Paylaş
Her tekne bir şiirin kahramanıdır. Foto Katherine McCormack
Uzun süredir tarihten sayfalarla keyifli bilgiler paylaşıyoruz bu köşede. Fark ettim ki şiire epey ara vermişiz, bilimsel bir sempozyum havasına bürünmüş köşe. Bu arada sempozyum sözcüğünün kökenini bilenlerimiz vardır belki, bilimle falan hiç ilgisi yok. Antik Yunan’da birlikte yemek ve bolca içmek için bir araya gelme etkinliğinin adıdır sempozyum. Sonradan Platon tarafından bugünkü anlamına kavuşturulmuştur elbette. Bunu da bir kenara not edelim. Hem, madem sempozyumun yeni anlamına büründürmüşüz köşemizi, o halde biraz ilk anlamına yelken açmaktan, biraz rahatlamaktan zarar gelmez değil mi? Gelin bu hafta hep birlikte şiir denizine çekelim kürekleri. (Bu arada, buraya alacağım şiirlerin çoğu bestelendiği için, sanırım okumanız bittikten sonra epey bir süre mırıldanırsınız gibi geliyor. Bir de küçük not: Şiirlerin orijinallerinin içindeki bugüne göre yazım hatalarını düzeltmedim.)
HER TEKNE BİR ŞİİRİN KAHRAMANIDIR
Bugünkü şiir denizimizin ana dokusu tekneler. Her türlü tekne, balıkçı kayığı, sandal, yelkenli, vapur, yük gemisi, taka, mavna, çekdiri, kalyon ne ararsanız... Hepsi, tüm tekneler. Sonuçta boyu posu ne olursa olsun denizde giden her aracın bir teknesi var. (bkz. 19 Temmuz tarihli bu köşe). Ve tekne ne kadar büyük olursa olsun, deniz çok ama çok büyüktür ve tekne yalnızdır.
Her tekne bir şiirin kahramanıdır. İnanın her tekne. Bir limana gidip usulca izleyin orada sakince yatan kayıkları ve diğer tekneleri. Tıpkı uyurken nefes alıp veren bir insanın göğsü gibi nazik hareketlerle suyun üzerinde yükselip alçalmalarına dikkat edin. Hepsinin ama istisnasız hepsinin bir öyküsü var. Her öykü başlı başına bir şiirdir zaten ama teknelerinki en şiirsel öyküdür belki de.
Bülent Ecevit
ECEVİT’İN TAKALARI
Tekneler ve şiir dendiğinde ilk aklıma gelenlerden biri ilk sırayı alıyor bugün. Daha çok politikacılığıyla tanıdığımız ama şair tarafı da çok güçlü olan Bülent Ecevit’in (1925-2006) ‘Taka’ şiiri. Bu kadar mı güzel, bu kadar mı bu topraklara ve denizlere özgü olunur. Muhteşem şiirdir bence ve okurken Doğan Canku’nun harika bestesi kulaklarımızda dans etmeye başlar:
TAKA
takalar geçiyor allı yeşilli
takalar geçiyor dümenleri lâzlı
takalar geçiyor en nazlı
yelkenlilerden de güzel
güvenli sularda işsiz dönenen
gezi yelkenlerinden çok duyarak denizi
takalar geçiyor enginlere
yamalı göğsünü gere gere
takalar geçiyor yükle yürekle
takalar geçiyor emekle dolu
günlük güneşlik kıyılarından kopmuş
denizlerde Anadolu
kıyılar kadın olmuş
açılır gider erkeği
takalar takalar toprağın
denizde çarpan yüreği
‘Gezi yelkenlilerinin işsiz dönenmesine’ değil ama takaların denizi gezi yelkenlilerinden daha çok duyması üzerine tartışabiliriz ama ne gerek var? Değil mi ki Kurtuluş Savaşı’mızda İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane taşıyan takalardır, her türlü övgünün üzerindedirler, tartışmaya lüzum yok.
Ayşe Celile Hanım
Orhan Veli
KUVÂYİ MİLLİYE KAHRAMANLARI
O takaların kahramanlıklarını Nazım Hikmet (1902 – 1963) yazmıştır bize. Kuvâyi Milliye’de, “Ateşi ve ihaneti gördük” diye başlar Arhaveli İsmail’in Hikâyesi. Tamamını buraya almam mümkün değil ama küçük bir alıntıyla belki tadabiliriz o günkü denizin tuzunu:
“.....
Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silah ve asker ceketi yükleyen laz
takaları:
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
.....”
Eğer bugüne kadar okumadıysanız, bir an önce okumanızı öneririm, elleri kanayarak kürek çeken ancak daha sonra minare boyu dalgalarla başa çıkamayıp emaneti olan mermiye sarılarak boğulan Arhaveli İsmail’in öyküsünü. Ağlamadan okuması zordur.
Usta tiyatrocu Müşfik Kenter’in Bir Garip Orhan Veli albümü
ALFABENİN YAPRAKLARINDAN
Sırada yine en sevdiklerimden biri var. Malum, Orhan Veli Kanık (1914 – 1950) birkaç kelimeyle muazzam derinlikte öyküler anlatır bize. Okuldaki ders kitabının sayfalarındaki resimlere bakıp bakıp daldığı hayalleri ne güzeldir şairin. Resme bakıp, ‘kırmızı bayraklı’ gemilerinin çok uzak diyarlara gittiğini görmek ne şairanedir. (Bu şiir, Orhan Veli’yi bence en iyi okuyan kişi olan Müşfik Kenter’in ‘Bir Garip Orhan Veli’ kaset ve plağında, Selmi Andak’ın bestesi ve Buğra Uğur’un düzenlemesiyle harika bir eser olmuştur.)
