Paylaş
Bir mucizedir göz. Foto v2osk - Unsplash
Görmek ne büyük özgürlük. Gerçi eski dostum görme engelli Milli Atlet Necdet Turhan’ın dünya genelinde tırmanmadığı dağ, koşmadığı maraton kalmadı, benden çok daha özgür bir hayat sürdüğü açık ama elbette görmenin değerini değiştirmez bu güzel örnek. Görmek, belki de hayatımızdaki en değerli birkaç şeyden biri. Gözümüz sayesinde çevremizi en iyi şekilde algılıyoruz ama görememe durumlarında da çevremizi bir şekilde algılamaya çalışıyoruz zira buna mecburuz. İnsan, çevresini algılayamadan yaşayamaz çünkü. Etrafımızda neler olup bitiyor, işler yolunda mı vs. Yüzbinlerce yıl öncesinin alışkanlığıyla kendimizi güvende hissetmemiz için çevremizi algılamamamız gerekiyor. Algılamanın en “net” yolu da görmek tabii.
DUYARAK GÖRMEK
Her ne kadar görmek, gözle ilintili bir eylem olsa da, her zaman sadece göz sayesinde gerçekleşmeyebilir. Örneğin bir denizcisiniz ve bir anda bastıran sisin içinde kaldınız. Gözleriniz var ama o an hiçbir işe yaramıyor. Fakat güvende kalabilmek için çevrenizi mutlaka algılamanız gerek. Böyle bir durumda radar vb. cihazlar elbette çok işe yarar ama herkesin elinin altında bulunmayabilir. Bu durumda çevre algısı için kulaklar devreye girer. Amatör denizcilikle ilgili bilgi ve deneyimlerimi aktardığım ilk kitabım Yelkenli Yatta Kendine Yetebilmek (2014) içinde konuya geniş bir yer vermiştim. “Kulaklarla görmek” başlıklı bölüm tam olarak bunun tekniklerini anlatır, buraya almaya gerek yok, konumuzun denizcilikle ilgisi bu kadar çünkü. Vurgulamak gerekirse, eğer görme şansımız yoksa, duyduğumuz her şey çevreyi “görmemizi” sağlar. Kulaklarla görmek, seslerle çevreyi algılamaktır.
YORDAM NEDİR Kİ?
Eskiden çok daha fazla olurdu elektrik kesintileri. Enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtulmazsak, aynı sıkıntıların gelecekte de yaşanmayacağını kimse garanti edemez. Neyse… Diyelim evdeyiz, hatta daha da kötüsü, tanımadığımız, bilmediğimiz bir binadayız ve aniden elektrikler kesildi. Zifiri karanlık. Yanımızda ne cep telefonu var (ki eskiden öyle bir şey de yoktu zaten) ışığından yararlanabilecek, ne de bir çakmak vs. Kulaklar da işe yaramıyor tabii. Böyle bir durumda yapabilecek tek şey “el yordamıyla” yol bulmaya çalışmaktır. El yordamıyla, yani elle yoklaya yoklaya ilerlemek... Bu arada, “el yordamıyla karanlıkta yol bulmak” cümlesindeki “yordam”ın anlamı ile “yordam” sözcüğünün gerçek anlamı arasında uçurumlar olduğunu da yeri gelmişken vurgulamak gerek. Yordam, Orta Asya Türkçesinde “hızlı yürümek, koşar adım yürümek” anlamlarına geliyor! Karanlıkta koşar adım ilerlemek mümkün olabilir mi? Sonunun felaket getirebileceğini bile bile, önünü görmeden, zifiri karanlıkta kim koşar adım ilerleyebilir ki? Orta Asya’dan Türkiye’ye gelinceye kadar anlam epey değişmiş anlaşılan.
BAKARKÖR MÜSÜN MÜBAREK?
