Paylaş
Arizona'da çekilmiş bu fotoğrafta, insanlığın ortak değerlerinden biri, dua etmek var. Foto Ismael Paramo - Unsplash
Önceki hafta sizlerle şamanlar ve Şamanizm hakkında biraz sohbet etmiştik, hatırlarsınız. Yazı içinde birkaç da Şamanizm’den kalma adetimizin üzerinde durmuştuk kısaca. Biraz oradan devam edelim ama başka yerden çıkalım bu sefer. Zaten bütün insanlık tarihi böyle değil mi? Bir konu, bir tema, bir alışkanlık insanlar arasına bir yerden giriyor, bambaşka yerlerden başka şekillere bürünmüş ama özünü bir şekilde korumuş olarak çıkıyor. Bu neredeyse hep böyle.
ÇOOK, ÇOOK!
Elbette Yahudiler de el açıp dua eder, amin derler.
Efendim malum, en eski ritüellerimizden biridir kurban. Birşeylere inanmaya başladığımız zamandan beri inandıklarımıza kurban sunuyoruz. Elbette Şamanizm de bundan ayrı değil. Şöyle bir ritüel var: Kurban olarak seçilen hayvan hangisiyse, onu dizgininden, ipinden, artık her neyse ondan tutup törenin yapılacağı yere getiren kişiye “baş tutkan kişi” denir. Bizim “kam” da, (Evet Altaylarda kam denir. Şaman sözcüğünü sadece Tunguzlar, Buryatlar ve Yakutlar kullanırlar. Biz şamanı kavram olarak isimlendiriyoruz. Ama Türk-Moğol geleneğinde adı kamdır.) kayın ağacının ince ve yapraklı dallarından bir demet yaparak kurbanın üzerinde bir yelpaze gibi sallar. (İnce dalların törende kullanılması, Avesta/Zerdüştîlik inancında da vardır, Şamanizm’le birleşince, çok daha eskilere dayandığını söylemenin yanlış bir tarafı olmaz. Fars mitolojisinde bu dal demetine “barsem”, Pehlevîce’de “barsum” denir.) Ardından kam, olmazsa olmazı davulunu ve tokmağını eline alıp büyük tanrı Ülgen’i, oğullarını ve onlara tabi ruhları çağırır. Ardından bir dizi tören ve dua gerçekleşir ve kurbanlık hayvan dualarla kesilir. Kurban eti, kemikleri kırılmadan ayrılır, işin uzmanları tarafından pişirilir. Kam, etin suyundan saçı yapar. (Saçıyı hatırlarsınız, üzerinde durmuştuk, saçmaktan geliyor, kansız kurban gibi bir şey, ilahların şerefine oraya buraya bir şey dökmek. Daha önceki sohbetimizde “darı” üzerinde durmuş, darı saçısını konuşmuş, “darısı başımıza” deyiminin köküne inmiştik.) Saçı yaparken de dua okur. Okuduğu duanın her cümlesinin ardından da “çook” diye bağırır. Buna, izleyenler de eşlik eder. İşte bu “çook”, sonraki üç büyük dinde varlığını sürdüren “amin”den başka bir şey değildir. (Bkz. Eski Türk Dini Tarihi, Abdülkadir İnan, Altınordu Y., 2017) Anlaşıldığı gibi, konumuz “amin”.
BİZİM AMİN
Her duanın sonunda “âmin” deriz. “Olmayacak duaya âmin demek” diye deyimimiz var. Ama Kuran’da bir kere bile geçmez! Kuran’da yoktur “âmin” sözcüğü. Ancak Kitâb-ı Mukaddes’te “amen” formunda bolca geçer. Yani hem Tevrat ismiyle bizde tanınan Eski Ahit’te, hem de İncil adıyla tanıdığımız Yeni Ahit’te. Arapça’da, Sami kökenli olduğu için onun akraba dili İbranicede ve Hz. İsa’nın anadili olan Aramca’da aynı amaç ve şekilde bulunması, sözcüğün ortak kökenini kanıtlar. Yani, İbranicede ayrı, Arapçada farklı şekillerde var olmuş değildir.
Çeşitli hadislerde Hz. Muhammed’in, Fatiha Suresi’nin ardından söylenmesini istediği sözcük, bizde o kadar kanıksanmış ki, bırakın sureleri, günlük dileklerimizin sonuna bile ekler olmuşuz.
KİTÂB-I MUKADDES ÖRNEKLERİ
Bakınız Eski Ahit’in farklı surelerinde nasıl geçiyor:
Sayılar 5:22. “ve lânet getiren bu su senin karnını şişirmek ve kalçalarını düşürmek için bağırsaklarına girecek. Ve kadın: Amen, amen diyecektir.”
Tesniye 27:15. “Bir sanatkârın el işi, Rabbe mekruh oyma veya dökme put yapan ve onu gizlice diken adam lanetli olsun. Ve bütün kavim cevap verip amen diyecektir.”
