Paylaş
En ünlü Babil Kulesi tasviri. Yaşlı Pieter Bruegel 1563'te yapmış. Wikipedia.
İnsan uygarlığı, sandığımızdan daha eski. Neden öyle sanıyorduk peki? Çünkü kutsal kitapların tarihlemeleri hesaplandığında, insanın 6 bin yıl gibi bir süredir var olduğunu, ondan da kısa süre önce Dünya’nın yaratıldığını düşündürecek veriler ortaya çıkıyordu. Ya kutsal kitapların bir kodlaması vardı ve biz onu henüz çözememiştik ya da yanlış yazılmıştı. Ama arkeoloji ve jeoloji gibi geçmişi aydınlatan bilimler sayesinde 6 bin yılın, insanın yeryüzündeki tarihsel varlığı yanında devede kulak kaldığını artık biliyoruz.
ÇOK ESKİYİZ ASLINDA
Bakınız mesela insanın, ısınmak için Kuzey Avrupa’da 300 bin yıl önce ayı postu kullandığı anlaşıldı. (Kaynak: arkeofili.com) Bu, daha eskiden ayı postu (veya başka post) kullanılmadığı anlamına gelmez, sadece şimdilik ulaşılabilen kanıtların en eskisinin üç yüz bin yıllık olduğunu söyler. Amerika’da bulunan ok, mızrak ucu gibi keskin alet uçları 15.700 yıl öncesine tarihleniyor. Bizim Göbeklitepe’miz 12 bin yıllık. Avrupa’nın çeşitli mağaralarında bulunan kimi heykelcikler -ki fazlasıyla estetikler-, 30 bin yıldan daha eski. İsrail’de 780.000 yıllık “yemek pişirme” kanıtları bulundu. (Nature Ecology and Evolution dergisinden alıntılayan Arkefoili.com ve AncientOrigins.net) Yani, altı bin yıl belki yanlış bir ifade veya yanlış bir çıkarım. Sonuç olarak insan çok daha eski, Dünya’mız ise 4,5 milyar yaşında.
DİLİMİZİN TARİHİ
Peki ne zamandır konuşuyoruz? Şimdilik elde edilmiş verilere göre insan yaklaşık 1 milyon yıl öncesine kadar şart cümleleri ve olasılıkla kısa ifadelerden oluşan ama derdini anlatan bir dile sahipti. 1 milyon yıl öncesinden bugüne doğru da yavaş yavaş karmaşık diller ortaya çıktı. Hele 300 bin yıl önceye gelindiğinde, dil, kesinlikle karmaşıktı ve iletişimin temeliydi. (Bkz. Dilin Tarihi, Steven Roger Fischer, Türkiye İş Bank. Kültür Yay., Ç.: Muhtesim Güvenç, 6. Basım, 2020)
BABİL’DE BAŞLAYAN KARMAŞA
İnsan, artık onlarca Babil Kulesi yüksekliğinde kuleler yapıyor. Dubai'deki Burj Halifa bunlardan biri. Kimsenin kötü bir niyeti yok. Foto Jeff Tumale - Unsplash
Yahudi kutsal metinleri (Tevrat dediğimiz Tora ve Tanah) kaynaklı dinsel bilgiye göre meşhur Babil Kulesi, bize insan diliyle ilgili ilginç şeyler söylüyor. Gelin önce o metni hatırlayalım: Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki şarkta göçtükleri zaman Şinar diyarında bir ova buldular ve orada oturdular. Ve birbirlerine dediler: Gelin kerpiç yapalım ve onları iyice pişirelim. Ve onların taş yerine kerpiçleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağılmayalım diye gelin, kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule bina edelim ve kendimize nam yapalım. Ve âdem oğullarının yapmakta oldukları şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Ve Rap dedi: İşte, bir kavimdirler ve onların hepsinin bir dili var; ve yapmağa başladıkları şey budur; ve şimdi yapmağa niyet ettiklerinden hiçbir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı; ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi; çünkü Rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı ve Rab onları bütün yeryüzüne oradan dağıttı.” (Tekvin, 11:1-9)
CONFUSIO LINGUARUM
