Tabanca mertliği

Haberlerden anlaşılıyor ki, sokakta tabancayla dolaşmayan bir ben kalmışım!

Haberin Devamı

Tabanca mertliği

Bu iş nasıl bu kadar kolay olur, anlamak zor.

Son zamanlarda iyiden iyiye zıvanadan çıkan bir durum çok canımı sıkıyor. TV ve gazete haberlerinde, internette şöyle cümleler sıkça karşımıza çıkıyor: “Tartışma kavgaya dönüştü, silahlar çekildi!”, “Aralarında husumet bulunan iki grup birbirine girdi, silahlı çatışmada 3 kişi öldü, 8 kişi yaralandı!”, “Vale, tartıştığı araç sahibine silah çekti!”, “Barın korumaları müşterinin topuğuna sıktı!” vs. vs. vs.
Bu tip haberler öylesine çoğaldı ki, anladığım kadarıyla sokaklarda tabancayla dolaşmayan bir ben kalmışım memlekette! Bu yazı için internette şöyle bir dolaştım, ortalık satılık silah dolu. Uygunlar da. Tabii internette satılanların hepsi ruhsatlı. Eminim bir de “ruhsatsız piyasası” vardır. Ruhsat da ayrı bir konu. Elinde silahla birilerini kovalıyorken ruhsatlı olmakla ruhsatsız olmak arasında temel ve hukuki bir farklılık olması gerekiyordur muhtemelen ama birisini öldürdüğünüzde ruhsatınızın olup olmaması, ölen, ölen kişinin ailesi, çoluğu çocuğu vs. açısından neyi nasıl değiştiriyor olabilir ki? Acıları hafifletmediği muhakkak.

Haberin Devamı

KİME KARŞI SAVUNMA?

Herkesin belinde bir tabanca. Kafamızda da bazı sorular... Bildiğim kadarıyla bütün silahlar “öldürsün” için yapılıyor. Birkaç parça, mesela sis bombası, plastik mermi gibi şeyler dışında hepsinin amacı öldürmek. Üstelik silah üreticilerinin aralarındaki rekabet, hangisinin daha iyi, daha hızlı, daha kesin öldürdüğü üzerine kurulu. Ölümcül bir rekabet bu. Bir tek bana mı korkunç geliyor bunlar?
Daha iyi öldürme özelliklerini ballandıra ballandıra anlatan silah üreticileri, sonunda çareyi, bütün öldürme araçlarını “savunma” adı altında birleştirmekte buldu, fuarı bile yapılıyor. “Savunma” deyince benim bu konulara pek çalışmayan aklıma bir ülkenin askeri, polisi, jandarması gelir. Onlar için olmazsa olmazdır elbette, üzerinde tartışacak bile değiliz. Ama mesela tost büfesi işleten adamın, kendisini kimden savunması gerektiğini anlayamıyorum. (Kuyumcuyu bir nebze anlarım. Çok pahalı şeyler satıyor, soygun tehdidi her zaman var da, tostçuyu kim niye soysun? “Sökül kaşarları!”) Yanıt eğer “diğer tostçulardan korunmak” ise, o zaman durum zaten aşırı vahim demektir. Olur mu öyle şey? Bu ülkenin polisi, jandarması, hukuku, adliyesi, yasaları var; herkes kendi işini kendisi görmeye kalksa vahşi batıdan beter olurduk. (Hafif andırmıyor değiliz belki ama henüz beter olmadık.)

Haberin Devamı

SEPETE GİT, ALIŞVERİŞİ TAMAMLA

Silahla ilgili kısır döngü şu ki, ne kadar çok silah dağıtılırsa/satılırsa, asayiş o kadar tehdit altına giriyor ve hiç ilgisi olmayan insanlar da eninde sonunda silah gereksinimi duymaya başlıyor. Bakınız mesela kimi kimyasal maddeler, tıpta tedavi amaçlı kullanılmakta. Hastanelerde bulunabilir, ilaç üretiminde kullanılabilir, kimi reçeteyle satılır, kimi reçeteyle bile satılamaz. Ama hiçbiri dışarıda serbestçe dolaşamaz bu kimyasalların. Çünkü bahsettiklerimiz uyuşturucudur ve satılmaları ve hatta bulundurulmaları suçtur. Silahlara gelelim. Askerde, poliste, jandarmada elbette bulunacak, önemli ve elzemdir. Ama dışarıda ne maksatla satılıyorlar? Uyuşturucu tehlikeli olduğu için suçtur haklı olarak. E silah tehlikesiz bir şey mi ki canı isteyen alabiliyor ve beline takıp rahat rahat dolaşabiliyor? İnternette uyuşturucu madde satılamaz elbette ama ölüm için üretilen silahlar rahatlıkla satılabiliyor? Bunu anlamıyorum.
Halkın silahlanması bitmeyen bir tartışma elbette, her zaman her ülkede devam ediyor. Bir yazı yazıp bu durumu bitireceğimi sanıyor değilim tabii ki ama belki kimilerimizin aklında bazı soruların belirginleşmesine vesile olabilirim. Umudum o yönde.
Mesela düğünler… Yahu insan düğüne niye silahla gider? “Gelenek” demeyin lütfen. Sevindiğimizde havaya ateş etmek gibi bir geleneğimiz yok. Belki belirli bölgelerde, belki belirli topluluklarda… Geleneğe çok meraklı olan, arabasını bırakıp atla gitsin o zaman şehirdeki düğüne! At çok daha eski bir yoldaşımız bizim. Mertliği bozan tüfek icat olunmadan çok önce atımız vardı; madem çok sadık olunacak geleneğe, atı niye terk edip “premium deri döşemeli” araçla gidiliyor düğüne?

