Paylaş
Hayat Ağacı
Son zamanlarda giderek popülerleşen bir sembol hayat ağacı. Ev dekorasyonundan takılara, mistik öğretilerden öz kültürümüze her yerde karşımıza çıkabiliyor. Son zamanlarda giderek popülerleştiğini söylesek de, aslında insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en popüler sembollerinden biri olduğunu belirtmek daha doğru olacak. Bugün değil, binlerce yıl önce başlamış bir popülerlik bu. Evinizin duvarında, kolyenizde, okuduğunuz kitabın kapağında, bir kuruluşun logosunda veya herhangi başka bir yerde karşınıza çıktığında, “Aa, bu da yeni moda! Her yerde karşıma çıkıyor. Ne ağaç merakıymış arkadaş!” derseniz yanılırsınız. Çünkü hayat ağacı, barındırdığı anlam ve üzerine yüklenen kavramlar ile binlerce yılın en iyi tanınan görüntülerinden biri. Üstelik, dünyanın her yerinde tanınıyor olmasının yanında, Türklerin en kadim ve en kutsal nesnelerinden de.
Efendim, ağaçla ilgili daha önce birkaç kez konuşmuştuk, hatırlarsınız. Dünya üzerinde yaşayıp da ağaca özel bir anlam vermeyen, onu kutsal, kutsal olmasa bile çok değerli kabul etmeyen bir kültür neredeyse yok. Eski Türklerde kutsaldı, yeni Türkler onları kesip yerine beton dökmeyi pek seviyorlar. Demek artık beton kutsal. Bir ağaca kıymamak için evin yerini değiştirten bir liderin ülkesi, sanırım O gittikten sonra epey farklı tutum sergiledi, artarak da devam ediyor o betonize tutum. Neyse biz konumuza dönelim.
ANNE-BABA GİBİ BİR ŞEY
Atalarımızın kutsal kabul ettiği kayın ağacı.
Hayat ağacı sembolü, hiç kuşku yok ki tüm inanç ve kültürlerde ortak olan ağacın koruyuculuğu, kol kanat gericiliği, anne gibi ya da baba gibi hissettirmesi üzerine inşa edilmiş bir kutsiyetten geliyor. Bir bakıyorsunuz Tevrat’ta hayat ve bilgi ağacı olarak iki farklı ağaçla karşılaşıyoruz, bir bakıyorsunuz Gılgamış Destanı’nda gençlik veren bitkiye dönüşüyor, bir bakıyorsunuz ağaç çocuk doğuruyor. Lütfen kendinizden pay biçiniz: Şöyle irice, dalları uzamış, yemyeşil yapraklarıyla güneşin kavurucu ışığı altında serin gölgesiyle size can veren, rüzgârla hışırdayarak size ninniler söyleyen, dalları kadar koca kökleriyle dünyayı sıkı sıkı tutan bir ağaç gördüğünüzde (ağaca baktığınızda değil, gördüğünüzde diyorum çünkü o kadar çok bakıp görmediğimiz oluyor ki) sizin de içinizde o anne-babasını görmüş ufaklık duyguları uyanmıyor mu? (Hayır hayır, ben deli değilim. Bu konuda yalnız olmadığımı da biliyorum.) İşte o ağaç, hayat ağacı. Koca dalları, koca kökleri ile hayatı sembolize eden, gök ile yeri bir arada tutan, neredeyse tüm evreni kucaklayan hayat ağacı. Ağaçla ilgili inançları, yerimiz yettiğince ele alalım haydi.
