Paylaş
Yazarınızın son halidir.
Sizi bilmem ama ülke gündemi benim içimi hiç açmıyor. Gözümüzün önünde yok olup giden Marmara Denizi’ne baktıkça da içim acıyor. Biraz bunlardan uzaklaşalım bu hafta istiyorum. Daha doğru söyleşiyle, sayfanın sürekli okuyucularının çok yakından bildiği özümüze dönelim istiyorum.
Yirmi küsur yıllık sakalımı bıyığımı kestim. Doğrusunu söylemek gerekirse sakal, çok da sevdiğim bir şey değildi ama nedense “Artık benim tipim bu” diyerek direniyordum kesmeye. Fakat bir an geldi ve çok ama çok rahatsız oldum. Pek hijyenik bir şey değil doğrusu. Evet günde kim bilir kaç kez yıkanıp temizleniyordum ama ben kendimi temiz hissetmiyordum. Sigarayı bırakmış biri olarak sakallı olma halini bırakamaması çok saçma geldi ve kestim. En büyük endişem, “İnsanlar beni tanıyacak mı acaba?” idi. Hiç de korktuğum gibi olmadı. Taksici esnaf bile aynadan tanıyıp, “Abi hayırlı olsun, kesmişsin sakalı-bıyığı” dedi. Bunları anlatıyorum ki benim gibi endişeleri olanlar varsa rahatlasın, hayat hiç de kendimize eziyet çektirmeye değecek kadar katı ve keskin değil. Öneririm. Nasıl ferahladığımı anlatamam.
BİR KIZIL GONCA…
Bırakalım herkes herkesi her şeyden bağımsız olarak sevebilsin. Ne mutlu Türküm diyenenin anlamını düşünelim sadece. Foto Ahmet Demiroglu - Unsplash
Barbaros Hayreddin gibi ömrüm boyunca sakalımla anılmak istemedim diyelim. İsmi Barbaros olan dostlar, denizcilik tarihimizin en şanlı reislerinden birinin ismini taşıdıklarını düşünüyorlar haklı olarak. Öyle de zaten. Ama bunun aslında, “Ahmet, Mehmet, İsmail…” gibi bir özel isim değil, bir lakap olduğunu çok kişi bilmez belki. Barbaros, Latince “barba” ve “rosa” sözcüklerinin birleşiminden gelir. Barba, “sakal” demektir, rosa da “kırmızı”. Gül de adını buradan alır, dudak boyası olan ruj da. Birleşince kırmızı değil de “kızıl sakal” anlamına gelir. Yani bizim Hayreddin Reis, “Kızılsakal” lakabına sahiptir. Hatıratında kendisi “Barbaros” lakabını “barbaroşo” olarak telaffuz eder. Ya da en azından kayda öyle yazılarak geçmiştir. İstanbul’daki Kızılsakal Bulvarı’nı bilirsiniz. Hani Beşiktaş’ta denizden başlayıp ta Zincirlikuyu’ya uzanan, İstanbul’un en eski ve ünlü bulvarlarından olan bulvardan söz ediyorum. Tabii biz onu Barbaros Bulvarı olarak biliriz.
ASIL KIZIL, AĞABEYİ
Evet Hayreddin Paşa’ya, ki doğum adı aslında Hızır’dır, Kızılsakal denir ama tam doğru değildir bu. Yani aslında gerçek kızıl sakallı olan kişi Hızır Reis değil, onun ağabeyi, büyüğü olan Oruç Reis’tir. Oruç Reis gerçekten kızıl sakallıdır ve Avrupalılar asıl Barbaros ismini Oruç’a vermişlerdir. Oruç Reis çok korkutucu olarak tanınır. Avrupalılar da onu sakalı kızıl olduğu için değil, çok acımasız bir korsan olduğu için tanırlar. “Eyvah Kızılsakal geliyor!” ünlemi, 15. yüzyıl sonu, 16. yüzyıl başında Avrupa’nın Akdeniz sahillerinde ve adalarında çok iyi bilinen bir korku ünlemidir. Cezayir’i ele geçirip bir Türk korsan yatağı yapan, orayı “Garp Ocakları” haline getiren Oruç Reis’tir. Ve Oruç Reis’le Cezayir bir “sultanlık” olur. Osmanlı’ya bağlı falan da değildir.