Haberin Devamı

TÜFEK İCAT OLDU, MERTLİĞE BİR HALLER OLDU

Mertlik dedik ya (ki Köroğlu’muz demiş zaten), sahiden bozuldu. Belinde dolu tabancayla delikanlı rolü yapmak çok kolay! Oysa biriyle ille de şiddet yoluyla çözülmesi gereken bir sorun varsa (ki sorun öyle de çözülmez aslında, sadece konuşulması durdurulur) eski yöntemler en iyisidir. Ya siz karşınızdakine haddini bildirmiş olursunuz ya da o size bildirir. “Osmanlı tokadı” diye bir şey vardı mesela. Yeniçeriler, tokatları “sağlam” olsun, hasmına yapıştığında onu sersemletip yere düşürsün, hani amiyane tabirle, “kodu mu oturtsun” diye mermerle çalışırlardı. Saatlerce mermere tokat atarlardı ve böylelikle gerçekten de tadanı pişman eden, tam anlamıyla “oturtan” bir tokat ortaya çıkardı.
Bahsettiğimiz mertlik (ki anlamı farklıdır aslında, bugünkü kullanım için konuşuyoruz şu an) çok katmanlıdır elbette. Haksızlık, zorbalık edilmeyecek. Hak edilmeyen bir şey için hak talep edilmeyecek. Eğer olayların akışına uygun ve makul bir hak edilmişlik varsa hasmın karşısına çıplak elle geçilecek, makineyle değil. Kimin tokadı sağlamsa, onun lehine konu kapanacak. Tokadı yiyip oturan kişi ise ailesini, arkadaşlarını, birilerini toplayıp geri gelmeyecek, mertliğe sığmayan intikam peşinde koşmayacak. (Bu yazdıklarım hiçbir şekilde erkek-kadın ilişkisini barındırmaz, kesinlikle ima bile etmez.)

Haberin Devamı

TOKAT VE TABANCA (CASUS FİLMİ GİBİ OLDU)

Tabanca mertliği

Abdülcanbaz karakteri ile ülkemizde meşhur olan Osmanlı Tokadı. Sanatçı elbette Turhan Selçuk.

Tokat üzerinde duruyor olmam, şiddetten yanaymışım gibi algılanmasın lütfen. Tokada dikkat çekiyorum çünkü iş ille de şiddetle çözülecekse, hiç olmazsa böyle mertçe, yüz yüze, saklanmadan, siper almadan, uzaktan korkakça olmadan, pusu kurmadan, kalleşlik etmeden olsun, can alınmasın; en fazla patlayan dudağın, kırılan dişin kanı dökülsün, ocaklar sönmesin, çocuklar yetim/öksüz kalmasın isterim. İkincisi de tokat, zaten bugün insanların bellerinde taşıyıp adeta birilerine doğrultmak için fırsat kolladıkları tabancaya adını veren şeydir! Evet, tabanca, adını tokattan alır.
Tabanca, “küçük ateşli silah” anlamına gelmeden çok önceki zamanlarda Türk dilinde iki anlama gelirdi. Birincisi “el ayası”, ikincisi de “tokat, şamar”! Bir şekilde el ayasını, ayak tabanı ile ilişkilendirmişiz evvel zaman içinde. Kim bilir belki de birileri, sağlam tokat atan birilerinin çok iri ayalarını görüp, “O ne öyle yahu! El ayasına bak, ayak tabanı gibi!” demiştir de laf o haliyle oturmaya başlamıştır, o kadarını bilemiyoruz.

