Paylaş
Farklı kültürlerde eller farklı kullanılır dua ederken. Ama illa ki kullanılır. Foto Aaron Burden - Unsplash
İnsanın “insan” olma yolculuğunda herhalde inanç kadar büyük yer kaplayan başka bir şey yoktur. Binlerce yıldır inanıyoruz. Fakat insanın “kötü” tarafı şu ki, her inanan, kendi inandığını en doğru, en kusursuz, en mükemmel, en gerçek olarak kabul ediyor. Bu yüzden inandığımız şeyler uğruna binlerce yıl boyunca da kan akıtmışız. Hâlâ bazı radikal gruplar bunun peşinde. İster insanlık, ister uygarlık, isterse düşünce tarihi okuyun, mutlaka görürsünüz ki tarihin bu son iki bin yılı içinde gelişen olayların çok öncesine dayanır bu macera. Nasıl başladığını tam olarak asla bilemeyeceğiz ama başladıktan bir süre sonra kayda geçen inanç sistemleri ve onlara bağlı ritüellerden bazı ipuçları edinmemiz mümkün.
DOĞADAN İNANCA…
Her dönemde ellerimizi açtık ve dua ettik. Foto Joshua Earle - Unsplash
Her şeyden önce bu sayfada sık tekrarladığımız bir konuyu kısaca hatırlayarak başlayalım. İnsan, ilkel bir canlı iken doğanın tüm güçlerinden korkuyordu çünkü hiçbir şeyi açıklayabilecek, olanlara mantıklı ve tatmin edici bir yanıt verebilecek durumda değildi. Korktuğu, çekindiği ya da ona zarar verdiği için “korkunç”; işine yaradığı ya da sadece güzel olduğu için “iyi” kabul ettiği hemen her olayın kaynağını “gökyüzü” olarak algıladı. (Hatırlarsanız., daha önce gök kavramı ve hatta bunun Türklerin Orta Asya’daki yaşayışlarına yansımalarını ele almıştık yakınlarda.) Şimşek, yıldırım, gök gürültüsü en korkunçlarıydı. Fakat Güneş gökteydi ve hatta yağmur da gökten gelerek önceleri mis gibi çiçeklerine açmasını, tarımın başlamasının ardından da ekinlerin büyümesini sağlıyordu. Kısaca gök, belki de her şeyin kaynağıydı. Bu nedenle insanlar gökyüzünden medet ummaya başladılar.
FAZLASIYLA ESKİ BİR GELENEK
Bu resmi, şiddete karşı ortak eylem çağrısı yapan bir Hristiyan sitesinden aldım. Yani İslâmiyet'e dair değil.
Hinduizmin de belirgin niteliklerindendir elleri kullanarak yakarış, yani dua.
Budizmin en belirgin motiflerinden biri bu. Foto Arisa Chattasa- Unsplash
Tekrar etmek isterim: Bunlar olmaya başladığında (bugünden geriye doğru gidersek) İslâmiyet, Hristiyanlık, Musevîlik, Budizm, Hinduizm, Şintoizm gibi ana akım inançların hiçbiri henüz dünyada yoktu. Ama insanlar, inancın ana öznesini çoktan gökyüzüne yerleştirmişlerdi. Doğanın farklı farklı güçleri olduğu ve tek tanrı inancı gelişmediği veya ortaya çıkmadığı için de karanlık çağların inançlarının hepsi çoktanrılıdır. Fakat tanrıların bir şeye benzemesi gerekiyordu, insanlar da devasa heykeller, resimler vs. yaparak taptıkları tanrıları sembolize eden şeyler yaptılar. Bugün put denen bu nesnelerin kendisi değildi tapılan, simgeledikleri güçlerdi. Öyle ya da böyle, ana unsurlar her zaman yukarıda yani gökteydi. Bu yüzden yapılan tüm tapınaklar göğe yükselir.
