Issız bir adaya düşseniz...

Ne diye düşesiniz ki? Ama ya düşerseniz?

Haberin Devamı

Issız bir adaya düşseniz...

Antiller'de sevimli bir ada. Çekmez mi insanın canı şimdi bunu

“Issız bir adaya düşseniz, yanınıza alacağınız üç şey nedir?” diye bir soru var ya… Niye var? Ne biçim soru bu? Bir kere neden ıssız bir adaya düşüyoruz? Ne ara düşebiliriz ki? İşe gidip gelirken kaçımız Pasifik Okyanusu’nun üzerinden geçiyoruz da uçağımız düşecek? Hadi geçtik ve uçağımız da düştü diyelim… Uçak düşünce biz neden hayatta kalıyoruz ki? Uçakların en büyük özelliği düşünce herkesin icabına adil bir şekilde bakmaları değil midir? Hadi, “Öldürmeyen Allah öldürmedi” diyelim, binlerce metre yükseklikten düşerken hangi ara yanımıza üç şey almayı akıl edeceğiz? Hadi ettik diyelim, bu nasıl becerebileceğiz? Her şeyimiz bagajda değil mi? Hadi becerdik diyelim… Neden üç şey? Neden dört veya beş veya iki değil de üç? Deli saçması…

Haberin Devamı

HEPİMİZİ CEZBETMEZ Mİ?Issız bir adaya düşseniz...

Evet bu soru bir deli saçması olabilir ama lütfen şimdi herkes elini vicdanına koysun. (Kimileri “neredeydi ulan benim vicdanım” diye bulmakta zorlanabilir, en son nerede kullandılarsa oraya bakmaları önerilir. Onu bile hatırlamıyorlarsa, taksiratları affolunur inşallah.) Evet elimizi vicdanımıza koyduk ve düşünüyoruz: Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz bu soru karşısında (ıssız bir adaya düşsek sorusu…) hangimiz gerçekten de durup düşünmedik? Kaçımız sahiden de ıssız bir adada bulunmayı bir an için hayal etmedi? Daha başka söyleyelim: “Issız bir ada” fikri, kaçımız için bir şey ifade etmez?

FANTEZİLERİMİZ STOKLARLA SINIRLI DEĞİLDİR

Ada, hiç ada görmemiş, bırakın adayı, hiç deniz dahi görmemiş insanlar için bile bir şey ifade eden nadir nesnelerdendir. Bu kadar çok şey (bunlara değineceğiz birazdan) ifade ettiği için de, cins isimden çok daha fazlasıdır “ada”, kavramdır.
Ütopyadır bir kere ada. Bir anlığına bile kursak hayalini, sahip olmadığımız her şeyi dolduruveririz içine, ömürler sığar o bir anlık hayale. Sahip olmadığımız şeyler derken, maldan mülkten söz etmiyorum. Yoksa bir ada satın alıp kim içine koskoca bir özel jet yerleştirmek ister ki? Bir adada sandıklar dolusu para ne işe yarar? En hızlı ve lüks arabalara sahip olsan kaç kilometre hıza çıkabilirsin zaten birkaç kilometreden daha uzun olmayan bir adada? Bahsettiğim, parayla satın almanın hiç de kolay olmadığı şeyler. Huzur mesela. Korna seslerinin, hiç bitmeyen inşaat gürültülerinin, havayı kirleten duman ve gazların olmadığı, kafamızı her an dinleyerek mutluluğu yudum yudum tadabildiğimiz bir yer fena mı olur?
Fantezilere de açıktır ada. Erkekler harem kurabilirler hayallerinde örneğin. Hiç fena bir düşünce değil doğrusu ama kadınlar için de öyledir herhalde. “Olmaz! O hayali ben kurabilirim ama karım kuramaz!” diyemeyiz biz erkekler, buna hakkımız yok. Kadınlar da pekâlâ kendisine hizmet için el pençe divan bekleyen bir harem dolusu yakışıklı erkek hayali kurabilir; hayale kilit mi var? Hayallerimiz, stoklarımızla mı sınırlı? Hadi canım!

Haberin Devamı

Issız bir adaya düşseniz...