Burada bazı açıklamalar yapmak gerek. Şinar diyarı, Kitabı Mukaddes’te “Sümer ülkesi” için kullanılan isim. Yani Şinar, Sümer. Bu metne göre görünen o ki, Sümer ülkesinin Babil kentindeki kulenin yapımından önce bütün insanlar aynı dili konuşuyorlar. Bir şehir ve çok yüksek bir kule yaparak nam salmak istiyorlar. Ama bütün insanlar burada ise namı kime salacaklar, üzerinde durulmaya değer bir konu. Burada Tanrı, “Gelin, inelim” diyor. Demek yanında birileri var. Ve kuleyi görmek için “iniyor”. Sonra da, bu metinde açıklanmayan şekilde (nedense kulenin Tanrı’ya meydan okuyan bir kibir olduğu yorumu yapılır hep ama metinden bu gerçekten anlaşılıyor mu, bilemiyorum. Ayrıca kulenin yıkıldığı da metinde yer almıyor, sadece inşaatın yarım bırakıldığı belirtilmekte) insanların bir olan dilini karıştırarak birbirlerini anlamalarına engel oluyor. (Daha sonra Roma’da bu dillerin karışmasına olayına, Latince “confusio linguarum” adı veriliyor.) Bu olayın ardından insanlar dünyaya dağılıyorlar ve farklı dillerde konuşuyorlar. Bu nedenle de kente Babil deniyor. Babil sözcüğünün İbranî dilinde ne anlama geldiğini bilmiyorum ama Sümer ülkesinin dili Sümercenin halefi ve egemen bölgenin dili Akkadcada Babil, bab (kapı) ve ilu (tanrılar) sözcüklerinin bir araya gelmesinden oluşuyor ve anlaşıldığı üzere “tanrılar kapısı” anlamına geliyor. (Artık arkeoloji sayesinde biliyoruz ki Sümer’de ve devamında gelen tüm Assur/Babil uygarlıklarında “ziggurat” adı verilen, piramit şeklinde, tepesinde dinsel törenlerin yapıldığı binalar var. Babil’de de var tabii ve bir değil, birçok kulesi var Babil’in. Birkaç defa yıkılmış veya tamir görmüş, yeniden yapılmış. Sümer’in zigguratlarıyla Mayaların, Mısırlıların piramitleri benzer yapıda. Hatta zorladığımızda, Orta Asya Türk-Moğol geleneğinin kurganları da aynı. Yani aslında bu bahsedilen, küresel, insanlık için evrensel bir yapı.)
LİSAN MI ZİHNİYET Mİ?
Fakat aynı Kitabı Mukaddes metninin hemen bir önceki, yani 10’uncu babında (bu aldığımız metin 11’inci baptı) şöyle bir ifade var: “Nuh’un oğulları Ham, Sam ve Yafet’in zürriyetleri bunlardır; ve tufandan sonra onlara oğullar doğdu. (…..) Memleketlerinde her biri diline göre, milletlerinde kabilelerine göre, milletlerin adaları bunlardan bölündüler.” (Tekvin, 10:1, 10:5) Doğrusu kendi adıma, Nuh’un oğullarının neden farklı dillerde konuştuklarını, her milletin farklı olan diline göre ayrıldığını söyledikten hemen sonra neden bütün dünyanın dilinin bir olduğunun söylendiğini anlamadım. Kabalistlerin bu konuda çalışmaları ve çeşitli tefsirler mutlaka vardır ancak şahsen kutsal kitapların, gerekli mesajı iletmek istedikleri kitle tarafından yorumsuz ve aracısız olarak anlaşılması gerektiğini, aksi halde kitlesellik iddiasının zarara uğrayacağını düşünüyorum. Demem o ki, herkesin anlaması gerekeni yazıyor olmalılar ve yazılmamışı anlamamızı beklememeleri gerek. Ama belki burada kast edilen, çeviri yoluyla da yanlış aksettirilen başka bir şey vardır. Nuh’un soyu, farklı dillere göre milletlere ayrıldıysa (neden aynı babanın çocuklarının farklı dil konuştuğu hâlâ bir gizem ama…), bu olaydan sonra Sümer’e gidenler “bütün dünyanın insanları” ise ve hepsi de aynı dili konuşuyorlarsa, acaba burada “anlaşma, gönül dili, birbirine karşı anlayışlı olma” gibi bir anlamdan söz edilmiş olabilir mi? Yani “lisan” değil de “zihniyet” olabilir mi acaba farklılaşan?
SÜMER’E BİZ DE GİDERİZ
Sümer'in önemli kentlerinden Uruk'taki Anu zigguratı. MÖ 4000 dolaylarından kalma. Babil'inki de buna benziyordu. Wikipedia.
Bunlar hep yorum tabii. Bu konuyu saygıdeğer bir Rabbi ile konuşmayı gerçekten isterim. Ama bu sayfada varmamız gereken başka bir nokta var. Ele aldığımız Tora metni Sümer’e giden insanların hoş bir yer bulduklarını söylüyorsa, biz de sorumluluk alanımızdaki diğer metinlerle Sümer’e gider bakarız. Bakalım ne bulacağız.
Samuel Noah Kramer, “Tarih Sümer’de Başlar” adlı eserinde şöyle bir metin aktarmış:
“Bir varmış bir yokmuş, yılar yokmuş, akrep yokmuş,
Ne yabani köpek varmış, ne de kurt,
Ne korku varmış, ne de dehşet,
İnsanın rakibi yokmuş.
Bir zamanlar Şubur ve Hamazi ülkelerinde,
Çok-dilli Sümer, prensliğin kutsal yasalarının yüce ülkesi,
Uri, gerekli her şeyin sağlandığı ülke,
Güvenlik içinde dinlenen Martu ülkesi,
Bütün evren, birlik içindeki halklar,
Enlil’e tek bir dilde şükrederlermiş.
