha”!

HİNT KÖKENLİ SÖZCÜK

Ama bir başka kanaldan “dahha” sözcüğü, Hint kökenli druh/drug/druj kökünden gelir. Avesta’da bu sözcük de kullanılır zaten. Sözcük, “yalan, hakikat olmayan her şey” gibi kötücül anlamlara sahiptir. Eğer, denize düşenin yılana sarılması ile zor duruma düşenin yalana sarılması arasındaki bağlantıyı görmüyorsak işimiz zor. Ama insanlar binlerce yıl önce bunu zaten görmüş. Yalanı, kötülükle bir tutmuş. Ejderha adını kazanmış olan dev yılana, yalan demişler. Daha ne desinler?
Bu ejderha figürü Dede Korkut dâhil Türk kültüründe Yel Büke, Eski Ahit (Tevrat) içinde Leviathan, Sümer kültürü üzerine kurulu Babil kültür evreninde Tiamat, vatandaşımız Hititlerde Humbaba/Hubaba ismiyle ve aslında daha pek çok yerde pek çok başka isimle tanınır. Ejderha, Hint bölgesinden bize doğru gelindiğinde sahip olduğu isimdir.

DRAKULA’YA DÖNELİM

Biliyorum, şu an diyorsunuz ki, “Yahu arkadaş, Drakula’dan başlayıp ejderhaya geldin. Ne ilgisi var ki bunların?” Çok haklısınız. Hemen geçelim oraya. Bir kere “kötü” olmak gibi, şeytanî olmak gibi bir ortak yanları var mı? Var.
Çok önemli bir Mısırbilim uzmanı ve aynı zamanda anatomist olan Sir Grafton Elliot Smith (1871-1937), ki kendisi dünyada ilk kez bir Mısır mumyasını radyolojik incelemeye tabi tutmuş kişidir, “Ejderhanın Evrimi” (Evolution of the Dragon) isimli kitabının (Maya Kitap, Ç.:Cemal Can Tarımcıoğlu, 2022) önsözünde, Batılı mitlerin karanlık derinliklerinde yatan bir sezgiden söz eder. Buna göre, Yakındoğu’da (Mısır-Mezopotamya-İran), halkın refahı kralın elindeydi. İşler yolunda giderken herkes mutluydu, kral da kutluydu ama kıtlıklarda, refah bozulduğunda da sorumlu olan yine kraldı. Mutlu olmayan halkın, kimi çözümler geliyordu aklına. Çözümlerin, çok da makul olmadığı çağlarda, beceriksiz, refahı engelleyen, kıtlığa yol açan, çünkü tanrılarla iyi geçinemeyen kralın öldürülmesi gündeme gelirdi. Krallar için yaşlanmak da performans yitimine yol açtığından, bir kral her zaman gençliğinde göründüğü gibi görünmek, gençliğinde olduğu gibi becerikli olmak isterdi. Ancak bunun fazla yolu yoktu. Karanlık bilimler, becerikli ve genç kalmak isteyen kralların “insan kanı içmesi” gerektiğini fısıldardı. Yani halkın kanını içmeliydi kral! Bu, kanı içilenler için hiç de iyi bir şey olmadığından, bunu yapana kötü isimler verdiler. Gençleşmek, ölümsüzlük demekti. Kan içenlerin ölümsüzlüğü oradan gelir.

SOYU BOZUK PRENS

İşte bu noktada devreye, yukarıda değindiğimiz Hint kökenli drug/druh/druj kökü giriyor. Günümüz Farsçasında duruğ olarak geçen sözcük, Hint-Avrupa dil ailesi içindeki yolculuğunda zamanla “drak”a çeviriyor ve karşımıza, Latince “draco” yani “dev yılan” olarak çıkıyor. Kötü, yılan, kan emen… Kana susamış, kan akıtmaktan zevk alan her tarihsel manyağın kötü anıldığı bir dünyada yaşıyoruz ne mutlu ki. Kötü anmak için de kötü sözcükler, kalıplar kullanmak gerek. İşte binlerce insanı kazığa oturtmaktan zevk alan Vlad Tepeş’in “drakula” ismi, işte ejderhanın Batı dillerindeki karşılığı olan “dragon”un orijini, işte bir dönem Osmanlı sarayında şehzade Mehmed ile arkadaşlık yapmış ve (üzgünüm ama öyle) soydan bozuk (babası da kanlıydı) Drakula’nın dönüşümü…
Edebiyat ve sinemada karşımıza kan emici bir vampir kont olarak çıkması, elbette edebiyatın güzelliği. İrlandalı Abraham Bram Stoker (1847-1912) nereden arayıp buldu bu karakteri bilemem. Ama iyi ki bulmuş da bize eğlencelik çıkmış. Kötüleri kötü hatırlamak gerek. Tarih ve edebiyat, bu görevi en iyi şekilde yerine getiriyor.

Yazarın Tüm Yazıları