AĞAÇTAN DOĞAN HAN
Dalları ve kökleriyle dünyayı tutar ağaç. Yani hayatı tutar. Foto Kevin Young - Unsplash
Gelin Uygurlardan başlayalım söze. Çünkü Türklerin Orta Asya’daki yaşamları süresince en çok eser ve mitolojik anlatı bırakmış (tabii bunlar bize Çinliler sayesinde ulaşmış) gruplarından biri. Bakınız bir anlatı ne diyor:
“…..Uygurların bu eski yurtlarında, Kara Korum adlı bir dağ vardı. Bu dağdan iki nehir çıkardı. Bu nehirlerden birine Selenge ve diğerine de Tola adı verilirdi. Bir gece, bu iki nehir arasındaki bir ağaç üzerine kutsal bir ışık inmişti. Halk bu ışığı görünce hemen toplanmış ve bu ağacı beklemeye başlamışlardı. Bu ışık indikten sonra ağaçta bir şişkinlik peyda olmuş ve ağacın gövdesi, tıpkı gebe bir kadının karnı gibi şişmişti. (…..) Dokuz ay ve on gün geçtikten sonra, ağaçtaki bu şişkinlik çatladı ve ağaçtan, tıpkı dünyadaki insanlar gibi beş çocuk doğdu. Bu çocuklardan en küçüğü Bögü Han idi. (…..) Bu suretle kendisi Uygurların kağanı oldu.” (Alıntı: Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Altınordu Yay., 8. Baskı, Cilt 1, s.94)
KABA AĞAÇ
Türklerde ağaç kutsaldır.
Oğuz Kağan Destanı’nda da, Oğuz’un birinci karısı gökten iner, ikinci karısı bir gölün ortasındaki ağaçtan doğar. Türklerde ağaç en önemli figürlerden biri. Dede Korkut öykülerinden Tepegöz’de (Depegöz) kahraman Basat, Tepegöz’e kendisini anlatırken der ki, “Atam adın sorar olsan, kaba ağaç / Anam adın derişen, Kağan aslan.” Yani babamın adı Kaba Ağaç, anamın adı da Kağan Aslan.” (Dede Korkut Oğuznameleri, YKY, 6. Baskı, s. 153) Bu “kaba ağaç” sözü yanıltmasın, eskiden “kaba” sözcüğünü, “büyük, ulu” anlamında kullanmışız. Yani Basat’ın babası/atası, “ulu ağaç”.
Altay Türklerinde de Dünya Ağacı ve Gök Ağacı vardı. Dev bir çam ağacı, göklere yükseliyor, bulutları ve gökleri delip geçiyordu. Bu dev çamın tepesinde de Tanrı Bay-Ülgen (Bay Ülgen, Türklerin büyük tanrısı) oturuyordu. İslâmiyet’ten önce Türkler, biliyorsunuz ki Şamanizme sahipti ve toplumsal hayatın en önemli insanları olan şamanların vazgeçilmezleri konumundaki davullarının derilerinde, her zaman o ağaç vardı. Davullardaki Gök Ağacın çoğunlukla dokuz (9) dalı vardı.
BU DA YEDİLİSİ
Klasik yedi kollu menorah. Tevrat hükümlerine göre yapılmış. Foto Luis Gonzalez - Unsplash
Altay’ın biraz kuzeyine çıkıp oradaki Moğol/Tatar kültüründe sanki çok mu farklı? Güney Sibirya’daki Abakan Tatarlarının mitolojisinde (ki her zaman söylediğimi tekrarlayayım: Bugün mitoloji dediğimiz şey o zamanlar din idi. Yani gerçek inançtı) göklere kadar yükselen bir demir dağ vardı (ki bu dağ, Türklerde ağaç motifidir). Bu dağın üzerinde bir kayın ağacı vardı. Kayın ağacı, yedi (7) dallıydı. Bu dokuz ve yedi dallı ağaçlara birazdan bambaşka bir açıdan bakacağız.
