Paylaş
Toprak olmasaydı nasıl doyardık. Foto Ddylan de Jonge - Unsplash
Toprak... Hemen tüm inançlarda insanın hammaddesi. Bilim için de aslında aşağı yukarı öyle. Doğrudan toprak olmasa da, toprak, su, ateş, hava, çeşitli mineraller, vitaminler vs. bir araya gelip, olağanüstü koşullarda “hayatı” başlattıysa yeryüzünde, işte bu durumda her kültürün ortak elementi toprak. Onsuz yaşayamayız. Tıpkı susuz ve havasız yaşayamayacağımız gibi. Milyarlarca insanın karnını, pamukta fasulye filizlendirerek doyuramayız. Kaldı ki pamuğu yetiştirmek için de toprak gerek. Toprak, sadece insanlar için değil, tüm canlılar âlemi için vazgeçilmez.Toprak... Hemen tüm inançlarda insanın hammaddesi. Bilim için de aslında aşağı yukarı öyle. Doğrudan toprak olmasa da, toprak, su, ateş, hava, çeşitli mineraller, vitaminler vs. bir araya gelip, olağanüstü koşullarda “hayatı” başlattıysa yeryüzünde, işte bu durumda her kültürün ortak elementi toprak. Onsuz yaşayamayız. Tıpkı susuz ve havasız yaşayamayacağımız gibi. Milyarlarca insanın karnını, pamukta fasulye filizlendirerek doyuramayız. Kaldı ki pamuğu yetiştirmek için de toprak gerek. Toprak, sadece insanlar için değil, tüm canlılar âlemi için vazgeçilmez.
O BİZDEN, BİZ ONDAN
İnsanın en ilkel inancından bu yana kutsal kabul edilir toprak. Çünkü hayat verendir. Bu nedenle de kadındır. Toprak Ana’dır. (Kadının hayat verici olmasını, Erkek Denizinde Kadın Gemiler kitabımda detaylarıyla anlatmıştım.) Her doğa olayına bir tanrı atayarak oluşturduğumuz o ilkel inanç sistemlerinde gökyüzü erkek (tanrı), yer ise kadın (tanrıça) olarak tasvir edilmiştir hep. Zira gökten yağmur düşer, toprak döllenir ve yeni hayatlar filizlenir. Her şeyimizin, tüm anlatı yöntemlerimiz ve hayal gücümüzün doğaya bağlı/doğayla ilgili olması hiç şaşırtıcı değil. Yüzbinlerce yılımız, doğanın parçası olduğumuzu bilerek geçti çünkü. Karnımızı doyurmak için ava gider, bazen av olurduk. Ne zaman teknoloji aracılığıyla her şeyi kendi yararımıza geliştirdik ve ava gidenler artık av olmamaya başladı (yani bir anlamda tüfek icat oldu, mertlik bozuldu) işte o zaman doğanın parçası değil efendisi olduğumuz kibrine kapıldık, hâlâ da öyle gidiyoruz.
O kadar bonkör ki toprak, bize düşen sadece biraz emek vermek. Foto Arka Roy - Unsplash
HER ŞEYDE TOPRAK
Efendilik düşüncemizin gelişiminde tarımın da büyük rolü var kuşkusuz. Diyar diyar gezip meyve toplayarak ve hayvan avlayarak hayatta kaldığı dönemlerden, toprağa bağlı olarak yerleşik tarım toplumuna geçişi, elbette bazı alışkanlıkların ufak tefek değişikliklerle devam etmesine yol açarken, bazı yeni alışkanlıkların gelişmesine de vesile oldu. Tarım öncesi tanrılar hayatlarına tarıma entegre edilerek devam ettiler, toprağın bereketi anlaşıldıktan sonra da muazzam bir zenginliğe sahip yeni tanrılar/tanrıçalar ortaya çıktı. Neye inanırsak inanalım, hayatımızda her zaman toprağın önemi büyük oldu. Yemek yeme eylemi için kullandığımız tabakları, yemekleri pişirmek için tencere/tavayı, suyumuzu, şarabımızı, zeytinyağımızı saklamak için hep toprağı kullandık. Zaten yiyeceklerimiz de topraktan geliyordu, üzümümüz, zeytinimiz de... Ne zaman açık bir yaramız olsa, toprak sayesinde elde ettiğimiz şifalı otları kullanıp ilaç ürettik. Bugün hâlâ öyle yapıyoruz. Ama sadece otlarla, bitkilerle değil, toprağın tam olarak kendisiyle de bulduk kimi zaman şifayı. Bugün turistik bir eylem olarak, dünyanın ve Türkiye’nin çeşitli noktalarında oramıza buramıza toprak sürüp bütün vücudumuzu kil maskesiyle kaplamıyor muyuz?
