Paylaş
İstanbul’un fethi
Keşifler dönemini bilirsiniz. Hani şu Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan’a gitmeler, Kolomb’un Amerika’ya gitmesi, sonrasında Atlantik’ti, Pasifik’ti, Hint Okyanusu’ydu derken okyanusların adım adım keşfedilmesi, geçen haftaki ‘Zordu ve Pisti’ başlıklı yazımda belirttiğim gibi denizcilerin bin bir zahmetle haritaların eksik yerlerini tamamlaması... O keşiflerden söz ediyorum evet. Bunları yapan, hepimizin bildiği gibi Batı. Avrupalılar yani. Peki Avrupalılar neden keşfe çıktılar? Neden o kadar zorluğa katlanıp okyanuslarda öle öle, hayatları pahasına bilinmeyene yelken açtılar? Doğu’ya ulaşma fikri neden bu kadar önemliydi?
YOK ÖYLE ŞEY!
Eskiden konuşulan ve artık çoktan unutulmuş olması gereken bir düşünce, -son zamanlarda gençlerin/çocukların ağzından duyduğum için söylüyorum- meğer eskimemiş, halen yaşıyor!
Batı neden okyanuslara açıldı?
Osmanlı İstanbul’u fethetti de ondan!
Yok öyle bir şey! Zira yazının bundan sonrası tamamen bununla ilgili. Uzun uzun anlatmadan önce, hemen şimdi söyleyeyim: Coğrafi keşiflerin İstanbul’un fethiyle hiçbir ilgisi yok!
ÇOK DAHA ESKİ HİKÂYE
Bu mesnetsiz iddiayı ortaya atabilmek için, Batı’nın doğuyla olan ilişkisini de, Avrupa’da İstanbul’un fethinden çok daha önce başlamış keşif seyri denemelerini de çöpe atmak gerekiyor. Ama atamayız. Onların hepsi yaşandı, hiçbiri çöp değil. Ayrıca, evet İstanbul çok önemli bir liman kentiydi ama Batı’nın, tüm doğu ticaretini İstanbul’a bağlamak da ayrı bir anlamsızlık. Kaldı ki Osmanlı, ticaret yapma konusunda, ne İstanbul’un fethinden önce ne de sonra zorluk çıkartmıştır Avrupalılara. Vergisini almış, ticareti serbest bırakmıştır. Hatta Osmanlı topraklarında oldukça rahat ticaret yapmıştır Batılılar. Öyle ki, asıl zorluklarla, Osmanlı toprakları dışına çıktıklarında karşılaştıklarını kendi seyyahları anlatır.
BATI’NIN DOĞU İLE KARŞILAŞMASI
Avrupalının Doğu’yu merak etmeye başlaması (‘merak’ konusuna geleceğiz) çok daha eski. Dünyaya kök söktüren Pers İmparatorluğu’nun MÖ 5. yüzyılın başında Yunan anakarasına yaptığı seferlerden daha önceye gitmek gerekiyor.
Yunan anakarasındaki uygarlığın tetikleyicisi olduğu varsayılan Girit merkezli Myken Uygarlığı’nın Mısır kökenli olduğu artık biliniyor. Yunanistan anakarasında bulunan kalıntılar arasında çokça Mısır ürünü var.
Ama bundan da önceye gitmemiz gerekecek. Yazının ortaya çıkmasından çok daha önceki dönemlerde, Baltık Denizi kıyılarındaki bazı yerleşimlerde Mezopotamya üretimi çanak çömleğe rastlanmış olması, batı ile doğunun iletişiminin ve karşılıklı haberdar olmanın eskiliğini bize haber veriyor.
İSKENDER’İN AYAK İZİ
Kolomb’un gemileri Nina, Pinta ve Santa Maria’nın 1893’teki replikaları
Bütün bunlar var ve gerçekler. Fakat asıl büyük hikâye, Pers İmparatorluğu’nun MÖ 5. yüzyıldaki saldırılarına, Yunanların, ‘Büyük İskender’ ile MÖ 4. yüzyılda yanıt vermeleriyle başlıyor. MÖ 356’da Makedonya’da dünyaya gelen İskender, 33 yıllık kısacık ömründe bilinen dünyanın yarısını fethetmiş, Hindistan’a kadar gitmişti. Görülen yerlerin hepsi de detayları ile kayda geçmiş, sonrasında yuvaya dönen askerler tarafından da bol bol anlatılmıştı. Avrupa, Hindistan’ın varlığını (önceden biliyor olsa da bu kadar canlı değildi hiçbir anlatım) böyle fark etti.
