Paylaş
Tamam can boğazdan gelir de, dikkat etmezsek gidebilir de. Foto Gor Davtyan - Unsplash
Değerli dostlar, iki haftadır yazamadım, hatta sizlere neden yazamadığımı sosyal medyadan duyurmaya bile vaktim olmadı. Zira taşındım. Benimki gibi bir çalışma odanız varsa, normal bir ev taşınmasının çok ötesinde işiniz var demektir. Binlerce kitap ve onları taşıyan kitaplıkların yer değiştirmesi, Osmanlı’nın sefere çıkışını andırıyor diyebiliriz. Lakin emrimde çalışan binlerce kapıkulum olmadığı için işlerin çoğunu hünkâr başıma kendim yaptım! Şaka bir yana, sahiden şu anda güneşte kalmış denizanası gibi hissediyorum kendimi. Havanın sıcaklığı bir yandan, yorgunluğu bir yandan, korkunç sorumsuz taşıma şirketinin verdiği zararlar bir yandan derken, başka türlü hissetmek mümkün değil. Fakat klavyenin başına geçip tuşlara yeniden basmaya başlayınca, bir dost tesellisi bulmuş gibi oldum. Bir çeşit rehabilitasyon denebilir. Ama şimdi sizi daha fazla kendi sorunlarımla meşgul etmeyeyim de, işimize bakalım. Sözün özü, iki hafta ortalardan kayboldum, af ola.
BİRAZ YEMEK GEREK
Taşınma sürecimde kafamın meşguliyeti ve havanın sıcaklığının etkisiyle sonradan fark ettim ki çok az yemek yemişim. (Yine de kilo vermekten uzak bir durdum tabii.) Bu sırada aklıma bir atasözümüz geldi: Can boğazdan gelir. “Yaşamak için beslenmek gerekir” anlamında bir söz bu, hepimiz biliriz. Fakat “boğaz” üzerinde biraz durmak gerektiğini hissettim. Zira bu söz, sandığımızdan çok daha eskilere, farklı alışkanlıklara dayanıyor olsa gerek.
HAPŞUU! ÇOK YAŞA!
Daha önce çeşitli yazılarda üzerinde durmuştuk. İlkel insanın ölümle tanışması epey ürkütücü bir deneyimdi. İlkel insan için ölmüş biri ile yaşayan biri arasında, en azından ölüm anının hemen sonrasında, tek fark vardı: Nefes! Yaşayan nefes alıyordu, ölen ise almıyordu. O nedenle hayat ile nefes arasında doğrudan bağlantı kurduk ve tam da aynı nedenle, binlerce yıldır, hapşıran kişinin nefesinin ağzından hızla çıkması nedeniyle ölebileceği ilkel inancı ile hâlâ “çok yaşa” diyoruz! Ne olur ne olmaz değil mi? Belki de o hapşırıkla çıkıp giden, son nefestir! Acaba “can boğazdan gelir” derken, “can boğazdan çıkar gider” demek istiyor olabilir miyiz?
SÖZCÜKLERİN ANLAMLARI
Güzel düşün, güzel konuş, güzel yaşa. Amsterdam'dan bir kare. Foto Giulia May - Unsplash
Boğaz, çok anlamı olan bir sözcük. Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre “Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar”, “Şişe, güğüm vb. kaplarda ağza yakın dar bölüm”, “İki dağ arasında dar geçit”, “Yedirip içirme yükümü, iaşe”, “Yiyeceği, içeceği sağlanan kimse”, “Yeme içme”, “İki kara arasındaki dar deniz” gibi anlamları var.
“Can”a gelince… Onun anlamları daha da fazla. Fazla olması bir şey değil, çok daha derin anlamları var. Her şeyden önce Farsçadan geldiğini söyleyelim. Doğrudan “hayat” demek. Daha da doğrusu, “dirilik veren güç” anlamına geliyor. TDK sözlüğündeki ilk karşılık, bana göre tartışmaya açık: “İnsan ve hayvanlarda yaşamayı sağlayan ve ölümle vücuttan ayrılan madde dışı varlık.” Varlık mıdır değil midir, bilmiyoruz. Bilsek, zaten evrenin sırrını çözmüş olurduk. Cana “varlık” demek bence “bilgi” değil “inanç”tır. Bu açıklama, en başta konuştuğumuz gibi ilkel insanın da açıklamasıydı: Nefesle vücuttan ayrılan şey”di yaşam onun için. Nefes gidince, yaşam da giderdi. Bu da bir bilgi değil, inançtı. Olguları bilgiyle açıklamak gerekir, inançla açıklayamayız. Aksi halde dünyada birçok inanca göre birçok farklı “sözüm ona bilgi” de ortaya çıkar ve hangisinin gerçek olacağını, bilgi ve güçle değil, inancın dürtüleriyle açıklamaya çalışırız. İnternette görüyoruz şu sıralar, Evliya Çelebi’yi, “evliya” olduğu için aynı anda birçok yerde olabilen kişi olarak anlatan, Çelebi’mizin kim olduğundan zerre habersiz öğretmenler türedi. Çok tehlikeli bu durum geleceğimizin temellerine atılan birçok dinamitten biri.