Nehemya 5:13. “Hem de eteğimi silktim ve dedim: Bu sözü tutmayan her adamı evinden ve işinden Allah böylece silksin; ve böyle silkilsin ve boşaltılsın. Ve bütün cemaat: Amen dediler. Rabbe hamdettiler. Ve kavm bu söze göre yaptı.”
Nehemya 8:6. “Ve Ezra büyük Allahı, Rabbi takdis etti ve bütün kavm ellerini kaldırarak, amen, amen diye cevap verdiler, ve baş iğdiler ve yere kapanıp Rabbe secde kıldılar.”
Yeremya 11:5. “Süt ve bal akan diyarı, bugün olduğu gibi onlara vermek için atalarınıza ettiğim andı pekiştireyim diye, sözümü dinleyin de size emrettiğim her şeye göre onları yapın; böylece siz bana kavm olursunuz, ben de size Allah olurum. Ve ben cevap verip: Amen ya Rab, dedim.”
1.Tarihler 16:36. “İsrail’in Allahı Rab, ezelden ebede kadar mübarek olsun. Ve bütün kavm amen dediler ve Rabbe hamdettiler.”
YENİ AHİT’TEN…
Başka da var ama durumu ve kavramı anlamak için bu kadarı yeterli sanırım. Yeni Ahit’e, yani İncil’e bakalım.
1.Korintliler 14:16. “Sadece ruhunla şükredersen, ilgi duyan konuklar senin ne söylediğini bilmediğinden, ettiğin şükran duasına nasıl ‘amen’ desin?”
2.Korintliler 1:20. “Tanrı’nın bütün vaatleri Mesih’te ‘evet’tir. Bu nedenle Tanrı’nın yüceliği için Mesihin aracılığıyla Tanrı’ya ‘amen’ diye sesleniriz.”
Esinlenme 3:14. “Laodikya’daki topluluğun meleğine yaz. Amen, sadık ve gerçek tanık…..”
Şu ana kadar ele aldığımız Kitâb-ı Mukaddes örneklerinden, amin/amen sözcüğünün, “güvenilir, emin” gibi anlamları haiz olduğu çok açık. Elbette Arapçada ve dilimizde, “kabul eyle” gibi bir anlama büründüğü de malum. “Sözcüğün kökünde böyle bir anlam olmasa da, zaman içinde yüklenmiş” demek çok doğru değil zira Eski ve Yeni Ahit’lerde gördüğümüz örneklerde de benzer anlamı içermekte.
BİR YEMİN ETTİM Kİ
Zaten, az önce de değindiğimiz gibi aynı Sami kökten gelen dillerin atası kabul edilen Proto Semitik dilin, belli ki arkaik yapısında da, yani ilk kullanılışında da bu anlamların hepsi birden var. Bu ilksel dilde (ki biliyorsunuz Sami dillerinde sesli harf yoktur, sadece sessizler vardır ve sözcüğün akışına göre sesli harf ilave edilir ve bu yüzden amen ve amin farksızdır) y-m-n kökü vardır ve bizim bildiğimiz yemin de buradan gelmektedir emin de. Aynı şekilde, emanet, iman, temin, mümin, aman, emniyet de…
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin “Âmin” maddesinde, bu y-m-n kökünün iki anlama geldiği vurgulanmakta. 1. “Sağ taraf, sağ el, bereket; yemin”; ki bu maddede yemin ederken sağ elin kaldırılması ve kutsal kitap üzerine sağ elin konulmasının, anlamın işaretle pekiştirilmesi olduğu da vurgulanmakta. 2. “Emin, inanmak, güvenmek, emin olmak.”
ETKİLENME DERKEN?
Peki İslâm Ansiklopedisi’nin yine aynı maddesinin içinde “yüzyıllarca Mısır’da ve Mısır kütür çevresinde yaşayan İbrâniler için böyle bir etkilenme gayet tabiidir” denen durum ne? Başka deyişle, İbrâniler “amen” demeye nerede, nasıl başladılar?
