Gökyüzünün boğası

Tüm eski inançlarda var olan gök tanrı, hemen her kültürde boğa ile tasvir edilir. Çünkü boğanın insanca bilinen işlevini, gökyüzü, toprağı dölleyerek yerine getirir.

Haberin Devamı

Gökyüzünün boğası

Bir erken dönem Helen çömleği. Zeus'un sol elinde şimşek demeti. Tesadüfe bakın ki üçlü demet.

Zeus adını duymayanımız yok. Antik Hellen (Yunan) panteonunun (çok tanrılı sisteminin) baş tanrısıdır. Dünyadaki hemen herkesin Zeus isminin farkında olmasının aslında çok uzun süren bir halkla ilişkiler faaliyetinin sonucu olduğunu söylemek mümkün. Batı (ki bu konuda daha önce hayli konuştuk) çok uzun bir zaman boyunca kendi kökünü Hellen kültüründe aradı ve buldu da. Mitolojik öyküler çok keyiflidir, konuşana, anlatana, yazana, okuyana büyük keyif verir. Yunan mitolojisi de epey hareketli ve canlı olduğu için herkesi sardı. Bir de işin içine sinema girince… Ama asıl neden, Yunan belgelerinin (yazıtlar, sütunlar, kitaplar, çeviriler, çanak-çömlek, mimari, velhasıl her şey) diğer bütün uygarlıkların belgelerinden daha kolay ulaşılabilir olmasıydı. Ama Avrupa’nın kendi kökünü Yunan’da bulmasının esas sebebi mitoloji değil, felsefe ve demokrasi modelleridir. Bu haliyle örnek teşkil eder elbette. Bizim bir dönem aydınlarımızın da Yunan mitolojisinin ve felsefesinin etkisi altında epey kaldıkları da yadsınamaz ki zaten hayran olunmayacak gibi de değildir. Benim için sadece tiyatronun varlığı bile, önünde ceket iliklemek için yeterlidir mesela. Gerçek ismi olan Timuçin’i küçük bir değişiklikle soy adımda taşıdığım Cengiz Han’ın ordularının oradan oraya koşturmalarından neredeyse bin yıl önce Aristofanes’in oyunları, Atina’da, Akropolis’in altındaki tiyatroda sahnelenmekteydi. Bu büyük bir şeydir ve saygıyı hak eder. Ama “her şey orada başladı” diyen çoğu Yunan kültürü hayranının yanıldığı çok ama çok önemli bir şey var: Her şey kesinlikle orada başlamadı!

Haberin Devamı

HER ŞEY DE NE OLA?

Biz bugün bu “her şey” faslının sadece dinsel kısmını ele alacağız. Bu konuyu bu tarihte ele almamızın bir nedeni de, baharın gelmesiyle yeryüzünün (aslında üzerinde bulunduğumuz yarıkürenin) canlanması, bir süredir ölü gibi duran toprağın yeşermesi, yaprakların ve çiçeklerin yeniden ortaya çıkması, börtü böceğin görünür hale gelmesi, kelebeklerin uçuşması, göçmen kuşların göğümüzü şenlendirmesi, kısaca doğanın hayat bulması. Denebilir ki, “Doğanın canlanmasının, dinsel bir konuyla ne ilgisi olabilir?” Olmaz olur mu? Her şey Yunan kültürüyle değil ama işte tam olarak doğanın bu halleriyle başladı çünkü. Yani her şey doğayla başladı!
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu konuda daha önce farklı açılardan söyleştik köşemizde. Arşivde yerli yerinde duruyorlar. İki milyon yıldır “insanımsı” olarak varlığımızı sürdürüyoruz. Ateşi kullanıyoruz, mağara duvarlarına resimler yapıyoruz, kendimizden sonrakilere bir şeyler iletiyoruz. Yaratıcılığımız şüphe götürmez, sanatsal yanımız ve yapımız güçlü. Bunlarda şüphe yok. Kafamız, binerce yıldır soru işaretleri ile dolu. Fakat bilimin olmadığı zamanlarda yanıt bulmak zordu kuşkusuz.