Görmek için önce bakmak gerekir tabii. Bakmadan göremeyiz ama her baktığımızı da görmeyiz. Bazen yolda giderken karşıdan bir tanıdık yaklaşır, bizi görmüştür, gülümsemeye başlamıştır, tokalaşmak üzere elini de uzatmıştır hatta ama biz geçiveririz yanından öylece. Seslenmese, hiç haberimiz olmayacak hani. İyi ki seslenir de, baktığımız halde görmediğimiz tanıdığımıza ayıp etmekten kurtulmuş oluruz. Ya da yemek sırasında aile üyelerinden biri kalkar mutfağa gider, hazır gidiyorken seslenirsiniz ardından, “Gelirken dolaptan yoğurdu da getirir misin?” Bir süre sonra içeride seslenir mutfağa giden: “Yoğurt nerede? Yok dolapta, bulamıyorum!” Yemeği bırakıp kalkar içeri gidersiniz, diğerinin bulamadığı yoğurdu en orta yerin en önünden çeker alırsınız. Görmemiştir sizden önce bakan. Baktığını görmemiştir. Oysa gözünün önündedir. Bakarkör deriz böyle kimselere.
GÖZE PERDE İNMESİ
Olağanüstü güzel bir organ göz. Hepimizin gözü, olanı görsün, olmayana da yok diyebilsin. Foto Colin Lloyd - Unsplash
Tabii işin bir de sağlık boyutu var. Göz hem çok karmaşık bir organ hem de bir mucize bana kalırsa. (Zaten hepimiz birer mucizeyiz ya neyse.) Gözbebeğinin ardında görmeyi sağlayan biyolojik bir mercek var. Bu mercek bazen yaşlılık, bazen şeker hastalığı, bazen de farklı nedenlerle saydamlığını yitirip matlaşmaya başlıyor. Hâl böyle olunca da görüş azalıyor, önlem alınıp tedavi edilmezse zamanla tamamen körlüğe kadar da gidiyor. Basit bir ameliyatla düzeltilebilen bir rahatsızlık oysa. Adını biliyorsunuz: Katarkt. Eskiden tıptan, tedaviden, sağlık hizmetinden mahrum olan halk arasında kataraktı olana “gözüne perde indi” denirdi. Göze perde inmesi, çevresinde olup bitenleri görmekten mahrum olmaya başlayanlar için kullanılırdı. “Vah vah, gözüne perde indi, artık burnunun ucunu göremiyor” gibi laflar duyulurdu sık sık. Cumhuriyet’e kadar hangi halk, nerede bulacak göz doktorunu da, tedavi olacak da, kataraktı düzelip yeniden görecek eskisi gibi!
ONSUZ DA YAŞARSIN
Düşünsenize… Gözünüzün önünde neler neler oluyor, siz göremiyorsunuz. Katarakt kötü bir hastalık. Ama en azından biyolojik bir hastalık. Bir de bunun zihinsel olanı var, o daha zor tedavi edilen türden. Hani olanı gördüğü halde görmediğini söyleyen veya aslında orada hiç olmayanı gördüğünü sananlar… Halüsinasyon gibi… Ya da aşkta da durum böyledir. Beğendiğimiz kişiyi göründüğü gibi değil de görmek istediğimiz gibi gördüğümüzü sanma semptomları vardır aşkın içinde. Bu nedenle “aşkın gözü kördür!” Bir delilik halidir bu açıkça. İşin şiirselliğini bırakalım bir tarafa ve eğri oturup doğru konuşalım. Tamam aşk güzeldir de, aşk yüzünden hayatı mahvolan, yuvasını yıkan, çöllere düşen çok insan var. O nedenle mecnun (deli) deriz onlara. Yaptıkları akla mantığa sığmaz çünkü. Burunlarının ucundaki acı gerçekleri görmez, görüp uyaranları kötü ilan eder, laftan anlamayıp herkese küserler. Varsa aşk, yoksa aşktır onlar için. “Onsuz yaşayamam…” lafını duymuş, hatta söylemişizdir. Ama binlerce yıldır gördük ki onsuz da yaşanıyor! Yok öyle bir şey.
