Işık neden doğudan yükselir?

Latince “ex oriente lux”, “ışık doğudan yükselir” demek. İyi de dünya var olduğundan beri bilinen bir şeyin deyim olması tuhaf değil mi? Yoksa altında başka sebepler mi var?

Haberin Devamı

Kimimizin aşina olduğunu bildiğim Latince bir deyim var: Ex oriente lux. “Işık doğudan yükselir” demek. (Doğrusu “ex”, bizde ismin “-den hali” gibi bir şeydir, “…dan çıkmak”, “…dan dışarı” gibi anlamları haizdir. Orient, zaten doğu, malum. Lux de ışık. Kelime kelime çevirirsek, “Doğudan ışık” olur ki tuhaf kalır, zaten anlam boşlukları da cümlenin gelişinden doldurulur. Deyimin anlamı, ışık doğudan yükselir.) “

“Bunu ne diye deyim yapmışlar, ışık zaten doğudan yükselir, kast edilen güneş olmalı” diyenler olabilir. Elbette güneşin doğudan yükselmesi, zaten yanlışlanamayacak ham hali. Deyimlerin özelliğindendir, hemen her sözcük mecazi anlamda kullanılır ama genellikle iyi ve doğru bir şeyi işaret ederler.

HER AN DOĞAN VE BATAN

Işık neden doğudan yükselir

Haberin Devamı

Gündoğumu ne güzel, ne özel şey. Tanık olan herkesin içinde ulvi bir titreşim olur. Foto Ravi Sharma - Unsplash

Ex oriente lux, yani ışık doğudan yükselir, güneşin doğuşundan gayrı neler ifade eder peki? Of of of… Saymakla bitmez ama hiç olmazsa bir miktar saymak lazım. Bu sayfanın değerli okurları zaten sorunun cevabını büyük oranda biliyor, uzun zamandır üzerinde durduğumuz konuların bir bileşimi gibi bu yanıt ama yine de özetleyerek ele almak gerek. Zira geçen hafta, “Aynı Güneşin Altında” başlıklı yazıda, hem güneşi hem de uygarlığın ortak değerlerinden sadece birini ele aldığımızdan beri kafamda güneşin doğuşu ile ilgili bu Latince deyim dönüp duruyor.
Nedir o halde ışığın doğudan yükselmesi, ne ifade eder? Önce “doğu” kavramına bakalım bir. Doğu, Dünya’nın döndüğü yöndür. Dünya, bize göre batıdan doğuya doğru döndüğü ve Güneş de olduğu yerde durduğundan, bize oradan doğuyormuş gibi gelir. Bu nedenle o yöne doğu diyoruz. Yeryüzünde her an -saniye bile değil, an- bir yerde güneş doğar, bir yerde de batar. Küresel bir gündoğumu ya da günbatımı yok haliyle.

ŞU BATI-DOĞU DEDİKLERİ

Ama deyimdeki doğu, bugün politik sanarak doğu-batı diye özetlediğimiz kavramlar bütünüyle ilgili. “Batı yaşam biçimi”, “Doğunun gizemi” gibi laflar, işte bu politik ayrımdan kaynaklanıyor…gibi görünmekte. Ama aslında çok daha doğal bir nedeni var. Uygarlığın doğuşuna tanıklık eden eski dünya, Asya, Avrupa ve Afrika’dan ibaretti ki elbette coğrafi olarak ayrı kıtalar olsa da, dünya haritasına baktığımızda bunların hepsinin aynı kara parçasının parçaları olduğunu fark ederiz. Hatta, aslına bakılacak olursa, haritada Avrupa diye bir kıta görmek için çok uğraşmak gerek, zira düpedüz Asya’nın uzantısıdır kendisi, daha önce bunun üzerinde durmuştuk. Her neyse, eski dünya bundan ibaretti. Yeryüzünde her ne oluyorsa uygarlık adına, bu alanda oluyordu. (Son Buz Çağı’nda, henüz buzlar erimemişken, su altında olmayan kuzey geçidinden Amerika kıtasına elbette yürüyerek geçen Asyalıların orada ne yaptıklarını bilmiyorduk, o nedenle eski dünya uygarlığı, ne yazık ki eski dünya insanları ile sınırlı.)