YARATILIŞ HEP YUKARIDAN
Tüm inançlarda “yaratılış” konusu, her zaman gökle başlar aynı nedenle. Eski Ahit (Tevrat dediğimiz), “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı” diye başlar. (Tekvin I-1) Kur’an’da çok kez geçer gökler. “Arş” olarak da geçer Allah’ın makamı. “De ki, ‘Yedi kat göklerin Rabbi büyük Arş’ın Rabbi kimdir?’” (Müminûn, 86) Bunlar, inancın son durakları olarak bilinen iki büyük dinin kutsal kitabından. Ama başta söylediğimiz gibi henüz bu dinler yokken, binlerce yıl öncesinde insanlar zaten böyle düşünüyorlardı. Yaklaşık MÖ 3500’lerde Mezopotamya’da zirvesine ulaşmış, dolayısıyla çok daha önceden var olmaya başlamış bir Sümer uygarlığı var, burada çok söz ettik. Sümerlerde “tanrı” sözcüğünün karşılığı “dingir”dir ve Türklerde ise “tengri”dir. Bu ses benzerliği büyüktür ve bunun gibi pek çok benzerlik bugün bilim çevrelerinde Sümerlerle Türklerin akrabalığı ile ilgili tartışmaların devam etmesini sağlıyor. Sümerlerin yerine gelen Sami ırkından Akad’ların kültüründe tanrı sözcüğünün karşılığı olarak “ilu” kullanıldı. Bu dilden doğan Aramca, İbranca, Arapça gibi diller de bundan etkilendi. İlu, “ilah” sözcüğüne dönüştü. Sümerlerden başlayarak büyük tanrıların tamamı gökte yer aldı. En büyük tanrıları “An” “yukarının” yani göğün tanrısıydı. Diğer bir büyük tanrı olan “Enlil”, atmosferin ve havanın… “Utu” Güneş (sonradan Şamaş adı verildi), “Nanna” Ay ve yıldızlar, “İşkur” fırtına, yağmur… “Evrenin mühürdarıYüce beceri ve bilgiyimKürsünün üstünde An ile yan yanaAdalet dağıtanım ben,Kaderlere hükmetket için Enlil ile yan yana.” (Mezopotamya Mitolojisi, Bottero-Kramer, T.İş Bankası Kültür Yay. 3. Basım, 21019, s. 187) Bu arada belirtelim, “kürsü”, burçlar kuşağının kapladığı göksel alanın adıdır. Başka pek çok yan anlamı da var tabii.
DUA: YARDIM TALEBİ
Gökteki tanrılar kızdıkları zaman cezalandırıcı oluyorlardı. Ama merhametli olmadıkları söylenemezdi zira Güneş ve yağmurla insanlara iyilik de ediyorlardı. Hatta iyi oldukları zamanlar çoğunluktaydı. Bu nedenle insanlar, sıkıntıya düştüklerinde onlardan yardım istediler, tanrıları “yardıma çağırdılar”. Tanrılardan yardım talebi, Sümerlerde bol bol kayda geçmiş. Tabletler, “dua” metinleri ile dolu. Tabii hemen söyleyelim, insanların duası, yani tanrıları yardıma çağırışları, hep olumsuzluk temeline dayanıyordu. Yani kıtlık olduğunda bolluk, kuraklık olduğunda yağış, talihsizlik olduğunda talih istemek gibi konulardı duaların konusu. Bugün de öyle değil mi? Nadiren şükrederiz sahip olduklarımıza. Daha çok içinde bulunduğumuz kötü bir durumdan kurtulmak içindir dualar. En başta da öyleydi. “Dua”, Arapça “çağrı” anlamına gelen sözcükten gelir. Çağrıyı başka türlü söyleyecek olursak, “davet”. Aynı kökten zaten. Çağrı, yukarıda da sözünü ettiğimiz “yardıma çağırma” eylemi.