İbraniler, Mısır’a inançsız bir şekilde gitmedi. Gittiklerinde Kenan diyarında, yani bugünkü Filistin, Lübnan, İsrail sahili boyu ve onun hinterlandında neye inanılıyorsa, onlar da ona inanıyorlardı. Zaten Kitâb-ı Mukaddes’in çeşitli yerlerinde bunun bolca işareti var. Baal, İştar, Tammuz kültleri İbranilerin arasında devam ediyordu ve Mısır’dan çıkış sırasında da bu durum değişmiş değil. Görünen o ki, Musa ismiyle tanıdığımız bir lider, İbranileri Mısır’dan anavatanlarına götürmeye soyunuyor ve bunda inancı, motive edici bir unsur olarak kullanıyor. İbraniler de (Tevrat’ta yazılanlara göre değerlendiriyoruz şu an) “Haydi bakalım, senin ilahının dediğini yapalım” diye Musa’yı takip ediyorlar. Ancak yolda işler hiç de umdukları gibi gitmiyor. Çok zorlu bir yol izleniyor ve gerçekte, kalabalık yüründüğü için birkaç haftadan daha fazla sürmeyecek (yaklaşık 400 kilometre) Mısır-Kenan yolu tam 40 yıl sürüyor! Bu sırada İbranilerin sık sık Musa’ya baş kaldırdıklarını, “Bu mu yani senin ilahının bize yapacağı? Açız, susuz kaldık, sersefil olduk, çöllerde kaybolduk! Hani bal ve süt akan topraklar?” gibi isyan ettiklerini, Kitap’tan okuyoruz. Hatta Musa dağa çıktığında artık sabırsızlığın son evresine varan halk, erittikleri altından buzağıyı, Musa’nın kardeşi Harun’a yaptırıyor! (Tabii sonra Musa çıldırıyor.) Bu yetmiyor, Kenan’a varıp yerleştikten sonra bile halkın arasında eski inançlar devam ediyor. Yani, İbraniler öyle birdenbire “Musevî” ve tektanrıcı (monoteist) olmuyor. Dinin kendi kitabından “bile”, bu inanç değişiminin epey uzun sürdüğünü anlıyoruz.
MISIR’IN TEK TANRISI
Çıkış öncesi Mısır’da çok uzun zaman geçiren bu kavim, Mısır’daki çok sayıda gelenek ve dinsel âdeti benimsemiş durumda. Ve eğer anlatılan zamanlamalar doğruysa İbrani kavmi, Mısır’da eski çok tanrının çöpe atıldığı ve tek tanrı olan Amon’a tapınmanın başladığı, daha doğru söyleşiyle, Firavun (Mısır Kralı) Akhenaton tarafından tek tanrıcılığın başlatıldığı dönemi de yaşıyorlar. Amon’un bir diğer adı da Amen. (Bir diğer adı da Aton. Zaman içinde tüm panteonun baş tanrısı haline gelmiştir. Güneş dense de diğer inançlarla karşılaştırıldığında anlaşılır ki gerçekte Gök tanrıdır.)
Mısırlılar, tıpkı bizim bugün yaptığımız gibi ellerini yukarı kaldırıp tanrılarına dua ediyorlar ama dualarının sonunda “Amen!” diye bağırdıklarına dair bir kanıt yok. En azından şimdilik yok. Fakat başka bir şey var. Mısırlılar, hangi tanrı olursa olsun ona yakarırken, ismini duanın başında zikrederdi. Yani Amon’a yakarılacaksa, “Ey Amen! Sen şöyle büyüksün, böyle eşsizsin, bize şunu şunu sağla!” gibi bir kalıpla konuşulurdu. Ve İbrani kullanımında da sözcük, cümlenin sonunda değil, başında söylenirdi!
ÇOK İKNA EDİCİ DEĞİL
Ama bu, bana çok zorlama geliyor doğrusu. “Mısır’dan çıkıp Kenan’a vardıktan yıllar sonra bile eski inanışlarının etkisinden tam olarak kurtulmamış bir topluluk, ne diye Mısır’ın tanrısının adını bir onaylama sözcüğüne dönüştürsün ki?” diye düşünmeden edemiyorum. Zaten “Amon/Ammon” isminin anlamında “onay” veya “talep” de yok. Anlamı “gizli olan” demek. Eğer bir esinlenme varsa, şeklen olmalı ve pek çok Mısır geleneği de şeklen Musevîliğe girmiş durumda ama yine de Amen hitabı bana biraz düşündürücü geliyor. Zaten kendi içinde tartışmalı olan Museviliğin ortaya çıkışı konusu, halen bir netliğe kavuşmuş değil. Ama inananları elbette, “Nasıl çıktıysa çıktı. Önemli olan var olması ve ben ona gönülden bağlıyım” diyerek inanışlarını sürdürüyorlar haklı olarak.
Demem o ki, “amin” sözcüğünün Mısır’ın Amon’undan alındığını söylemek zor. İmkânsız mı? Hayır değil elbette. Birlikte yaşayan toplumların birbirlerinden etkilendiklerini hepimiz çok iyi biliyoruz, halen de bu etkilenmeleri bizzat yaşıyoruz. İslâm Ansiklopedisi’nin yukarıda alıntıladığım ifadesinde de bu anlatılıyor zaten. Ama durum sahiden bu mu, bilmek kolay değil. Yani ne “böyle olmuştur” demek için elimizde yeterli kanıt var ne de “böyle olmamıştır” demek için.
En iyisi iyi bir dilekle bitirelim. Bütün dualarımıza çook ve amin.
Paylaş