Kaç şamanları, kayın ağacına kurban verirlerdi ve şu ilahiyi okurlardı:
“Altın yapraklı mübarek kayın,
Sekiz gölgeli mukaddes kayın,
Dokuz köklü, altın yapraklı bay kayın,
Ey mübarek kayın ağacı, sana kara yanaklı
Ak kuzu kurban ediyorum.” (Prof.Dr. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Altınordu Yay., 2017, s.44)
OSMAN GAZİ’NİN GÖBEĞİ
Çok uzatmaya gerek yok. Türk mitolojisine bakıp onlarca ağacın kutsiyeti örneği bulmak mümkün. Ama Osmanlı’nın kuruluş öyküsüne sıçramadan olmaz. Âşıkpaşazade’nin Tevârih-i Osmân’da bahsettiği öyküye mutlaka kulak kabartmalıyız:
“Osman Gazi kim uyuyunca rüyasında gördü ki bu azizin koynundan bir ay doğar, gelir, Osman Gazi’nin koynuna girer. Bu ayın Osman Gazi’nin koynuna girdiği demde göbeğinden bir ağaç çıkar, gölgesi dünyayı tutar.” (Alıntı, Simurg’un Kanatları, Gönül Alpay Tekin, Yeditepe Yay., 2020, s.389) Yani ix çok ciddi; Osmanlı’nın kuruluşu bile ağaca dayandırılıyor. Hem de hanedanın kurucusu Osman Gazi’nin göbeğinden çıkan, gölgesi dünyayı tutan bir ulu (ya da kaba) ağaç. Sen gel kes ağaçları şimdi…
TIK TIK…
Örnek vermek yerine bir başka eski Türk adetini hatırlayalım. Eskiden her ağaç bir ruha sahipti ve o ruhlar, biz insanların ölmüş atalarının ruhlarıydı. Ancak o ruhlar, bedenden ayrıldıktan sonra atamız olmanın yanında, bir küçük parçası oldukları tüm doğa ruhuna dâhil olurlar (yani bir damladırlar ve okyanusa karışırlar) ve ağacın efendisi diye adlandırılarak, bizlere sahip çıkarlardı. Nasıl mı? Kötü bir olasılık, kötü bir olay konuşulduğunda ağaca iki kere tıklamak, “Ey ağacın ruhu, atam ruhu, beni kötülüklerden koru lütfen” anlamına gelirdi. Malum, tıklamazsak belki duymazlar. Bugün hâlâ tahtaya iki kere vuruyoruz ya, işte o zamanların mirası o. Yani aslında biz ağacın içindeki ruhtan yardım istiyoruz.
ÇÜNKÜ ÇAM YAŞAMAKTADIR
Yılbaşı yaklaşıyor, birçok evde yılbaşı ağaçları süslendi bile. Artık baygınlık geldi, “Ağaç süslemek eski bir Türk geleneğidir, Osmanlı da ağaç süslerdi, dünyanın Hıristiyanlıkla hiç ilgisi olmayan pek çok yerinde ağaç süslenir” diye yazmak istemiyorum. İnatla bu işe karşı çıkanlar kendi hayatlarında yapmasınlar, yapanlardan da uzak dursunlar. İsteyen istediği şeyi yapar, kimseyi ilgilendirmez. Ama başka bir şey söylemek daha doğrusu sormak isterim: “Neden çam ağacı?” Elbette kendi sorumu kendim yanıtlayacağım. Çünkü çam, yapraklarını dökmez. Her yerin karla kaplandığı, doğanın dinlenmeye çekildiği ve bir anlamda ölümle özdeşleşen kış aylarında çam ölmemişliği, hayatı, ölüme direnmeyi, diriliği temsil eder. Ölüm korkusunun ilacıdır. Kışın yeşil kalan tek şeydir çam. Ölüler diyarında dolaşan Dante gibidir. O nedenle çam süslenir.