İskender’in MÖ 323’teki ölümünden sonra bu dev imparatorluk 4 parçaya bölündü ve yine Makedon generallerin yönetiminde dört ayrı devlet varlığını korudu. Bunların, en doğuda, Hindistan sınırında olanı ‘Selevkos’lardı. Biri de Mısır’da konuşlanan Ptolemaios hanedanı. Daha tanıdık bir ifadeyle, iyi tanıdığımızı zannettiğimiz Kleopatra’nın (aslında yedinci Kleopatra’dır) ülkesi. (Son kitabım Erkek Denizinde Kadın Gemiler’de Kleopatra ile ilgili çok detay bulabilirsiniz. Hem de kendi ağzından...) Diğer devletler daha batıda olduğu için burada zikretmeye gerek yok. İşte bu Makedon hanedanların ülkeleri, bir yandan doğuyla ilişkilerini sürdürürken, bir yandan Batı’ya, asıl memleketleri olan Makedonya ve Yunanistan’a sürekli haber ve mal gönderiyorlardı. İlişki asırlarca devam etti. O devletler yıkıldı, yerlerine başkaları geldi vs.
İSLÂMİYET DÖNEMİ
Sonra, İslâmiyet doğdu MS 6. yüzyılda. İslam orduları çok kısa süre içinde İspanya’ya kadar gitti ve İber Yarımadası’nın büyük bölümünü ele geçirdi. Batı ile Doğu’nun ilişkileri devam etti. Kendi iç kavgaları ile fazlasıyla meşgul olan Batı, 11. yüzyılda Kudüs’ü fark etti yeniden ve Haçlı Seferleri başladı. Batı ile Doğu’nun ilişkileri hiç bu kadar yoğun olmamıştı. Akdeniz, Doğu’dan Batı’ya mal taşıyan gemilerle kaynıyordu. (Haliyle korsanlar da cirit atıyordu.) ‘Kutsal Topraklar’a gidip evine dönen herkes için anlatacak büyük hikâyeler vardı. Ortadoğu’ya gidenler arasında Hindistan’a kadar uzanmayan kimse olmadığını söylemek hayalcilik olur ama bildiğimiz bir kayıt yok.
MARCO POLO VE MATBAA
Kaydın en güzelini, gerçek anlamda bir merak dalgası başlatacak olan Marco Polo tuttu. 13. yüzyıl İtalyan gezgini Marco Polo, Çin’e gitti, gördüğü her şeyi belki de üzerine bin katarak yazdı, ‘Harikalar Kitabı’ adını verdiği eseri Avrupa’da daha matbaa bile yokken yok satıyordu.
Ama Alman Gutenberg’in 1450’de icat ettiği (bin yıl önceki Çin tekniklerini geliştirmişti aslında) matbaa (hani şu bize 1727’de gelen matbaa), büyük bir değişimi körükledi ve Avrupa’da bir şekilde hep var olmuş ‘merak’ duygusu okumanın hız kazanmasıyla zirveye ulaştı. Ancak matbaa kitap basmadan önce, bildiğiniz gibi eserler elle çoğaltılıyordu ama herkes ulaşamıyordu bu elyazmalarına. Pahalılardı ve bu nedenle zengin ve soylu kesim kitap toplayabiliyordu.