Haberin Devamı

BÜTÜN DÜNYA O KADARDI

Bu eski dünyanın en doğu ucuna gidersek denizle, en batı ucuna gidersek yine denizle karşılaşırız. Bu nedenle bütün dünyanın kara kısmını, bu alandan ibaret zannederdik. Eh, doğal olarak güneş bu en doğudaki yerin oradan doğuyordu ve en batıdaki yerin oradan da batıyordu. O yüzden o taraf doğuydu, diğer taraf da batıydı. Daha sonra Akdeniz’in çevresinde yaşayan insanlar arasında diyalog, alışveriş, ticaret ve savaşlar arttıkça, iletişim de ister istemez, o tarafta yaşayanlar, bu tarafta yaşayanlar olarak insanların bir anlamda etiketlenmesine sebep oldu. (Ya da belki sağladı.) Bu noktada artık doğu ve batı kavramları çoktan oluşmuştu.
İnsan, yaşadığı, bizzat deneyimlediği olayların farkına çok sonradan varır. Tarih bilinci ortaya çıkmaya başladıktan sonra belki de farkına vardık çok fazla şeyin, hatta uygarlığın ta kendisinin doğudan batıya doğru yayıldığını da... İşte “ex oriente lux”, aslında bunun altını çizer.

Haberin Devamı

BİR KERE YAZI VAR

Işık neden doğudan yükselir

Göbekli Tepe'nin muhteşem kült alanlarından biri. C yapısı. Tapınak desek de idare eder. Foto Frank Samol - Unsplash

Yazıyı Sümerliler icat etti. Birilerinin parlak ve dahiyane fikriydi yazı elbette ve ihtiyaçtan doğmuştu. Yazının ortaya çıkışı MÖ 4’üncü binyılın sonu ve 3’üncü binyılın başı dolaylarına rastlar. Üretilen ürünlerin tespiti, etiketlenmesi, ticaretin aksamaması ve adaletin sağlanması için numaralandırma, işaretlendirme, kaydetme gereksinimlerinden ortaya çıkan yazının prototipleri, birer işaret olarak aslında çoktan beridir vardı. Anadolu’daki neolitik yerleşimlerden elde edilen bulguları müzelerde gördüğümüzde buna bizzat tanık oluruz. Çentikler, işaretler kullanılmış hatta baskı mühürler hazırlanmış. Sözünü ettiğimiz neolitik dönem MÖ 8 binlerde. Aslında o çentiklerin de bir düşünceyi simgelere dökerek somutlaştırma çalışması olduğunu kabul ettiğimizde –ki aksi söz konusu olmaz - bir anlamda yazının prototiplerini görmemek elde değil. Ama Sümerliler bu basit işaretler yerine mantıklı bir düzenekle oluşturulmuş sembol yazıyı getirerek devrim yarattılar. Sümer, Anadolu’dan (Anadolu’nun doğusundan) başlayan Mezopotamya’nın, yani iki nehir (Fırat ve Dicle) arasının, en güney bölgesi. Güney Mezopotamya diyebiliriz Sümer ülkesi için. Kuzey Mezopotamya da bizim Göbekli Tepe, Nevali Çori, Çayönü, Körtik Tepe, Karahan Tepe gibi neolitik ve hatta neolitik öncesine uzanan yerleşimlerimizin olduğu yer. Bu iki nehir arası, tarihin ortaya çıkışına tanıklık etmiş en önemli bölge. Kim ne derse desin, Mısır uygarlığı da buradan sonra, İndus uygarlığı da. Hele, bir zamanlar Batı’nın, her şeyin başlangıcı saydığı Yunan yani Hellen uygarlığı ise çok daha sonra. İki nehir arası, bugün “doğu” olarak kabul edilse de, aslında uygarlığın doğduğu yer, uygarlığın merkezi, ana ekseni. Bereketli Hilal’i falan da boş verin, doğrudan Fırat ve Dicle arası ve dışarı doğru yakın çevresidir insanlığın ana ekseni.