ŞAMDAN DENİNCE…
Gelelim dokuz ve yedi kollu ağaca. Geçen hafta Musevî âleminin Hanukkah (Hanuka) Bayramı vardı. Işıklar Bayramı yani. Hanuka’da Musevîler, dokuz kollu şamdanı (şamdan, İbranî dilinde “menorah”tır) yani menorahı yakarlar. Ben de o günün anlamına binaen dokuz kollu şamdan resmi paylaşmıştım. Belki merak eden olmuştur. Hanuka dışında Yahudi şamdanları yedi kolludur. Çünkü normal zamandaki yedi ile Hanuka’daki dokuzun anlamları farklı. Hanuka, 8 günlük bir bayramdır ve her güne bir mum yakılır. Tabii, ortadaki mum ilk önce yakılacağı ve sırayla diğerlerini tek tek yakacağı için dokuzuncu mum vardır. Söylemiştim, ilk mumun adı “şamaş”tır. Yedi kol ise haftanın yedi günü (Tanrı’nın Tevrat’taki “6 gün çalış, bir gün dinlen” emrine istinaden) ile birlikte, o zamanların (MÖ 12-13. yüzyıllar civarı) bilinen 7 gök cismini, Güneş, Ay, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Merkür’ü temsil ediyordu. Şimdi o yerdi işine hiç girmeyelim, çıkamayız. Ama zaten yazmıştım, ilgilenenler için linkini buraya alayım. (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/yedi-kat-gok-41679086)
Şimdi o menoraha iyi bakmanızı rica ederim. (Resimlerde var..) Sonra da Hayat Ağacı resimlerine bakınız lütfen. Çok mu başka şeyler sizce? Üzerine yorum yapmayacağım. Geçen hafta dediğim gibi, ne saf kavim var dünyada ne de saf kültür. (Belki Amazon yerlileri hariç.)
ORTAKTIR, YÜRÜTME DEĞİLDİR
Hayat ağacı, tüm kültürlerde, tüm dinlerde, tüm mitolojilerde var. Hazırladığım kitapta bunu çok daha derin ve detaylı ele alıyorum. Ama var. Herkeste. “Şu şundan aldı, bu buradan gelir” demiyorum. Sadece insanın inanışı, hayal gücü birbirinden etkilenir, kültür alışverişi denen şey budur diyorum. Kültür alışverişi ile kültür emperyalizmini karıştırmamak gerek. Bütün dünya milletlerinin birbirlerinden hayat ağacı vs. alması başka, Yüksekova’da ya da ne bileyim Sındırgı’da yaşayan ilkokul çocuğunun, üzerinde “New York” yazan şapkayla dolaşması başka!
KOMİK OLMAKTAN KURTULABİLİRİZ
Bir zamanlar kutsal olan ağacı kesip kesip yerine beton döken insanların, evlerinin duvarlarında, madalyonlarında, küpelerinde vs. hayat ağacı tasviri taşımaları, eğer bir özlem ya da değişime işaret etmiyorsa, biraz komik. Var olanı korumak yerine yok edileni resmetmek, kusura bakmayın ama gerçekten acınası. Ancak, korumaya başlar, kıymetini bilir ve artık onlara zarar vermez isek, belki o zaman komik ve acınası olmaktan kurtulabiliriz. Bir de, bütün kültürlerin bir şekilde ortak bir pınardan beslenmekte olan farklı nehirler olduğunu unutmazsak, dünya artık eskisi gibi güzel bir yere dönüşebilir, ne dersiniz?
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
KEŞİŞLEME ZAMANI
Cuma akşamı Batı Anadolu’ya batıdan gelerek etkisini gösterecek olan yağış, cumartesi öğle saatlerinde biraz soluklanıp pazara tekrar ortaya çıkacak gibi görünüyor. Marmara için çok az söylediğimiz bir şeyi vurgulayalım: Hafta sonu boyunca rüzgâr keşişlemeden kendisini hissettirecek. Zayıf değil ancak Tekirdağ tarafları rahatsız olacaktır. Cumanın ılıklık yaratacak sıcaklıkları, cumartesi ve pazar biraz düşecek. Neşeniz daim olsun.
Paylaş