Her birinde sevdiğimiz birileri yaşasa. Biri bizim olsa, diğerleri onların. Arada kayıkla gidip gelsek. Mis gibi yaşasak... Foto:Shaah Shahidh

HERHALDE TROPİK

Kendimiz yetiştirelim, kendimiz üretelim, kendimiz yiyelim… Organik beslenelim adada. Tavuklar kümesin önünde değil bütün adada gezinip dursun. (Eh, tilki, gelincik vb. olmaması lazım haliyle.) Meyve ağaçlarımız olsun kafamıza, damak tadımıza göre. Tropik meyveler de olacak zaten çünkü tropik iklimdeyiz. (Öyleyiz değil mi? Kimse kutupların oralarda ıssız ada hayali kurmaz sanırım. Kopan bir buz parçasının üzerinde bizim adaya kadar seyahat etmiş bir kutup ayısı ile karşılaşmak da büyük talihsizlik olurdu. Doğal olarak tropik kuşakta bir yerlerde olmalıyız.)

Haberin Devamı

Issız bir adaya düşseniz...

Antiller

NEREDE Kİ ATLANTİS?

Uzatmayalım ama farkındaysanız “ütopik bir cennet adası” hayali kuruluyor çaktırmadan. Ki insanlar bu cennet adaları hayaline binlerce yıldır sahip. Kayıp Kıta Atlantis! “Bütün bilgilerin kaynağı! Muhteşem uygarlık… Daha o uygarlık seviyesine ulaşamadık bile!..” Bunları yazanlar gidip gelmişler herhalde. Eh bir zahmet nerede olduğunu da söyleselerdi de asırlardır tırım tırım aramasalardı insancıklar! (Atlantis için bkz. 2 Mayıs 2019 tarihli “Ya Dünya Atlantis Olursa?” başlıklı yazım. İnternet kullananlar için http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/ya-dunya-atlantis-olursa-41201518)

KİTAPLAR ADA DOLU

Ama şurası bir gerçek ki, tarih boyunca hepimiz inanmışız bütün bunlara. Zaten, Atlantis örneğin anlaşıldığı gibi hayallerimizdeki hayatın hüküm sürdüğü adaların ille de ıssız olması gerekmiyor. Thomas More’un “Utopia”sı pek de tenha bir yer sayılmaz mesela. Gulliver, ünlü gezileri sırasında çok acayiplikle karşılaşır ama rastladığı adaların hiçbir ıssız değildir. (Bu arada Gulliver’in gezileri sadece cüceler ve devler ülkelerinde geçmez, iki ilave kitap daha vardır bunlara. Jonathan Swift imzalı muazzam kitabın tam baskıları ülkemizde var, öneririm.)

Haberin Devamı

TARANCI’NIN ROBENSON’UIssız bir adaya düşseniz...

Sanırım “ıssız ada” fikri, biraz da Daniel Defoe’nun yüzünden patlamış olsa gerek. Robinson Crusoe, evet zorluklarla karşılaşır falan ama keyfi de yerindedir. Robinson, “ıssız ada”nın tadını doya doya çıkartan belki de tek insandır Robinson. (“Robinson Gerçekti ama…” başlıklı ve 10 Ağustos 2019 tarihli yazımı merak edenler http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/robinson-gercekti-ama-41297933 adresinden okuyabilir.) Okyanus ona köle -demeyelim de yardımcı diyelim- bile verir: Cuma! Cahit Sıtkı Tarancı (1910 – 1956) da Robenson şiirinde o adaya gidip “başını dinlemek ister”.

“Robenson, akıllı Robenson’um
Ne imreniyorum sana bilsen!
Göstersen adana giden yolu,
Başımı dinlemek istiyorum.

Haberin Devamı

Ben gemi olurum sen kaptan ol,
Yelken açarız bir sabah vakti
Güneşte gölgemiz olur deniz
Yolculuk! Derken adamızdayız.
(…..)”

En çok “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” dizelerinden tanıdığımız ve sadece 46 yaşında aramızdan ayrılan Tarancı, Robinson’un adasını hızlı sahiplenmiş, “adamız” demiş. Sahi, adalar, hele Robinson’unki gibi hayatta kalma mücadelesine tanık olmuş adalar, sonsuza dek bir tek kişiye ait kalamaz ki. Artık bütün dünyanın olurlar. İster gerçek olsun, ister hayalî.