Haberin Devamı

AH BU TOPRAKLARIN GÜZELLİĞİ

Işık neden doğudan yükselir

Dünyanın en önemli tarihi yerlerinden biri Stonhenge. Bizim Göbekli Tepe'miz ondan 5-6 bin yıl daha eski. Foto K. Mitch Hodge - Unsplash

Bu eksende çok şey olup biterken, bugün Batı dediğimiz topraklarda yaşayan insanlar, teknolojik olarak daha az gelişmiş bir seviyede, yaşamsal olarak daha basit bir durumdaydı. Avrupa’da bulunan mağara resimlerinden estetik ve sanatsal anlayışlarıyla felsefeye yatkınlıkları (en azından resimleri yapan sanatçı atalarımızın) belli oluyor, ona şüphe yok. Ama tarım (neolitik devrim) Avrupa topraklarına buralardan çok sonra ulaştı. Çanak çömlek dediğimiz uygarlığın bilimsel belirteçleri, yine Anadolu’dan gitti oralara.
Bunu eskiden de biliyorduk, bugün de biliyoruz ama geçmişe oranla elimizde daha fazla kanıt var. İngiltere’de bulunan ve elbette kültür tarihimizin önemli kilometre taşlarından olan Stonehenge MÖ 3000-2000 arasına tarihlenirken bizim Göbekli Tepe’miz MÖ 10.000-9.000 arasına tarihleniyor. Üstelik bizim dikilitaşlarımızın üzerinde pek çok hayvan ve insan motifi de var. Kuru direk değiller yani.

Haberin Devamı

İLLA ALINACAK BİR ŞEY VAR

Ama Batı’nın istediği, iyi olarak nitelediği, talep ettiği daha çok şey var Doğu’da. Onca denizci Doğu’ya ulaşmak için çabaladı. Biz Kristof Kolomb’un Vasco da Gama’nın, Macellan’ın adını biliyorsak, Doğu’ya ulaşmak istedikleri ve o uğurda mücadele ettikleri için biliyoruz. Çin’in ipeğine, Hindistan’ın baharatına, Uzakdoğu’nun çayına, şekerine, şusuna busuna ulaşmak için onca emek harcadı Batı. İpek Yolu neden ortaya çıktı? Çinliler, “Dünya ticaretine başlayalım, anca birkaç bin yılda yol alırız” diyerek açmadılar ki o yolu, Batı talep ettiği için açıldı. Zaten yola Çinliler çıkmıyordu, Orta Asya halklarının kervanları ile taşındı o güzel mallar. Doğudan batıya akan kültürün numunelerini sayfalarca yazmak mümkün ama hepsini bu sayfaya almak mümkün değil. Başka bir açıdan bakalım o zaman.

TANRIÇANIN ETTİKLERİ

Daha önce üzerinde durduğumuz konulardan biri de Sümer’in ana tanrıçası İnanna. Yeri gelmişken altını çizmek istediğim bir konu var: Sümer’i işaret edip duruyoruz ama bu her şey Sümer’de başladığı için değil her şey orada yazılmaya başladığı için böyle. İnanna mesela. Ana tanrıça evet ama daha Sümer ortada yokken Anadolu’da zaten ana tanrıça vardı. Çatalhöyük’te bulunan ana tanrıça heykelciği hepimizin aşina olduğu bir figür değil mi? Geçelim. İnanna, Akkad-Babil geleneğinde İştar adını aldı. Doğu-Batı ilişkileri sırasında -ki Fenikeli denizcilerin rolü bunda büyükten de fazladır- Hellenler, İştar’ı, “Astarte” diye isimlendirdiler. Tabii bu isim değişiklikleri, Hellen Dil Kurumu’nun oturup, “Yahu biz bu yabancı sözcüğü kullanmayalım, gelin İştar’a en iyisi Astarte diyelim” diye konuşmalarıyla olmadı, değişimler asırlar, belki binlerce yıl aldı. Daha sonra da bu isim Afrodite şekline büründü. Roma kültürü de bunu alıp, ismini zaten bildikleri ünlü gezegenle, yani Venüs’le ilişkilendirerek onun adını verdiler.