Haberin Devamı

E GOOGLE DA YOK O ZAMANLAR TABİİ

Kafamızdaki sorular listesinin başında kim olduğumuz, nasıl olduğumuz, nereden geldiğimiz, bizden öncesi, evrenin ne olduğu gibi sorular olduğu muhakkak. Tamam, kadın-erkek cinselliği ile üreyebiliyorduk, çocuklar doğuyordu ama bu iş nasıl başlamıştı? Yani, bütün insanların bir öncesi olmalıydı ama nasıldı o önce? Kadın doğurgandı ama erkeğin fonksiyonu vardı onun doğurganlığında. Yani, kadın doğaüstü gibi görünen bir iş yapıp çocuk doğurabiliyordu erkeğin aksine ama onu dölleyen de erkekti. Aynı gözlemi, toprağa bakarak da yaptı insan. Toprak çok verimliydi, doğaüstü gibi görünen işler yapıyordu, ölü toprağın içinden çiçekler, bitkiler çıkıyordu. Onu dölleyen neydi? Ne olacak? Gökyüzü! Yağmuruyla, rüzgârıyla, Güneşiyle gökyüzü, ilk dölleyici olmalıydı. Biz ölünce toprağa karışıyorduk, o halde topraktan gelmiş olmalıydık, tıpkı çiçekler, bitkiler gibi. O halde bizi dölleyen de, topraktan/çamurdan şekillendirip yaratan da yine gökyüzü olmalıydı. İşte ilk ve en büyük “kutsal”, Gök olarak kabul edildi daha o zaman. Yani yüzbinlerce yıl önce.
Bunun böyle olduğunu nereden biliyoruz peki? Hiç görmediğimiz, tanık olmadığımız ve olamayacağımız şeyleri nereden biliyoruz? Eh, o zamanlar olmayan bilim artık var çünkü. Hiçbir şey olmasa, yazı var. Toplumlar binyıllardır yazıyor. Yazılanların çoğu da, henüz yazının hiç olmadığı, hatırlanmayan çağlardan o zamana kadar anlatılagelenler. Yani, yazı ortaya çıkmadan çok önceden beri var olan öyküler onlar. Toplumlarda izi sürülüyor hepsinin. Birlikte sürüyoruz işte.

Haberin Devamı

HEP AYNI İLİŞKİ

Dedik ya, ilk ve en büyük kutsal “gök” diye. Bakınız, kadim Hint kültüründe gökyüzü ve en büyük tanrı, Dyaus’tur. Ama bu isim tek başına kullanılmaz genellikle. “Baba” anlamına gelen “pitar ile birlikte kullanılır. Şu bizim “peder” işte. Yani “Dyaus-pitar”: Gök Baba. Gök, toprağı döllediği için baba, toprak da doğurgan olduğu için anadır ezelden beri.
Tüm kadim inançların gök tanrılarında bu “dölleme” öyküsü vardır ve insanın, tam anlayamadığı ve elbette kendi dünyasından tanıdığı, bildiği bir şeyle tanrıyı kişileştirmesi hiç şaşırtıcı değildir. Uzakdoğu’dan en batıya kadar dünyanın tüm eski inançlarında “boğa”, gök tanrısal bir simgedir. Hindistan’dan itibaren Akdeniz’in en batı ucuna kadar olan coğrafyada tanrısallığın boğa ile temsil edilmesi, gök-yer, yağmur-toprak, yani dölleyen-döllenen ilişkisindendir. Boğa bazen tüm bedeniyle ama çoğunlukla da boynuzlarıyla temsil edilir ve akla gelebilecek her yerde karşımıza çıkar. Bu nedenle Mezopotamya’dan Mısır’a, İskandinavya’dan Hitit beyliklerine kadar güç ve boynuz, bir arada anılır. Tanrı figürlerinin başlıkları boynuzludur, tıpkı kralların taçlarının da boynuzlu olması gibi.
Mısır’ın en önemli tanrıçası İsis’in atası Amon-Ra’dan devraldığı boynuzları dikkat çeker. Hititlerde, Hellen uygarlığının beşiği, kaynağı Fenike ve Mısır’ın bileşimi olan Girit’teki Minos uygarlığında ve çok daha ötelerde bu boynuzlar görünür. Her seferinde birinin kafasında çizmek zor gelmeye başlayınca, hilale benzeyen bir şekil olarak da resmedilmiştir o boynuzlar, sonra da bütünüyle hilale dönüşmüştür. (Bkz. İslâm Ansiklopedisi, “alem” maddesi.)