Issız bir adaya düşseniz...ŞU KARŞIDAKİ ADALAR…

Mesela… İslam bayrağı altında Arap ordularının İspanya’yı ele geçirdiğini biliyoruz. İşte sözüm ona Müslümanlardan kaçan Hıristiyanlar denize açılmışlar ve sekizinci yüzyılda (yani İber Yarımadası’nın Müslüman egemenliğine girişinden hemen sonra) okyanusun uzak bir noktasında bir veya birden fazla adaya yerleşmişler. Böyle bir kanıt veya gerçeklik yok tabii, sadece hayal gücü. İşte bu hayalî adalara da Latince kökenli İspanyolca ile “Karşı Adalar” demişler. Bunun onların dilindeki adı Antilia. Kelime orijini, “anti” yani karşı, öndeki, ilerideki anlamlarına gelen bildiğimiz anti sözcüğü (Eski İspanyolca’de “ante”) ile ada anlamına gelen “ilha” sözcüğünün birleşiminden ibaret. Ante + ilha ve çoğul haliyle de ante+ilhas.
Tabii nerede oldukları bilinmediğinden, Avrupa’nın burnundan Atlantik’e açılıp bir kara grubuna ulaşan ilk Batılı Kolomb ve ekibindekiler, bu seyirlerde bulunan adalara “Antilia” demişler. Bugün halen Antiller dediğimiz o Karayip adaları yani. Bizim biricik Pîrî Reis’imizin, “Nâm ile Antilye dinür bil âna…” (oraya Antilye denir) dediği yerler işte. Tabii oraya vardıklarında ne Hıristiyan buldular, ne Müslüman… Batıya göre vahşi idi oradaki insanlar. (Batılılar oraya varana kadar da mutlu mesut yaşayıp gidiyorlardı.)

İLK KARŞILAŞMALAR VE EHLİLEŞTİRME İDDİASI

Kristof Kolomb, rahmetli Sait Maden tarafından Türkçe’ye çevrilen günlüklerinde, ilk karşılaşmayı şöyle anlatır: “Ama öyle sanıyordum ki bunlar çok yoksul insanlardı, hiçbir şeyleri yoktu. Çırılçıplaktılar, anaları dünyaya nasıl getirdiyse öyleydiler, kadını da erkeği de. (…..) Silahları yok, ne olduğunu da bilmiyorlar; kılıçlar gösterdim, öyle bilgisizler ki keskin tarafından tutuyor, parmaklarını kesiyorlardı. Demirden yapılma hiçbir şeyleri yok. Mızraklarında demir uç bulunmuyor; kimileri bunun yerine ya balık kılçığı takıyor ya da rasgele bir şeyler.” Silahın ne olduğunu bilmeyen insanlar!.. Ne güzel değil mi? Ada deyince insan nasıl kurmaz ütopya hayali? Bir tarafta binlerce yıldır birbirini kesip doğrayan insanlar, karşı tarafta kılıcın ne olduğunu bile bilmeyen, demir çağına dahi geçemeyip tunç çağında kalmış mutlu insanlar! Ama “modern insan” durur mu, illa çomak sokacak. Kolomb devam ediyor: “Bir inanca bağlı olup olmadıklarını gözlemlemedim. Katolikliğe kolayca dönebilirler sanıyorum; hepsi cin gibi.” (Kristof Kolomb Seyir Defterleri, Sait Maden, Çekirdek Yay. 1999)
Sonradan İspanyolların bu zavallıların köküne nasıl kibrit suyu ektiği, bu yazının konusu değil ve çok da acıklı bir dosya. Belki başka sefere.

VE YENİDEN ÜÇ HAK

Şimdi başa dönelim lütfen. Issız bir adaya düşersek yanımıza alacağımız üç şey ne olurdu? Huzurumuzu bozmaya niyetlilere karşı “demir” birşeyler bulundurmalı mıyız mesela? Eğer bir hakkımız demirle giderse, diğer iki hakkımızda bize aylar, belki de yıllar boyu yaşama sevinci verecek ne alabiliriz? Sizi bilmem ama ben bolca kalem kâğıt alırdım herhalde. Ne yapalım, bazı hastalıkların tedavisi yok. Kalın sağlıcakla…
NOT: Geçen hafta “Adalar Uyarıyor” diye başlık atınca, bu hafta adalara daha yakından bakmak için kaleme aldım bu yazıyı. Hani, adadan gına gelen varsa diye söyleyeyim dedim.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

GÜÇLÜ POYRAZ, ISLAK HAVA

Bugün itibaren hafta sonu boyunca poyraz sert. Güney Marmara kıyıları denizin tokadını yiyecek yine. Ve yağışlı bir hafta sonu aynı zamanda. Bana sorarsanız kitap okumak, tavla oynamak, sinema veya tiyatroya gitmek için iyi bir zaman. Bu arada, orta dereceli okullar da bugün kapanıyor. Çocuklarımıza iyi dinlenmeler dilerim.

Yazarın Tüm Yazıları