Paylaş
Şenliklerde ejderha. Dragon. Martin Woortman
Korona Çin’den çıkıp tüm dünyaya yayıldı ya hani, bu Çin’in ilk vukuatı değil. Ne zaman olduğunu tam bilmediğimiz ama çok çok eski olduğundan emin olduğumuz bir de “ejderha” salgını var. Evet evet, bildiğiniz ejderha! Ağzından alevler çıkartan, çoğunlukla uçan, yılanımsı, kulaklı, koca dişli ejderha.
Hiçbir zaman yaşamadığı, var olmadığı halde ne diye bütün kültürlerde bir ejderha figürü var? Yoksa bir zamanlar sahiden de ejderha var mıydı? Olabilir mi böyle bir şey? “Tufan” öyküsünü örnek seçelim. Dünyanın neredeyse bütün kültürlerinde bir tufan anlatısı var ve bilim artık kanıtlayabiliyor ki, belirli dönemlerde sular ciddi anlamda yükselmiş, mevcut yaşam alanları tahrip olmuş, özellikle boğaz veya benzeri yerleri aşan sular, büyük travma yaratmış ve tufan kavramı yerleşmiş. Yani evet tufan var. Farklı coğrafyalarda farklı şekillerde ortaya çıkmış da olsa var. Acaba ejderha da böyle olabilir mi?
FOSİLLERDEN DOĞAN MİT
Bilim henüz bir ejderha kanıtı bulamadı. Zaten çok olası da görünmüyor, bir canlının ağzından alevler çıksın, aynı zamanda uçsun… İyi de nereden çıktı bu meret? (Meret sözcüğünün bir anlamı da “uğursuz”dur) Benim de inandığım, tahminlerin ağırlıklı kısmının dayandığı, dinozor fosillerinden! Hiçbir kutsal kitap dinozorlardan söz etmez. Hiçbir kadim metinde de yoktur. Çünkü insan hafızasının, ortak belleğin tanık olmadığı zamanlarda (iyi ki de öyle) yaşayıp yok olmuş dinozorlar. Bu nedenle hiçbir şekilde anlatılarımızda, sözlü edebiyatta, yazılı metinlerde yok. Ama… Ama bugün bulunduğu gibi dün de bulunmuş olmalı dinozor fosilleri. Yazının olmadığı eski zamanlarda. Bugün de örneğin Gobi Çölü’nde gezen birinin ayağına dinozor omurgası veya dişi takılabiliyor. Bu mutlaka dün de olmuştur. Nasıl bugün bir dinozorun milyonlarca yıl önce ölüp kaldığı haliyle kemikleri bulunabiliyor bütün olarak, mutlaka dün de aynen böyle bulunmuştur.
Şimdi hayal edelim. Mesela Göbi Çölü’nde yürüyen bir Çinli askerin ayağı bir şeye takılıp tökezliyor, dikkat ediyor onun ne olduğuna… Şöyle bir bakıyor, eşeliyor falan, derken ortaya dev bir canavar çıkıyor. Dişleri var, belki uçan dinozor fosiliyse kanatları var… Ama ne öyle bir hayvan görmüş, ne de duymuş! Fakat işte kemikleri ayağının altında! Gelsin öyküler, gitsin masallar.
HER YERDE VAR ÇÜNKÜ…
Türklerde ejder kavramı var ve oldukça da tutmuş anlaşılan. Türklerin bunu, Çinlilerle temaslar sırasında aldıkları anlaşılıyor. Ama öyle bir sevilmiş ki, edebiyata girmiş. Çin’den İskandinavya’ya, oradan da İngiltere’ye kadar her yerde var bu hayali hayvan. Çin geleneğinde dans eden ejderha ile Tolkien’in Hobbit kitabında cücelerin dağına musallat ettiği ejderha aynı hayvan. Biri Uzak Doğu, biri Uzak Batı; biri eski dünyanın en doğusu, biri de en batısı. Bu kadar geniş bir coğrafyada biliniyor olması, hem kültürlerarası iletişimin gücünü gösterir, hem de yukarıda bahsettiğimiz ayağına fosil takılması hadisesinin belki de fosil dağılımını gösteren haritanın pek çok noktasında gerçekleştiğini…
SÖZCÜK KÖKENİ VE ANLAMI
David Demaret tarafından Hobbit için çizilen ejderha Smaug. Nedense altını çok sever ejderhalar. Bu, birilerinin kendi hazinesini korumak için uydurduğu bir şey olabilir.
Ejderha, daha sözcük ağzımızdan çıkarken anlaşılacağı gibi Türkçe değil. Pers/Fars kökenli bir sözcük. Perslerin Avesta adlı kutsal metinlerinde geçen kötücül bir kral vardır: Dahhak! Tabii bu hali, şimdi söylediğimiz biçimi. O zamanlar dilde bu “Azi-Dahâka”, “Az-Dahâg” olarak geçiyor. Hem kötücül, hem de yarı insan yarı hayvan bir figür. Hayvan kısmı arada değişiyor, kimi zaman at, kimi zaman da yılan. Ama hep kanatlı. Zaten ejderha bahsi, bundan sonra da göreceğiniz gibi, hep yılana bağlanır. (Çünkü dinozor insanın bilmediği şeydir ama yılanı bilir.) Ve yılana kanat takarsan olur sana ejderha!