Haberin Devamı

BAŞA TAKILAN YETKİ

Gökyüzünün boğası

Boynuz biçimli bir alem

Vikingler de boşuna boynuz takmazlar başlıklarına çünkü göksel tanrıların gücünü yanlarında hissederler bu yolla. Mezopotamya’nın ilk ve bence en değerli topluluğu Sümer’de can bulan uygarlık, ardından gelen Akkad ve Babil’i de etkiledi kuşkusuz. Bunların hepsinin anıtlarına, yazıtlarına, resimlerine, tasvirlerine bakınız; hepsinde tanrısal varlıkların bir kısmı boynuzlu (göreve göre değişiyor tabii), tanrısal gücü temsil eden ve öyküleri, daha önce üzerinde durduğumuz gibi tanrılarla iletişim kurmalarıyla başlayan rahip-krallar (ya da kısaca krallar), boynuzlu taç/başlık takarlar. Sebebi tanrısallıktır. Hoş bir yetki devri değil mi? Yönetme yetkisini tanrılardan aldığını söyleyen bir kralı kim sorgulayabilir ki?

Haberin Devamı

ŞİMŞEKLİ BOĞALAR

Gökyüzünün boğası

Sonradan hava ve fırtına tanrısına dönüşecek Hitit Gök Tanrısı Taru-Teşup. Sol tarafta onun kutsal boğaları. Sol elinde de üçlü şimşek demeti. Tanrıya kan sunuluyor. Kurban yani.

Boğa sembolünü kullanmanın bir diğer gerekçesi ise gök gürültüsü! Boğa böğürtüsü ile ilişkilendirilmiş ses ama bunun öncesi var elbette. Gök gürültüsü, durup dururken çıkmaz. Şimşek çakar veya yıldırım düşer. Aslında hepsi şimşektir bunların da yere inene veya yerden göğe çıkana biz yıldırım dediğimiz için, iki farklı şeyi anıyor oluyoruz. Neyse… Şimşek çakar, gök gürler. İşte bu nedenle gök tanrılarının simgelerinden en önemlisi şimşektir. Elimizdeki tasvirlerden çok sağlam kalmışları var. 4 bin yıldır var olan Hitit gök tanrısı, aslında Hititlerden önce Anadolu’da var olan Hattiler’den alınmadır. Hattiler’in gök/hava/fırtına tanrısının adı “Taru”, Hititlerinki “Teşup”tur. Eh, “taru” sözcüğünü Taurus/Toros olarak tanırız biz. Boğa anlamına gelir. Elimizde kalan Taru/Teşup tasvirlerinde, tanrının sol elinde üçlü bir şimşek demeti vardır. Çünkü gerektiğinde tanrı varlığını veya öfkesini bunlarla gösterecektir. Şu tesadüfe bakın ki Yunan panteonunun en büyük gök tanrısı Zeus da elinde üçlü bir şimşek demeti ile tasvir edilir. Hint-Avrupa dil ailesinden konuşan Hellenlerin Zeus ismini nereden bulduklarını merak edenler mutlaka olabilir. Eh ben diyeyim Dyaus, siz deyin Zeus! Latince “tanrı” sözcüğünün karşılığının “deus” olması artık bizi şaşırtabilir mi? Sevgili Mozart’ımızın ön adı olan “Amadeus”, sevgi anlamına gelen “amare” ile tanır anlamına gelen “deus”un birleşiminden oluşmuş, “Tanrıyı seven” anlamına gelen bir isimdir mesela. Bu da çok ilgisi olmayan ek bir bilgi kırıntısı olarak kenarda dursun.
Başta söylediğimiz gibi bu isimler “baba” ile birlikte anılır. Yani Dyauspitar, Zeus-Pater gibi. Bu durumda, Yunan kültürünü ve panteonunu küçük isim değişiklikleri ile ve neredeyse olduğu gibi alan Romalıların, Zeus’u alıp Jüpiter yapmaları, yani Zeus-Pater’in, İu-pitar’a dönüşmesi de çok sıradışı gelmeyecektir bize.