LEZZETLİ Mİ BİLMEM AMA...
Ve biliyorsunuzdur belki, doğrudan toprak yemişliğimiz de var. Ve bu alışkanlık bugün hâlâ var. “Jeofaji” deniyor toprak yeme alışkanlığına, ki kimi kaynaklarda toprak yeme hastalığı diye de geçiyor. Buna hastalık demek bence yanlış zira ciddi bir geçmişi var. Günümüzde hamilelikte demir eksikliği önemli olabilen bir sorundur ve dışarıdan ilaç takviyesiyle düzenlenir. İlacın olmadığı dönemlerde tabii demir eksikliğinin teşhisi de nasıl konuluyordu bilemem, tıp tarihçileri biliyordur mutlaka ama bir şekilde anlaşılmış olmalı ki binlerce yıldır hamile kadınların toprak yediği bilinir, bugün de kimi yerlerde bu alışkanlık devam eder. (Ve elbette insanın yarattığı kirliliğe bağlı olarak artık ‘zehirlenmeler’ de artmakta.)Pîrî Reis’imizin Kitab-ı Bahriye’sinde zikrettiği bir şey vardır. Limni Adası’nı anlatırken “tîn-i mahtûm” çıkartıldığını yazar: “Zikr olan cezirede ağustos ayının yedinci gününde tîn-i mahtûm kabûb çıkarurlar.” (Söz konusu adada ağustos ayının yedinci gününde yeri kazıp mühürlü toprak çıkartırlar.) Osmanlı, bu “mühürlü toprağın” ticaretini yapmaya devam etmiş. Roma İmparatorluğu’nun ticaret ağında da var bu mühürlü toprak. Belli ki daha eskilere dayanıyor. Tabletler halinde üretilip satılırmış ve adı da “Terra Sigillata”. İlaç niyetine evet. Yılan sokması, mide yanması, sindirim sorunları gibi pek çok şeye iyi gelirmiş bu toprak.
KORUR, ESİRGER
Toprak, içindeki organizmalarıyla yaşıyordur aslında. Sadece insan değil bunun farkında olan, pek çok hayvan, toprakla “banyo yapar”! Parazitlerden, güneşin yakıcı/yıkıcı etkilerinden korunmak için toprağa bulanırlar. (Biz artık toprak yerine +50 faktör güneş kremi kullanıyoruz.) Herhangi bir belgesel kanalının önünden geçmiş biri, mutlaka üzerine hortumlarıyla toprak atan filleri görmüştür en azından. İçine de ederiz toprağın! Eski alışkanlıktır, lağım şebekesi falan yoktu tabii eskiden, çukur kazılırdı. Bugün hâlâ “fosseptik çukuru” adıyla geçerli bu sistem. Toprak o pislik birikintisini gübre olarak kullanıp, verimli hale getiriyor. Nasıl bir mucizeyse bu, bizim kötü olarak addettiğimiz şeyler, toprağın elinde bolluğa dönüşüyor.
Altını toprak verdi, uğruna cinayeti biz icat ettik. Foto Jingming Pan - Unsplash
TOPRAĞIN İÇ ORGANLARI
Yüzeyindeki bolluk, bereket yetmezmiş gibi, Gaius Plinius Secundus’un tabiriyle “iç organlarına da çökeriz”! Altın mı lazım, gümüş mü? Elmas mı arıyorsun, kömür mü? Nasıl bir zenginliktir, nasıl bir görkemdir değil mi? Altını, elması bize Dünya’mızın kendisi hediye eder ama “hakça paylaşma” alışkanlığımız olmadığı için karın tokluğuna madenlerde çalışan, yaşayan ve orada ölen işçiler deşerken yeryüzünün içini, dışarıda, eller, parmaklar hazırlanmaktadır süslenmeye. Ve ne acıdır ki yerin altından hayatlar bahasına çıkartılan şeylerin çoğu, süsten başka hiçbir işe yaramaz. Ya petrol? Olmasa ne yapardık? Tamam buhar, tamam güneş enerjisi, tamam elektrik falan ama bu işler petrolle yol aldı. “İçten patlamalı motor”u da toprağa borçluyuz yani. Sayesinde araba yaptık, sayesinde uçağa binebiliyoruz. Buharı kullanmaya devam edebilirdik belki ama buhar makinesi de kömür olmadan çalışmaz ki! Eh, kömür de topraktan zaten.