DEVREDEN KIZILLIK
Ama Oruç Reis’in ömrü vefa etmez, 1518’de, İspanyollarla yalın kılıç savaşırken hayatını kaybeder. (İspanyollar, kendi kayıtlarında öve öve bitiremezler Oruç’un kahramanlığını.) Onun reisliğini ve Cezayir’in sultanlığını, kardeşi Hızır ele alır ve Avrupa’da Kızılsakal efsanesi, aslında ağabeyi kadar kızıl sakallı olmayan Hızır tarafından sürdürülür. Hızır Hayreddin’in sakalı kızıl-kahvedir (kestane) ve lakaba çok da aykırı değildir. Hızır Reis, Kanuni Sultan Süleyman tarafından davet aldıktan sonra, ancak 1533’te Osmanlı’ya dâhil olur ve yaklaşık 70 yıllık ömrünün son 13 yılını “Osmanlı” hizmetinde geçirir. İstanbul’a vardığında bir korsan reisi değil, Cezayir Sultanı’dır. Elbette Cezayir’den ve onun getirilerinden vazgeçmeyeceğini Padişah’ın huzurunda açıklıkla beyan ettiği için kendisine Cezayir Beylerbeyliği ve Kaptanıderya’lık birlikte verilir. Yani, Osmanlı Cezayir’i fethedip ele geçirmemiştir, Barbaros kardeşler vasıtasıyla oraya sahip olmuştur. (Hızır Reis ya da bizim duymaktan daha çok hoşlandığımız haliyle Barbaros Hayreddin Paşa, 1546’da vefat eder, türbesi Beşiktaş’tadır.)
HAYATIMIZDAKİ BARBALAR
Berber, sakal kesen kişi demek. Foto Arthur Humeau - Unsplash
Tabii, sakal anlamına gelen Latince “barba” sözcüğü, bugün dilimizde ve kültürümüzde sadece Hızır Reis’in lakabında yoktur, başka şekillerde de yaşar. Mesela benim en sevdiğim balıklardan olan “barbunya”. Bilirsiniz onların çenelerinin altında, sakal olarak isimlendirilebilecek uzantılar vardır ve isimlerini de onlardan alırlar. Barbun denmesi, sadece bize özel bir kısaltmadır. Yani balığı adı barbun değil barbunyadır. Bir de fasulye türü var ona benzeyen. Sadece o balığın renklerine benzediği için o ismi vermişler fasulyeye, yoksa onun sakalı falan yok.
Sakal tıraşı olmak için gittiğimiz esnafa berber denmesinin nedeni de Latince “barba”dır. Venedik İtalyancası “barbier” yani “sakal kesen kişi”dir. Hani, “Kuaför demeyin, Türkçe konuşun, berber deyin” diyenler var ya, işte öyle demezlerse daha az komik olurlar sanırım.
YA BİZİM SAKAL?
Uçmasın diye şapkayı çeneye bağlayan ipin adı da sakak. Foto Azees Math - Unsplash
Peki bizim dilimizdeki “sakal” nerelerden kalkıp gelmiş acaba? Doğrusu onu çok uzaklardan getirmişiz yanımızda. Türkçe-Moğolca ortak sözcüklerinden biri “sakak”. Daha doğrusu “Orta Asya Türkçesi” diye yuvarlatılmış bir kavram var. Çok normal tabii, Türk ile Moğol’u birbirinden keskin çizgilerle ayırmayı kimse başaramadı bugüne kadar. En azından Çinliyle Etiyopyalıyı birbirinden ayırmak kadar kolay bir iş olmadığı kesin. Sakak, “çene altı” demekmiş aslında. (Arapça “şikâk”tan gelen ve “yüzün iki yanı” anlamına gelen şakak ile ilgisi yok.) Bir de, kafamıza taktığımız bir şapkayı, rüzgârda uçmasın diye iple çene altından bağlarız ya hani, işte o ipe de sakak deniyormuş. Çene altı ne de olsa. Tabii ömrü at üstünde, oradan oraya koşan bir kavim, kafasındaki şapkası, miğferi her ne varsa uçmasın diye bağlıyordu kuşkusuz. İşte o sakak, bizim bugün konuştuğumuz “sakal”ın yakın akrabası.