PORTEKİZ’İN ÖNCÜLÜĞÜ
Büyük İskender, İskenderun’daki İssos Savaşı’nda Pers İmparatoru Dareios’a karşı MÖ 333
Bunlardan biri olan Portekiz Prensi Henri, 1419’dan itibaren her sene biraz daha ileriye gitmek üzere Atlantik okyanusuna keşif gezileri düzenletti. ‘Denizci Prens Henri’ diye anılsa da kendisi seyirlere katılmadı ama öyle bir organizasyon kurdu ki, bilim insanları, astronomlar, denizciler, matematikçiler, ressamlar, haritacılar, filozoflar... Herkesi bir araya getirmişti. Portekiz, adım adım ve insanların kaybı pahasına indi Afrika’nın batısından aşağı. Sonunda Hindistan’a ulaşacaklardı ama onlardan önce Kolomb Hindistan’a gitmek için batıya yelken açtı, bir yere vardı ama orasının neresi olduğu konusunda kafası karışıktı. Yine de biz Amerikan yerlilerine Kolomb yüzünden ‘Indian’ yani ‘Hintli’ diyoruz İngilizce ve diğer batı dillerinde. Aslında Kolomb ‘ilk’ değildi. Çok az kimsenin tanıdığı Flaman kökenli Ferdinand van Olmen adlı bir denizci, Fernao d’Ulmo adıyla ve Portekiz Kralı’nın rızasıyla, 1487’da batıya yelken açmıştı. Kolomb’dan 5 yıl önce. Fakat gemisi fırtınada battığı için hiçbirimiz adını bilmiyoruz! Kolomb biliyordu tabii!
HİNDİSTAN ŞAHANE, BAHARAT BAHANE
Bu konuda yazacak çok şey var elbette ama yerimiz bu kadar dostlar. Fakat bu konuları bir araya getirdiğim bir kitabın hazırlığı içindeyim, merak edenler burada ele alınan konuları detayları ile orada bulabilecekler. Demem o ki, İstanbul fethedilmeden çok daha önce Batı, Doğu’yu merak etmeye başlamış ve mercek altına almıştı zaten. Ayrıca, ticarete engel hiçbir durum da ortada yoktu. Elbette her devlet, ticareti kendi tekeline almak, aracıları ortadan kaldırmak istiyordu, bu da bugün bile normal iken o günlerde haydi haydi normaldi. Üstelik, Cenova ve Venedik, Fatih Sultan Mehmet’in fethinden sonra İstanbul’da doğrudan ticaret hakkı sahibi olmakla kalmamışlar, şehirde mahalleler kurmuş ya da var olanları korumuşlardı. Akdeniz’deki ticaret onların tekelindeydi ve Doğu’nun hiçbir malı onlar sayesinde Batı’dan zaten eksik olmuyordu. Yani hiçbir kral, “Salebimin tarçını bitti. Tez Hindistan’a giden bir yol buluna ama İstanbul üzerinden olmasın” diye emir vermemişti.
OSMANLI’NIN DURUMU
Sık sık sohbetlere konu olan bir soru var: Avrupa okyanuslarda cirit atarken ve yeni topraklar keşfederken, Osmanlı neden hiçbir adım atmamıştı bu konuda? Belki haklı görünen bir soru olabilir. Evet bir ‘merak eksikliği’ olduğu çok açık. Konu, buraya alınamayacak kadar geniş ve derin ama aslında çok basit bir kilit noktası var. Yanıtı kısacık: Batı’nın ulaşmaya çalıştığı her yer zaten Osmanlı’nın elinin altındaydı! Batı’yı motive eden ekonomik unsurlar, Osmanlı için geçerli değildi. (Aslında olabilirdi, nitekim daha 16. yüzyıl bitmeden hazine boşaltılmaya başlamıştı, olabilirdi ama olmadı. Dedim ya, konu çok derin.) Yani aslında hiçbir şey göründüğü kadar basit değil dostlar. Bu nedenle bilgi güçtür. Öğrenelim, bilelim ki kimse bizi kandıramasın. Kalın sağlıcakla.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
PARÇALI BULUTLU
Evet çok ortada bir laf ‘parçalı bulutlu’ ama doğru. Marmara’nın çevresinde yağmur indirme olasılığı bulunan bulutlar ufaktan dolaşıyor ancak Güney Marmara’ya pek yağmur bırakacak gibi görünmüyorlar şimdilik. (Bırakırlarsa günahları boyunlarına.) Fazla hafif bir poyraz var. En yüksek hava sıcaklığı pazar gününe kadar 22-24 derece civarında ama pazara biraz daha serinliyor gibi. Uzun lafın kısası, öyle kayda değer bir durum yok. Herkesin neşesi daim, keyfi bol olsun.
Paylaş