Haberin Devamı

ÇOK ESKİ VE UZUN BAĞLANTILAR

İmdiii… Moğolcanın Türkçe ile olan ilişkisi malum. İç içeler, birbirlerinden ayrılmaları binlerce yıl almış gibi görünmekte. Tabanın Moğolcası “tabag” (veya “tabagay”). Haydi biz onu sert okuyalım: Tabak. Sofraya koyduğumuz tabak ile el ayasını da şeklen göz önüne getirelim şimdi… Benzemeye başladılar mı? Bir soru daha: Hiç tütün yaprağı gördünüz mü? Epey benzer ayak tabanına. (Tütün de nereden çıktı demeyiniz, sabrediniz lütfen.) Avrupalı, tütün ile ne zaman tanıştı? Kolomb, Hindistan zannettiği Amerika’yı keşfedince. (Keşif, lafın gelişi. Yoksa orada muhteşem bir uygarlık vardı çoktan.) Amerika kıtasında binlerce yıldır yaşayan yerliler zaten tütün kullanıyorlardı. Adı da “tobago” idi. Söylenen o ki, Kolomb, Karayiplerdeki adalardan birine Tobago adını vermiş çünkü Haiti dilinde yerliler oraya “tambaku” diyormuş. “Tambaku”nun anlamı ise, dürülüp boru yapılmış tütün! Şimdi sıkı durunuz. Bizde (veya genel olarak Ortadoğu’da) nargilenin üzerinde dürülmüş duran tütüne ne ad verilir? Tömbeki! Tömbeki ismi nereden gelir? Farsça “tunbak”tan. Yazdıklarımın hepsi doğru ama birbirleri ile olan bağlantıları kesin değil, benim hipotezim diyelim. Fakat şunu da unutmamanızı rica ederim: Kolomb öncesi Amerikan yerlilerinin -ki az önce söylediğimiz gibi muhteşem uygarlıklar kurmuşlardı. Kolomb’dan sonra İspanyol fatihler soykırıma uğrattı zavallıları- binlerce yıl önce bu yeni kıtaya Asya’dan geçtikleri artık bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek. Üstelik, Moğolca/Türkçe ile Amerikan yerli dillerinin sayılamayacak kadar çok ortak sözü/sesi ortaya çıktı, her gün de yenisi çıkmakta. Moğol “tabag” ile tütün/tabak arasındaki bağlantı artık saçma geliyor mu? Büyüklerimiz, içine sigara kâğıdı ve tütün koydukları kutulara “tabakalık” derlerdi. Artık öyle diyen yok ama “sigara tabakası” diye kutular satılmakta. İşte bunların hepsi oradan. Şimdi, tütün ile tabak, tabak ile tabanca bağlantısını, en azından kendimize göre sağladığımıza göre kısaca başka bir konuya geçebiliriz: Mertlik!

ŞAH VE MAT!

Tabanca mertliği

Şah mort. Foto Isaac Lind - Unsplash

Az önce kısmen kendi kriterlerimiz ile değinmiştik ama “mert” sözcüğü, köken itibariyle hepimiz için aydınlatıcı bir anlama sahip. Farsçadan gelen “mard” sözcüğü “insan” demek. Hem “ölümlü” hem “insan”. Yani biz “mertlik” dediğimiz zaman aslında “insanlık” demiş oluyoruz. (Baştaki konuları hatırlayınız lütfen. İnsanlık, tabanca sıkmayı gerektirebilir mi?) Ama biz işin “ölümlü” tarafına da eğilelim biraz. Zira çok ilginç bir bağlantı bizi bekliyor sırıtarak.
Farsça ile Hint dili olan Sanskritin akrabalığı hepimizin malumu. Sanskritte de “martyah” sözcüğü karşılıyor ölümlü ve insanı. Hint Avrupa dil ailesinin doğu ucunda Hintçe ve Farsça varken, batıdaki diğer ucunda biliyorsunuz Latinceden türeyen Avrupa dilleri var. Mesela İngilizcede ölümlü anlamını karşılayan sözcük “mortal”dır. Cinayet “murder”. Ölülerin bekletildiği yer “morg”. Latincedeki mortuus ve diğer hepsi, az önce konuştuğumuz Farsça-Sanskrit kökenden türemiş sözcükler. Aynı dil ailesine mensup olmayan, Sami dil ailesini oluşturan Aramca, Arapça, İbranca gibi dillerdeki “mevt”, yani ölü, farklı bir sese mi sahip sanki? Satrançtaki en önemli taş olan “şah”ı devirmeye “şah mat” dendiğini herkes bilir. Oradaki “mat”, işte bu Arapçadaki “mavt”tan gelmiyor mu zannediyorsunuz? (Satranç hangi coğrafyanın oyunu sanki?) Hatta, İspanyolcada “öldüren” anlamına gelen “matador” sözcüğünün kökenini aramak için hiç uzaklara gitmemize gerek yok. İki üç satır yukarıda. Hatta size ölünün ardından gelen “matem”i hatırlatsam bile başka yere bakmanıza gerek yok. Konuyu daha fazla uzatamam, yerimi epey zorladım.
İnsan öldürsün diye yapılan tabancaların, neredeyse cep telefonundan daha kolay ulaşılabilir bir şey olmasını yanlış buluyorum. İlle de şiddet olacaksa, gerçek tabanca, yani tokatlar konuşmalı diye düşünüyorum. Mertlik iyidir ve doğrudur ama erkenden mevta olmanın da hiç gereği yok bence. Aklımızı başımıza devşirmeyi umuyorum. Sağlıcakla…

Yazarın Tüm Yazıları