KAFATASÇILIK DERDİ!
Yine Barbaros Hayreddin Paşa’ya, ya da kendine hitap ettiği biçimiyle Hızır Reis’e dönerek, hepimize sakal bıyık yolduran bir mevzuya girelim. Hızır Reis’i biz “Büyük Türk Denizcisi” olarak tanımlamaz mıyız? Öyledir de zaten. Atatürk’ün zamanından beri, “Ne mutlu Türküm diyene” sözünü eleştiren, bunu bir dayatma, bir şovenizm olarak gören, sağcısıyla solcusuyla mantığını kullanamayan çok insan tanıdım. Etnik olarak Türk olmayan insanlara saldıran, onlara karşı öfke ve nefret besleyen kitlelere baktığımızda, hepsinin Barbaros Hayreddin Paşa’yı -haklı olarak- “Büyük Türk denizcisi” olarak tanımladıklarını da görüyoruz. Ve daha Osmanlı’daki pek çok önemli ismi… Bu insanlar kızıl sakallı kardeşlerin (dört erkektirler) babalarının Yakup isimli bir devşirme (yeniçeri) olduğunu bilmediklerini sanmıyorum. Aynı zamanda Yakup’un, Midilli’de yerleştiği köyün papazının dul karısı ile evlendiğini ve bu dört oğlan ve söylenene göre iki de kızı birlikte dünyaya kazandırdıklarını bilmediklerini de sanmıyorum. Yani, etnisite ve kafatasçılık peşinde koşanların idollerinden olan Hızır Reis’in, onların “etnik köken” iddialarına aykırı bir profili olduğundan söz ediyorum. Hayreddin Paşa benim de idollerimdendir ama bunun nedeni muhteşem bir denizci olmasıdır. Denizcilik tarihimizden Barbaros’u çıkardığımızda geriye pek az “iyi” şey kalır. 1538 tarihli Preveze Deniz Zaferi’ni çıkartın, çok az deniz zaferimiz olduğunu görürsünüz. Sadece 33 yıl sonra İnebahtı hezimetini yaşamamızın nedeni, muhtemelen Barbaros’un ömrünün vefa etmemiş olmasıdır. Bu adamı Büyük Türk saymayacağız da kimi sayacağız? Sadece bu örneğe bakarak bile Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün etnik kökenle ilgili olmadığını anlamak mümkündür. Sağdan soldan Atatürk’e saldırmak için fırsat kollayanların aslında hiç fırsatı yok biliyor musunuz? Sadece münasip yerlerinden uydurup duruyorlar. Dr. Muine Atasayan’ın “Türk Saçları Üzerine İlk Antropolojik Araştırma”sı da gösteriyor ki, Türk etnik kökeninde kızıl saç zordur. Artık takılmasak mı böle şeylere?
Sakalı, rengini, kökenini hem bedenimizden hem zihnimizden keselim gitsin. Ben öyle yaptım. Çok ferahladım. Bizim artık huzura ihtiyacımız var. Kim kendisini ne hissediyorsa o olsun. Höt zöt devri kapandı çoktan.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
GİDEREK ISINIYORUZ
Yağmur beklenmiyor, hava günbegün giderek ısınıyor, rüzgâr hafta sonu boyunca güneyli, yeni haftaya girerken kuzeye dönerek belki biraz serinlik katabilir. Açık havada olmak için çok güzel bir zaman. Sağlıcakla…
Paylaş