(Ama) sonra, efendi baba, prens baba, kral baba,
Enki, efendi baba, prens baba, kral baba,
Öfkeli efendi baba, öfkeli prens baba, öfkeli kral baba,
….bolluk….
…. İnsan….” Devamı yok. (S.N.Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, Ç.:Hamide Koyukan, Kabalcı Yay., 2. Basım, 2002, s. 306-307)
ÇIĞ ÇEVİRİSİ
Biliyorsunuz Sümerce ölü bir dil ve çevirisi, yorumla yapılıyor. Simgeler heceleri gösterdiği ve sözcükler de hecelerin birleşmesinden oluştuğu için çok kolay değil. Milli gururlarımızdan, dünyanın en kıdemli Sümerologlarından Muazzez İlmiye Çığ da söz konusu tableti, kendi Tarih Sümer’de Başlar (TTK) çevirisinde şöyle aktarmış:
“O günlerde Subur-Hamazi ülkesi
Prensliğin ‘me’lerin yüce ülkesi,
Karşılıklı konuşan dillerin ülkesi Sumer’i
Uygun olanların hepsine sahip Uri ülkesi
Güvenlikte dinlenen Martu ülkesi
Halkı iyi bakılan bütün evren
Enlil’e bir dilde söylerlerdi.
(Fakat) sonra bey saldırgan, prens saldırgan, kral saldırgan
(savaştıklarından)
Emri güvenilir olan bolluğun beyi,
Ülkeyi gözleyen bilgeliğin beyi
Tanrıların evinde,
Eridu’nun beyi, bilgelikle donanan
Onların ağzındaki konuşmayı değiştirdi.
Vaktiyle insanın tek olan konuşmasının içine dalaşmayı soktu.” (M.İ.Çığ, İbrahim Peygamber, Kaynak Yay., 25. Basım, Aralık 2021, s.93-94)
AYNI İNANÇ
Sümer'in önemli kentlerinden Uruk'taki Anu zigguratı. MÖ 4000 dolaylarından kalma. Babil'inki de buna benziyordu. Wikipedia.
Görünen o ki, sonu nasıl biterse bitsin, Sümerler de insanın bir zamanlar ortak bir dil kullandığına inanıyormuş ve yine Babil’de (Tanrıların Evi, Tanrılar Kapısı) bu dilin başına bir şey gelmiş. Ve yine görünen o ki, bu inanış, eski bir geleneğin, yakın coğrafyalarda yansımalar bularak devam etmiş. Zaten Tora (Tevrat) metni de Sümer’e işaret ederek, insanlık tarihinin önemli olan bu kadim odağına dikkat çekmiş.
İnsan konuşa konuşa anlaşır diye eski bir laf vardır, bilirsiniz. Dünyanın binlerce yıllık yakın tarihinde (evet binlerce yıl, genel olarak insanlık ve dünya tarihine bakıldığında yakındır) savaştan ve çatışmadan bol bir şey bulunmadığına göre, “dalaşma”nın, “anlaşamama”nın bir gerekçesinin var olması gerektiğine inanmış insanlar. Haklılar. Hepimiz aynı gezegen üzerinde yaşayıp, aynı toprağın kaynaklarını kullanıyorken, paylaşamamayı huy edinmenin nasıl bir anlamı, nasıl bir gerekçesi olabilir ki? İnsanı, konuştuğu için diğer canlılardan üstün kabul ediyoruz ama konuşmayan canlılara baktığımızda, insan kadar tahribat yaratmadığını da görüyoruz. Acaba, diyorum, hiç konuşmasa mıydık?
OKURLARIMA NOT: Birkaç istisnai durum dışında sizlerle altı yıldır kesintisiz her hafta bu sayfadan bildiklerimi, öğrendiklerimi paylaşıyor, bundan da büyük mutluluk duyuyorum. Bu süre içinde sizlerden gelen mesaj ve postalar, hep destek ve güç verdi, azmimi perçinledi. Var olun. Ancak yazılarımın her biri, en az üç günlük bir çalışma (yani çalışma haftasının yarısını) gerektiriyor ve şu sıralarda hazırladığım kitaba yeterince zaman ayıramıyorum. Sizlerle buluşmayı sürdüreceğim ama bu artık haftalık olmayacak. Beğeneceğinizi umarak hazırladığım kitabıma (belki de birkaç kitaba) odaklanabilmek ve yeni sürece uyum sağlamak adına kısa bir süre izninizi rica ediyorum. Yakında, daha uzun aralıklarla da olsa yeniden görüşmek umuduyla hepinize mutlu ve sağlıklı bir yıl dilerim. İletişim kurmak isteyen okurlarıma zamanım her zaman vardır. E-posta adresim tayfuntimocin@gmail.com’dur ve gelen her mesajı yanıtlarım. Esen kalınız.
Paylaş