KALE KAPISI
Ama en kötüsü göze perde inmesi. Yani katarakt. Biliyor musunuz, aslında “katarakt” sözcüğü gözle ilgili değil. Hem de hiç değil. Katarakt, Fransızcada “şelale” anlamına geliyor. Aslında Yunanca kökenli. Kata (aşağı doğru inme, yönelme, kaplama, kapsama, örtme) ve arasso/arag (çarparak düşmek) anlamlarındaki iki sözcüğün birleşiminden türemiş. Yani eski Yunancada da şelale anlamına geliyor. Ama bir anlamı daha var. Şelaleye benzeterek konmuş bir isim olsa gerek. Hani artık filmlerde gördüğümüz kale kapıları vardır ya, kapanması için yukarıdan aşağı indirilir veya açılması için aşağıdan yukarıya dikine kaldırılır. (Dükkân panjurları, garaj kapıları da vardır bugün buna benzer.) İşte o kapılara da katarakt denirmiş. Bu anlamıyla gözdekine biraz daha benziyor. Bu katarkt isimli kale kapısı kapandığında ne içerideki dışarı çıkabiliyor, ne de dışarıdaki içeri girebiliyor. Güvenlik açısından elbette istenen, beklenen şey. Ama özgürlüğünüz için dışarı çıkmaya çalışırken katarakt inerse, o zaman haliniz yaman, içeride tutsak kaldınız demektir.
NE GÜZEL ŞELALELER VAR
Antalya'nın gözbebeği, Düden Şelalesi, Akdeniz'e coşkuyla kavuşur. Nisanda orada yüzenlerin belininin tutulma ihtimali de vardır.
Şelale, (katarkt) akarsuyun, yüksekçe bir yerden dökülmesidir malum. Mesela ben, uzun zaman önce güneşli bir nisan günü Torosların kar sularını Akdeniz’e taşıyan Düden Şelalesi’nin denize döküldüğü yerde denize girmiştim. Ne güzel bir deneyim, ne buz gibi bir gençleşme anıydı anlatamam. (Elbette sonra rüzgârı yemiş, ömür boyu sürecek bel sakatlığıma davetiye çıkarmıştım.) Amerikalılar çakma şelale Niagara ile epey turist çekiyorlar. Bizim güzeller güzeli memleketimizde kurumadan önce görmemiz gereken harika doğal şelaleler var. Antalya Düden, Manavgat; Düzce Güzeldere, Samandere; Sinop Erfelek Tatlıca; Bursa Suuçtu… Hepsini sayamam şimdi, liste uzun.
Her akarsu, katarakta gelene kadar uzun yollardan geçer ve işin en başında hepsi ama hepsi bir pınardan doğar. Suyun kaynağına pınar denir, malum. Her akarsu bir (veya birkaç) pınardan çıkar ama her akarsu bir katarakttan dökülmez. Pınarın Arapçası nedir biliyor musunuz? Ayn! Yani göz! “Nûr-u aynım” lafını duymuşsunuzdur: Gözümün nuru demektir.
SUYUN DÖNGÜSÜ
Bu bir doğal süreç elbette. Gözde başlar akarsuyun yaşamı. Yavaş yavaş güçlenir, genişler. Gençlik çağıdır bu. Coştukça coşar ve sonunda perde gibi iner katarakttan. Ama bu yaşlılık belirtisi midir her zaman? Elbette hayır. Çünkü çoğu akarsu, katarkttan sonra da coşmaya devam eder. Gürülder, çağlar… Ve istese de istemese de, her akarsu, sonunda mutlaka denize dökülür. İşte o zaman durulur, sakinleşir ve özüne döner. Buna ölüm de denebilir, yeni bir başlangıç da. Çünkü sudur bu, yeniden buharlaşacaktır, yeniden yağmur olup toprağa dönecektir ve yeniden bir pınardan gözünü açacaktır dünyaya. Suyun döngüsü, aslında hiç bitmez. Ömrü sonsuz olsun. Ortada hiçbir sebep yokken gözüne perde inenlere, hatta olanı görmeyen veya olmayanı görenlere de acil şifalar dilerim.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
YAĞIŞSIZ HAFTA SONU
Bugün ve yarın (cumartesi) poyraz var ve bizi serinleteceği açık. Ama pazar günü hava neredeyse duruyor ve biraz bunaltıcı olabilir. Elbette kıyıya yakın termal rüzgârlar oluşabilir ve yelkencilerin işine yarayabilir. Yağış beklenmiyor. Ama önümüzdeki hafta sonuna doğru bir şeyler olur mu, bekleyip göreceğiz. Neşeniz daim olsun.
Paylaş