O VERDİ, BİZ ALDIK!
Nasıl bir türsek artık... Toprak bize altın denen sarı güzelliği hediye etti, biz altın için cinayet işlemeyi hatta katliam yapmayı icat ettik! Toprak bize petrolü hediye etti, petrol için “demokrasi savaşı” açmayı biz uydurduk! Toprağın bize hediye ettiği her güzel şey için, topraktan gelip toprağa gitmesi mukadder olan milyarlarca insanı çekinmeden vaktinden önce toprağa göndermeyi “zafer” zannettik!
Suyumuzu bile topraktan çıkartıyoruz çoğunlukla. Foto Maxime Bouffard - Unsplash
YERALTI SULARI
Kıraç toprağa ev yapıp kuyu açtık su içebilmek, yani hayatta kalabilmek için. Hemen her seferinde de su vermedi mi bize? En çok ihtiyacımız olan şeydi su, onu da verdi işte toprak. Vermeyi de sürdürüyor. Ama biz boş durur muyuz, o suları da kirletmek için elimizden geleni yapıyoruz elbette. Zehirliyoruz, önlem almıyoruz, umursamazca her rezilliği yapıyoruz. Gizli radyoaktif atık depoları yapıyoruz mesela toprağın derinliklerine. Nasıl olsa sızsalar da hemen ortaya çıkmaz güvencesiyle. Ne yazık ki toprak, o zehri gübre olarak kullanamıyor ama. Bakalım neler yaşayacağız.
Sevdiklerimizi toprağa veririz. Bir anlamda emanet gibi.
ANA VE ATA
Neye ihtiyacımız varsa bize veren toprağa, nihayetinde önce sevdiklerimizi, sonra da kendimizi emanet ediyoruz. Bir gün yeniden filizleniriz ümidiyle mi? Kim bilir? Belki de öyledir. Belki de yüzbinlerce yıl öncesine dayanan geleneklerimizdedir bunun yanıtı. Ama öyle işte, toprağa veriyoruz insanı. Ondan geldiğine inanarak. Bugün babamın birinci ölüm yıldönümü. Bir yıl önce toprağa verdim sevgili babamı. Annenin önemi ve yeri ayrı kuşkusuz ama baba da bir başka. Ne çok şey öğrendim babamdan. Vefatı sırasında yazmıştım, tekrarlamaya gerek yok şimdi ama ne çok şeymiş meğer ondan aldığım; sonradan dank ediyor bazı şeyler. Bu, bir tek bende böyle değil tabii. Orta Asya Türk toplumlarının bazılarında “toprak ata” vardır. Toprak hem anadır insanın gözünde, hem baba (ata). Çok kıymetlidir yani. İnsana soyunu veren, onu barındırıp vatan olan toprak ata. Her baba, çocukları için vatan değil midir zaten? Bugün benim için hüzünlü. Bunca toprak lafı edip, onu bunca övdükten sonra, aslında bunun gibi toprak hakkında yüzlerce yazıyı özetlemiş, ulusal sevdalımız Âşık Veysel’i anmamak mümkün mü? Bu bilgece sözleri okurken ister Veysel’i kendi sesinden, ister Fazıl Say’ın olağanüstü dokunaklı piyanosundan dinleyin. Toprağın kokusunu duyup onun için şükretmeyi unutmadan.
KARA TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım ey yâr boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Nice güzellere ey yâr bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim ey yâr topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Âdem den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülinen
Benim sadık yârim kara topraktır
*
İşkence yaptıkça ey yâr bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Havaya bakarsam ey yar hava alırım
Toprağa bakarsam duâ alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Dileğin var ise iste Allah’tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hâkk’tan
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Hakîkat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın kul da Allah’a
Hâkk’ın hazinesi gizli toprakta
(Hâkk’ın gizli hazinesi toprakta)
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Bütün kusurumu ey yâr toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yârim kara topraktır
*
Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i ey yâr bağrına basar
Benim sadık yârim kara topraktır
Âşık Veysel (Veysel Şatıroğlu, 1894 – 1973)
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
SERİN VE AÇIK
Bugün (cuma) biraz etrafımızda bulutlar dolaşsa da önümüzdeki iki gün boyunca rüzgârın poyrazdan vazgeçmesi ve sakinleşmesiyle biraz ılınacağız, yağış ihtimali de hayli azalacak. Cumartesi ve pazar günleri rüzgâr çok hafif ve karmaşık. Hava sıcaklıkları 12 derece dolaylarında ama Pazar günü biraz daha yükselecek gibi. Sağlıcakla kalınız.
Paylaş