UZAKDOĞUNUN DUALAR
Biraz daha doğuya gittiğimizde, ki kadim kültürlerin beşiği Hindistan anakarası ve üst bölgesinden söz ediyoruz, karşımıza, bölgedeki tüm inançların en kutsal ve eski metinleri olan Rigveda ilahileri çıkar. En büyük tanrılardan Agni (ismi An ve Anu’ya çok benzer ama bağlantı muallaktır) için yazılmış metinlerden biri şöyle der: “Sabah akşam her kim sana dua eder, bunu sunarsa, ona sevdiğin şeyi yap. Altın kaplı bir at gibi onu kendi evinde beladan kurtar, sen cömertçe verensin.” (Rigveda, IV. Kitap, 2. T. İş Başkası Kültür Yay. 2. Baskı, 2021, s. 302) Aynı ilahi içinde:“Düzenleyici Agni, bilge; bu duaları sana ediyoruz, kabul bulur. Alevlerini yükseğe kaldır ve bizi hep zengin et. Ey sen lütufları bol olan, bize çok zenginlik ver.” (age. S. 303)Burada bir ateşten söz ediliyor. Ateş, tanrı Agni’nin biçimlerinden biri. Bilirsiniz, “ateşe tapanlar” bugün halen vardır ve pek çok kültürde, Zerdüştîlik olarak da adlandırılan Mecûsîlik ve Mazdeizm’de de ateş kutsaldır. Ateşin kutsallığını, bugünkü anlayışla Cehennem ateşiyle birleştirip tapınmayı şeytanla ilişkilendirenler yanılıyorlar. Olayın kökü buradadır ve “iyi” bir tanrısallık içerir.
ELLERİNİ AÇMAK
İslâm'da en önemli unsurlardan biridir el açıp dua etmek.
Bütün bu inanç sistemlerinin içinde ellerimiz hep başroldedir. Eller, pek çok farklı biçime girerek dualarımızda aracılık eder. Genellikle avuç içleri yukarı bakar ama birleştirilerek de kullanılır. Bunun bir nedeni de elimizin, olduğumuz yerde en yukarı ulaştırabildiğimiz tek uzvumuz olmasıdır. Yukarıya yakardığımıza göre, yukarıya yönelmekten daha doğal ne olabilir?Her kültür ellerini kullanır. Her kutsal metinde de vardır örnekleri. Günümüze biraz daha yaklaşıp, Eski Ahit’ten, yani bizim Tevrat dediğimiz kutsal kitaptan örnek verelim:“Makdise ellerinizi kaldırın,Ve Rabbi takdis edin.” (Mezmur 134-2)
“Duam senin önünde tütsü gibi,El kaldırışım akşam takdimesi gibi olsun.” (Mezmur 141-2)
“Dağlar seni görüp ağrıdan kıvrandılar;Seller akıp geçti,Engin sesini çıkardı,Ve ellerini yukarı kaldırdı.” (Habakkuk, 3-10)
Bu aralar hayat pahalılığı, toplumsal sorunlar vs. nedeniyle çoğumuz dua ediyor, taleplerimizi bildiriyoruz. El açıyoruz. Böyle bir zamanda “acaba ne kadar zamandır biz insanlar dua ediyoruz?” diye merak ettim, binlerce yıllık bu geleneğe dair bulduklarımı da dostlarla paylaştım. Tüm dualarınız kabul olsun.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
NE GÜZEL HAVA
Adına ister pastırma yazı deyin, ister başka bir şey. Yazdan kalma günler bunlar. Bugün (Cuma) ve yarın 20 derecenin üzerinde, yağışsız ve keyifli bir hava bizimle. Rüzgâr, Marmara genelinde kararsız ve etkisiz. Bu nedenle havanın keyfini doya doya çıkartmak mümkün. Fakat pazar günü poyraza dönüp biraz esecek hava, 20 derecenin altına düşürecek gibi görünüyor sıcaklıkları. Ama yine yağış beklenmiyor. Yani, kış gelmeden, mis gibi havanın tadını çıkartmak için oldukça güzel bir hafta sonu. Sağlıkla kalın.
Paylaş