UZAKLARDAN YÜKSELEN

Bu İnanna, İştar, Astarte…. Hepsi, bereket ve verimlilik ile ilişkili olduğu için aynı zamanda güneş tarafından da sembolize ediliyordu (ya da tam tersi güneşi sembolize ediyorlardı), geçen hafta Hititlerdeki durumu konuştuk zaten. Güneşin egemenliği, daha doğrusu daha da etkin olarak hissedilirliği, haliyle 21 Mart’ta gerçekleşen gündönümü (ekinoks) ile belirginleşir. Gün-gece eşitliği sona erer ve gündüzler uzamaya başlar bu tarihte. İşte yazı öncesinden bu yana dünyanın çeşitli yerlerindeki kültürler, bu tarihte kutlamalar düzenlerler. Aydınlık günlerin uzaması, baharla birlikte canlanan doğanın kutsanması, verimlilik, bereket, güneşin daha çok görünmesi gibi pek çok etkenle yapılan kutlamaların her kültürde yeri vardır ve farklı ritüelleri olabilir. Bizde “nevruz” diye bilinir. Bu kutlama gününü kimse kimseden almamıştır, her kültürde vardır.
İşte bu ana tanrıçalar, güneşle ilişkili oldukları için “Astarte” ile birlikte Batı kültürüne geçerken, bu ritüellerin çağrıştırdığı her şeyi de beraberlerinde götürdüler. Farklı dillerde ufak tefek şekil değişiklikleri ile aslında Astarte’yi herkes bir şekilde biliyor. Tabii Hit-Avrupa dillerinin ortaklıkları da bunda büyük pay sahibi. İngilizcede “doğu” anlamına gelen “east”, (Almancası ost) tam olarak bu “Astarte”nin bir türedisi. “Aus” kökü de buradan. Güneşin yükselişi/şafak anlamında. Avustralya mesela, adını buradan alır.

PASKALYA ÇÖREĞİ

Işık neden doğudan yükselir

Nefis bir paskalya çöreği. Kültürlerin birlikteliği ne güzel, ne lezzetli şey.

Ve bugünün Hristiyan âlemi, tıpkı güneşin yükselişi gibi, İsa’nın göğe yükselişini (Paskalya ismiyle daha yakinen biliriz, çöreğini çok severim) aynı döneme denk gelen bir bayramla kutlar. İngilizcesi “easter”dir o bayramın. Tevrat adıyla andığımız Eski Ahit’te, “Mizrah-şemeş” diye geçer doğu. Yani “Güneşin Yükselişi”. Hatırlarsınız “şemeş”, bildiğimiz “Şems”, Assur ve Babil’de Güneş Tanrısı (artık ite kaka erkek yapılmıştır) Şamaş… Hepsi aynı şey. Hatta dilimizdeki “şamdan” bile aynı yerden… Yine daha önce konuşmuştuk, İbranilerin yedi kollu şamdanının adıdır “menorah”. Aslında şamdan, fener, ışık veren gibi anlamları var. Sanıyor musunuz ki bizim bildiğimiz “minare”den çok farklı? Minare, Arapça deniz feneri anlamına da gelir. O yüzden ezan okunan yüksek kuleye aynı isim verilmiş. Nereden nereye değil mi?

AÇALIM ŞEMSİYELERİ

Işık neden doğudan yükselir

Şemsiye adını bile güneşten alır. Yani ille de yağmur yağması gerekmiyor. Foto Robert Gomez - Unsplash

Lafı çok uzattım. Işık illa ki doğudan yükseliyor işte. Kültürüyle, inancıyla, diliyle, bilgisiyle… Önemli olan, doğudan yükseldikten sonra ona ne kadar sahip olabildiğimiz, ne kadar koruyabildiğimiz, ne kadar geliştirebildiğimiz, ondan ne kadar yararlanabildiğimiz. Pek yararlanamadığımız ortada. Öyle olmasaydı, bütün Doğu bugün ne diye Batı’ya kapağı atmaya çalışıyor olsun ki?
Neyse, güler yüzle kapatalım. Son bir hediyesi olsun yazının. Yağmurda açtığımız aletin adı “şemsiye”dir ya hani, aslında adını “şems”ten, yani güneşten (şemeş-şamaş) almıştır. Aslında, Çinlilerin ilk başta icat ettiği haliyle, gölge olsun diye kullanılır. Yani güneşin altında şemsiyeyle dolaşmak, tam olarak amacına hizmet etmek olurdu ama biz pek yapmıyoruz nedense. Kalın sağlıcakla.

ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluşunu üzerine inşa ettiği Zaferimizin 100’üncü yıldönümü kutlu olsun. Bu büyük zaferi bize armağan eden büyük kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, tüm şehit ve gazilerimizi şükranla anıyor, bütün o kahramanların emanetine sonsuza dek sahip çıkacağımıza bir kez daha ant içiyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları