Paylaş
“Okyanuslara açılmak” kalıbı, genellikle bilinmeyenden korkan toplumların telaffuz ettiği bir şeydir. Çünkü okyanus, özünde “bilinmez”i simgeler. Kimin için? Bilgi paylaşan uygar topluluklar için. Yoksa, herhangi bir denizin kıyısında yaşayan, henüz avcı-toplayıcılıktan yerleşik (uygar) tarım toplumuna geçişini tamamlamamış kimi topluluklar da diğerleri gibi elbette denizden bir şekilde yararlanıyor, mesela balık tutuyorlardı. Akdeniz’de seyir, binlerce yıldır vardı.
Polinezyalıların, adalar arası seyahatlerdek gece seyirlerinde yollarını bulmak için yıldız haritası çıkarıp bunu sonraki nesillere özenle öğrettiklerini biliyoruz. Aksi halde ağaçtan oyulma küçücük kanolarla, 360 derecelik deniz ufkunda (yani çevrede tek kara parçası yokken) yüzlerce mil yol kat edemezlerdi. Yani, okyanusa çoktan açılmışlardı, kendi uygarlıklarını genişletiyorlardı.
TERSİ DE MÜMKÜNDÜ AMA OLMADI
Tarihi, güçlü olan yazar. (Başka bir açıdan bakınca da, tarihi yazan güçlüdür.) Gücün hangi ahlaksal koşullarda elde edildiği, bugünkü yargılarımıza uyup uymadığı, ne zamanın, ne Dünyanın, ne de tarihin umurundadır. Bu nedenledir ki “Amerika’nın keşfi”nden söz edilir. Eğer Avrasya uygarlığı değil de örneğin Mayalar güçlü olsalardı tarihi onlar yazacaktı ve bu kez “Avrupa’nın keşfi”nden söz edilecekti. İşte bu yüzden “okyanuslara açılmak” kalıbı, Avrasyalı bir kalıptır, Avrasya insanının bakış açısını (perspektifini) yansıtır. Yani, Vasco da Gama, Portekiz’den yola çıkıp Afrika’nın güneyini dolaşarak Hindistan’a giden deniz yolunu “keşfetti” ve elbette Batı için önemli bir iş yaptı ama Hint Okyanusu’na kıyısı olan toprakların sakinleri zaten asırlardır o sularda vızır vızır dolaşıyor, barış içinde ticaret yapıyorlardı. (Portekizliler gidince bütün huzurları kaçtı, o başka bir yazının konusu.) Fakat hakkını yemeyelim, da Gama için “Hindistan’ı keşfetti” diyen de yok zaten. Avrupa’nın batısından Hindistan’a giden deniz yolunu keşfetti ve evet, çok fazla bedel ödeyerek o yolu kullanıma kazandırdı. (Denizciliği, insanlığından daha iyiymiş demek ki Hindistan civarına varınca büyük sorunlara yol açtı.)
DİREKLERİN ÖTESİ, ATLAS OKYANUSU
Tüm insanlığın bildiği en dış deniz, binlerce yıl boyunca Atlas Okyanusu (Atlantik) idi. Bilinen ve çizilebilen ilk karalar bütünü de Asya, Avrupa ve Afrika’dan oluşuyordu. O yüzden insanoğlunun ürettiği ilk haritalar bu karaları ve hepsini çevreleyen bir okyanusu gösteren T-haritalardı. Bilinen bu dünyanın çevresi, kimsenin “bilmediği” bir denizle çevriliydi. Dünyamızı resmetmeye başlayalı henüz 3 bin yıl olmadı. Bildiğimiz ilk T harita, Babil’de taşa oyuldu. MÖ 700-500 arasında çizilmiş bu Dünya haritasında yukarıda sözünü ettiğimiz şekilde bildiğimiz dünyamızı resmettik. Çerçevesini deniz oluşturuyordu.
Aşağı yukarı aynı dönemlerde de Helenler, bizim Yunan mitolojisi dediğimiz olgunun yardımıyla dünyayı isimlendirmeye başladı. İşte bu dönemde karşımıza çıkar Atlas. Atlas, mitolojiye göre tanrıları yaratan titanlardan birinin oğluydu ve işi gücü, gök ile yeri birbirinden ayıran direkleri omzunda taşımaktı. Önceleri bu direkleri “ufkun ötesinde, denizin içinde” olarak tanımladılar ama sonraları, bilinen dünyamızın en batısında yer alan Afrika’nın kuzeybatısındaki sıradağlarda konumlandırdılar. Fas’tan başlayıp kuzeydoğuya doğru Cezayir’den geçerek Tunus’a uzanan sıradağların adı bu nedenle Atlas’tır. Bu dağların ötesindeki denize de “Atlantik” denmesi bundandır. (Konunun pek çok detayı var ama burada özünü belirtmekle yetinmek durumundayım.)
PASİFİK OKYANUSU
Pasifik ise hayatımıza çok sonra, Batı “okyanuslara açılınca” girdi. Tabii ki hep vardı ama biz o zaman farkına varıp isimlendirdik. Bu okyanusu “ilk gören Batılı”, 25 veya 27 Eylül 1513’te Panama’da dolaşan İspanyol Nuñez de Balboa oldu. Balboa’nın bu denizi görmesi, derhal bir isim vermeyi gerektirmedi. Çünkü henüz karakteri hakkında bir bilgi yoktu fakat kesin olarak öğrenilen, ayak basılan kara parçasının (yani Amerika kıtasının) batısında zaten bildiğimiz veya hiç bilmediğimiz yepyeni bir deniz olduğuydu. Ama oraya gitmek gerekiyordu. Bu nasıl olacaktı?
Çok beklemeye gerek kalmadı. Madem orada da deniz vardı, o halde gemiyle gidilebilirdi. Yeni deniz görüldükten sadece 5 yıl sonra Magellan oraya doğru yola çıktı ve Amerika’nın en güneyinden dolaşarak bu sulara ulaştı, huyunu suyunu, karakterini gördü. Adını da o ve ekibi koydu: Pasifik Denizi (veya Okyanusu). Çünkü bu deniz, Atlantik’in tersine, son derece sakin ve huzurluydu. (Tayfun sezonuna denk gelmemişlerdi anlaşılan
HUZUR DEMİŞKEN...
Burada küçük bir “huzur” parantezi açalım. Çok yakın zamanlara kadar, zavallı insanların (bu, hepimiz oluyoruz) huzur buldukları tek zaman, savaşların, baskınların olmadığı zamanlardı. Düşünelim lütfen: Bir adada veya deniz kıyısında bir yerleşimde yaşıyoruz. Kendi halimizde yaşayıp gitmek istiyoruz elimizden geldiğince. Bir batıdaki kavimler gelir basar, kimilerimizi öldürür, kimilerimizi köle yapar; bir doğudaki kavimler gelir aynı zulümleri sergiler... Biz de elimizden geldiğince direnmeye, savaşmaya çalışırız ama durmadan bir itiş-kakış, durmadan bir savaş durumu... Sürekli teyakkuz! Huzur, sadece savaş olmadığında var. Yani barışta. İşte bu nedenle Latince “barış” demek olan “pax” kökü, zamanla Batı dillerinde “huzur” anlamına da geldi. İngilizce “peace”, hem barış, hem de huzur anlamına geliyor. İspanyolca ve Portekizcenin de içinde olduğu Latin dillerinde durum böyle olduğu için, bulunan “huzurlu, sakin, dost canlısı” denize, “Mare Pacificum” yani huzurlu/barış dolu deniz adı verildi. (Bugün kullandığımız pasifize etmek, pasif kalmak gibi tabirler ve Roma Barışı anlamındaki Pax Romana sözleri de hep aynı köktendir.)
İşte sevgili dostlar, Atlantik ve Pasifik’in kısa öyküsü böyle. Selam olsun okyanusları aşan veya aşmaya çalışırken isimsiz ve köpüklü mezarlarında dinlenmeye çekilen nice denizciye. Kalın sağlıcakla.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
SAKİN HAFTA SONU
Bugünden pazara çok hafif ve çoğunlukla kuzeyli rüzgârlar bekliyoruz. Pazar günü biraz hissedilir bir poyraza tanık olabiliriz ama tehdit edici bir tarafı yok doğrusu. Etrafta ufak tefek bulutlanmalar söz konusu ve ciddi bir yağış da beklenmiyor. Yeni haftanın ilk günlerinde yağış beklentisi olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Hava sıcaklıkları yine 20 derece santigrat civarında. Deniz suyu sıcaklıkları ise 18-19 derece aralığındaki dengesini koruyor. Tüm denizcilere selamet dilerim. #tayfuntimocin
Paylaş