HEY GİDİ GÜNLER

Bu arada Sanskrit dilinde deva olan “tanrı” sözcüğü, bizim komşumuz ve Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-Aryan kolundan olan Farsça’da da “div.” Biz, kendini kanıtlamış, çok önemli ve büyük kadın sanatçılara “diva” diyoruz ya, hah işte, tam da oradan geliyor. Div halini pek kullanmıyoruz. Yani, Maria Callas ile Bülent Ersoy’u aynı sözcükle anmak değişik geliyor ama olsun, olmuş bir kere. Fakat işin başka sürprizleri de var.
Hint gök tanrısı Dyaus, bütün dinlerde olduğu gibi zamanla etkisini yitirir ve gözetmen tanrı olarak kalır. İsmi, bir süre sonra (tıptı Orta Asya Türklerinde olduğu gibi) “gök” ve “gün” anlamına gelmeye başlar. Yani Dyaus deyince gök de diyor olabilirdi biri, gün de. Bence artık “gün”ün İngilizcesi olan “day” sözcüğüne daha farklı bir gözle bakmaya başladık değil mi?

DİVA’YI DİNLEYECEĞİM

Bu sayfada daha önce defalarca gördüğümüz gibi kültürler birbirlerinden bir şekilde etkilenirler, alışveriş yaparlar. Konu asla, “Bu bunu şuradan almış, o da bunu buradan almış” gibi basit ve yüzeysel değildir. Ama kafasındaki soru işaretlerine yanıt arayan insanın düşünme/akıl yürütme yapısı aşağı yukarı aynı olduğu için bulunan yanıtlar da aşağı yukarı benzer oluyor. İzninizle, ben şimdi biraz Maria Callas dinleyeceğim. Ne de olsa dünyanın bütün kültürleri benim kültürüm, hepimizin kültürü ve ne de olsa Callas bir diva!

KÜÇÜK BİR MARUZAT: Bazı dostlar kaynakça soruyor. Ben de isterim ama mesela sadece bu yazının kaynakçasını yazmaya kalksam, sayfanın yarısını kaplar. Bir aksilik olmazsa hepsini kitaba alacağım, hoşgörünüze müteşekkirim.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

BAHAR KARARSIZLIKLARI
Ege’de perşembe gecesi başlayan kuvvetli güneyli rüzgâr Marmara’da ancak cumartesi günü lodos olarak canlanacak. Pazar günü günbatısı-lodos olarak Marmara’nın batısında daha da hissedilir olacak, aslında Çanakkale’den Marmara’ya tekne çıkışı için uygun bir hava diyebiliriz, akıntıyı önemli oranda keser. Fakat ardından havanın da soluğu kesilecek. Pazar günü kısmî yağışlar Marmara’nın doğusu ve İstanbul dolaylarında görülebilir. Bence cuma ve cumartesi günleri açık havanın tadı çıkartılmalı, zira yeni haftanın ilk günlerinde sıcaklıklar yine biraz “serin” bandına inecek gibi görünüyor. Kalın sağlıcakla.

Yazarın Tüm Yazıları