Bu “azi” ön eki, ses değişimi yoluyla olmuş “aji” ve “aji-daha” sözcüğü, dönüşmüş ejderhaya. Bu dönüşümler, daha önce de çokça bahsettiğim gibi asırlar içinde olagelen şeyler. Bir gecede olmuyorlar yani.
Yine bu kökten gelen Farsça “ajdar” sözcüğü ise, o efsanevî yılana işaret ediyor. Farsça konuşanlar, sondaki “hâ”yı, çoğul eki sayılarak düşürülmüş sonradan. Kırgızca Acıdaar veya Aydakar olarak geçmesi de bundan.
Öte yandan Batı dillerindeki “dragon” hâlinin de Hint-Avrupa dile ailesinin yine her zamanki gibi Hint kısmıyla ilintili olduğu, onun da yine bu aynı Dahhak figürüyle bağlantılı olduğu tahmin edilir. (ayrıntıya girmeyeceğim, çok kalabalık oluyor sayfa.)
Fakat ejderhayı tanımlayan bilinen en eski (şimdilik) Türkçe sözcüğün ise tüm bunlarla hiçbir ilgisi yok gibi: Yel Büke! Kaşgarlı Mahmud’da “yedi başlı yel büke” var mesela.
Dede Korkut’ta da birkaç yerde geçer ejderha.
“Ejderhalar ağzından adam alan Deli Evren seninle birlikte gitsin” bunlardan biridir. (Kazılık Koca-oğlu Yeğenek Boyu, Orhan Ş. Gökyay, Kültür Bakanlığı Yay 252, 1976, s.163)
OLMAYANI OLANLA AÇIKLAMAK
Dinozor fosili gören birinin bunu hayal etmesi hiç de zor değil. Foto Lorenzo Lamonica.
Dedik ya, ejderha, gerçek olmadığı için, insanın bildiği bir canlıyla eşleşmek zorundaydı. Biz insanlar, düşünceleri somutlaştırarak ele almak zorundayızdır. Başka türlü düşünemeyiz. Bilmediğimiz şeyleri, bildiğimiz şeylere dönüştürmek zorundayızdır yani. Bir anlamda deşifre etmektir bu ama çoğunlukla da anlam kayıplarına yol açar. Mesela, sonsuzluğa aklımız eremediği, algılayamadığımız için, bunu ancak bildiğimiz sonlu kavramlarla izah etmeye gayret ederiz. İşte, olduğu kadar… Ejderha da böyle. Yok ki öyle bir şey. Bu nedenle var olanla ilişkilendirme gayreti kaçınılmaz. Ejderha anlatısına, tanımına uyan da olsa olsa, insanı zaten korkutan ama bir yandan da saygı gösterilen yılandır. Bunun fiziksel nedenleri de var. Yılanın çene ve diş yapısına bakın, sonra da dinozor fosillerine. Eh, her şey ortada.
YILANLARIN ÇİFTLEŞME ZAMANI
Peki biz neden yılan konusuna geldik? Şu sıralar yılanların çiftleşme zamanı. Çevrede sarmal olmuş iki yılan görürseniz lütfen onlara zarar vermeyin, hayatlarının en önemli anlarından birini yaşıyorlardır. Üstelik bunu, bizim gibi istedikleri zaman değil, yılda bir kez yapıyorlar! Ayrıca yılan, fareleri yer, başka zararlı şeylere engel olur, toprağı havalandırır falan. Üstüne basmaya, ona zarar vermeye çalışmıyorsak yani onu tehdit etmiyorsak, kimseye zararı da dokunmaz. Hiçbir yılan, anakonda veya piton değilse bizi yemeğe de kalkışmaz ki bizim buralarda onlardan yok, Amazon deltasındakiler düşünsün. Hepsi bir yana, sarmal olmuş çiftleşme dansı yapan yılanların görüntüsü, onları sevmeseniz bile estetiktir. Tıp ve şifa sembolünün, âsâya dolanmış iki yılan olduğunu da unutmamak gerekir.
SİZE SÖZÜM VARDI
Yılanların çiftleşme zamanı bizim için neden önemli? Size sözüm vardı, mayıs ayında yazdığım Adonis yazısında söz etmiştim. (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/huznun-cicekleri-41526495) Madem temmuz ayı geldi, o halde bu aya ismini veren, Sümerlerin bitki, ağaç, bereketi temsil eden çoban-tanrısı Dumuzi’den, Babil’in Tammuz’undan söz etmeyeceğiz de ne yapacağız?
Fakat bugünlük bu kadar olsun, nasıl olsa bugünle birlikte temmuz içinde 5 tane cuma günü var, ay bitene kadar Adonis’ten Dumuzi’ye, Temmuz’dan İnanna’ya, İnanna’dan Afrodit’e gezer dururuz. Şimdilik kalın sağlıcakla.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
SICAK
Tam bir temmuz. Hava sıcaklığı 40’ları görür gibi. Rüzgâr da buna bağlı, yani karaların fazla ısınması nedeniyle öğleden sonraları deniz üzerindeki serince havanın karaya akması şeklinde esip durur. Böyle bu aralar. (Neyse ki hâlâ alıştığımız, bildiğimiz, normal diyebildiğimiz şeyler var.) Sıcağa dikkat efendim. Bir de koronaya. Maske konusunda laubalilik şu an tam bir şımarıklık. Lütfen şımaranları uyaralım. Hepimizi tehdit ettiklerini bilmeliler.
Paylaş