GEMİLERİM
Elifbamın yapraklarında
Gemilerim, yelkenli gemilerim.
Giderler yamyamların memleketlerine
Gemilerim, yan yata yata;
Gemilerim, kurşun kalemile çizilmiş;
Gemilerim, kırmızı bayraklı
Elifbamın yapraklarında
Kız Kulesi,
Gemilerim.
İÇ BURKAN BİR ÖYKÜ
Buraya alınmayı hak eden onlarca, belki yüzlerce şiir var. Ama burası bir gazete sayfası ve yerimiz belli. Aslında sizin için 20 şiirlik bir liste hazırlamıştım. Fakat gördüğünüz gibi pek azı burada olabiliyor. Alacağım son şiirin de muhteşem bir öyküsü var, anlatmazsak olmaz. Efendim, Sessiz Gemi’yi bilmeyenimiz yoktur sanıyorum. (Yeni nesil Instagram’da şarkıyı görmemiş(!) olabilir. Ama günümüz şarkıcıları da bu eseri yorumluyor, belki dinlerler.) Yahya Kemal’in (1884 – 1958) pek çok harika şiirinden biridir ama bence milli değerlerimizden biri olan Hümeyra, 1974’te bu şiiri, şiirin kendisi kadar güzel bir besteyle seslendirince, ülkemizin klasikleri arasına girdi eser.
Öyküsü ise bambaşka bir âlem! Çoğumuz bu şiirin ölümle ilgili olduğunu zannederiz. Ama yanılırız. Bakın anlatayım. 1900’lerin başında, yani henüz Türkiye Cumhuriyeti yokken, İstanbul’un en eğitimli, en dikkat çeken, en güzel kadınlarından biri Ayşe Celile Hanım’dır. Piyano çalar, ela gözlüdür, ana dili gibi Fransızca konuşur, güzelliği dillere destandır. Osmanlı’nın önemli bürokratlarından biriyle evlenir, bu evlilikten hepimizin çok iyi tanıdığı bir şair doğar. Ama çift 1916’da boşanır. Ayşe Celile Hanım’ın sonradan büyük şair olacak oğlu, o sırada Heybeliada’daki Bahriye Mektebi’nde okumaktadır ve o sırada da ünlü olan şair Yahya Kemal o okulda edebiyat öğretmenidir. (Ne şanslı çocuklar var.) Ayşe Celile Hanım’la orada tanışırlar. Ayşe Celile Hanım, Yahya Kemal’i hafta sonlarında oğluna özel ders vermesi için evlerine çağırır. İşte bu gidiş gelişler sırasında da aralarında aşk başlar. (Gidiş gelişler de hep teknelerle yapıldığından, tam olarak yazımızın konusu içindedir.) Bu aşk, genç şairimizin kulağına gider ve öğretmeninin paltosuna şu notu bırakır: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz!” Oğlunun yazdığı nottan habersiz Ayşe Celile Hanım, uzun zaman Yahya Kemal’den evlilik teklifi bekler ama o teklif, gelecek vaat eden bir gencin hayatını karartmaktan çekinen Yahya Kemal’den hiç gelmez. Ve bir gün, Ayşe Celile Hanım, Heybeliada’dan vapura son kez biner. Birbirlerini bir daha hiç görmezler. İşte Yahya Kemal Sessiz Gemi’yi o zaman yazmıştır.
VE DÜĞÜM...
Şiir, 1970’lı yıllarda, bildiğimiz ve kulaklarımızdan hiç silinmeyen Türk pop müziği parçasının altında imzası bulunan ünlü müzisyen ve prodüktör Yeşil Giresunlu (evet gençler, ismi Yeşil), bu şiiri, çok güzel bir Fransızca şarkıya uyarlar. Şarkının adı “Sans Toi Je Suis Soul”dur, bestecisi ise Patricia Carli. (İnternette var, bulabilirsiniz.) Ve ortaya Hümeyra’nın sesiyle ölümsüzlüğe ulaşan o muazzam şarkı çıkar.
Merak ettiğinizi biliyorum, artık söyleyelim: Ayşe Celile Hanım, az önce de andığımız Nazım Hikmet’in annesidir. Onu alıp götüren gemi de, işte bu şiirin kahramanı...
Nazım Hikmet
Hümeyra’nın Sessiz Gemi 45’liği
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Bîçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın, ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmiyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Daha çok şiir var. Hayatın kendisi aslında şiir değil mi? Eh, demek ki yeryüzünde yaşam olduğu sürece şiir de hiç bitmeyecek. Ne güzel. Kalın sağlıcakla.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
POYRAZ VE YAĞIŞ
Bugün sert poyraz ve yağış bekliyoruz desem, siz bu yazıyı okuyana kadar zaten onlara maruz kalmış olabilirsiniz. Ama artık sonbaharı gerçek anlamda hissetmeye başladığımızı söylemekte sakınca yok. Kasım geldi, hissedelim değil mi? Sağ olsun bize bu vakte kadar kombileri, sobaları yaktırmadı hava. Ona müteşekkiriz ama barajlarımızın da dolması lazım ki sonra sıkıntı çekmeyelim. Bu nedenle yağışa da hasretiz. Abartmadan, kimseye zarar vermeden, etrafı sellerin götürmesine neden olmadan güzel güzel yağar umarım. Bugünün sert poyrazı, yarın ve pazar gününe kadar iyice hafifleyecek ama serinliği kalıcı olabilir. Yağış ise cumartesi ve pazar günleri sadece ufak tefek yerellikte görülebilir ama genelde açık olacak gibi görünüyor. Geceleri artık iyice serin. Deniz suyu da 18-19 derecelere indi. Kış gelmezse yazın tadı kalmayacağı için, hepimize mutlu bir sonbahar ve kış dilerim şimdiden.
Paylaş