TDK’nın diğer karşılıklarına bakalım. “Yaşama, hayat”, “Güç, dirilik”, “Kişi, birey”, “İnsanın kendi varlığı, özü”, “Gönül”, “Bektaşilik ve Mevlevilikte tarikat kardeşliği”, “Çok içten, sevimli, sevilen, şirin”.
BİRAZ DÜŞÜNELİM
Şimdi gelin bunların tümünü bir yana bırakalım. Eğer kendi ruhunuzla, ruhsal dünyanızla, belki felsefeyle bir nebze olsun ilgilendiyseniz, mutlaka rastlamışsınızdır: “Ağzımızdan çıkan her sözcük, hayatımızı şekillendirmekte büyük etkiye sahiptir.” Ağızdan çıkan sözlerle ilgili olarak “can boğazdan gelir” diyen atalar, şunu da söylemişler: “Boğaz, dokuz boğumdur.” Yani bir lafı etmeden önce iyice düşün taşın! Dikkat ettiyseniz, çevremizde de iyiyi, güzeli zikreden insanların hayatları çoğunlukla iyi ve güzeldir, kötülük ve zehir saçan ağızların hayatları da o sözcüklere benzerdir. Eğer konuyla hiç ilgilenmediyseniz bile, bu son söylediğimi gözlemlemişsinizdir bence.
Tüm anlamları eşleştirdiğimizde, boğaz ve ağızın çok da farklı tutulmadığını, düşünülmediğini, hatta aynı şey olarak düşünülerek fikir üretildiğini görürüz. Can yerine anlamı olan “hayat” sözcüğün kullandığımızda da “can boğazdan gelir” sözünü, “hayat ağızdan gelir” diye söyleyebiliriz. Başka deyişle, hayatı, ağız, yani söz belirler!
NASIL GÜZEL BİR AÇIKLAMA
İnanç yerine bilgi diyen biri için çelişiyor görünebilirim, farkındayım, ama inanın bizzat deneyimlemeseydim, size de aktarmazdım. Uzatmayayım. Pek çok inanç sistemi bize bunu açıklar. “Onu mu yesek, bunu mu yesek?” “Bizi kirleten yiyecekler nelerdir”, “Yemek nasıl yenmelidir” gibi Yahudi cemaat tartışmaları üzerine Hz. İsa, çok güzel bir laf eder: “İnsanı kirleten ağzına giren değildir. Ağzından çıkandır insanı kirleten.” (Matta 15) Havari Petrus, “Bize bunu açıkla” dedikten sonra da açıklar İsa: “Ağıza giren her şeyin mideye indiğini, oradan da ayakyoluna atıldığını bilmiyor musunuz? Ne var ki ağızdan çıkan, yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten de budur. Çünkü kötü düşünceler, cinayet, zina, cinsel ahlaksızlık, hırsızlık, yalan tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten bunlardır. Yıkanmamış ellerle yemek yemek insanı kirletmez.”
İNANÇLAR UYARIYOR ZATEN
Ne kadar güzel bir açıklamadır bu. Her türlü yalanı, iftirayı, ahlaksızlığı düşün ve zikret, sona ufak tefek teknik detaylarla insanları yargıla! Var mı böyle bolluk? Varsa nerede?
Kuran’da da pek çok yerde güzel söz söylemek gerektiği üzerinde durulur. Sadece bir örnek: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar.” (İsra, 53)
Buraya kadar konuştuklarımızı bence en güzel toparlayan ise Mevlânâ olmuş:
“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
Geriye kalan et ve kemiksin,
Gül düşünür gülistan olursun,
Diken düşünür dikenlik olursun.”
İlk tek tanrılı dinin kurucusu kabul edilen Zerdüşt’e atfedilen şu söz de bugün farklı inançlara sahip milyarlarca insanın bildiği (ama keşke uygulayabildiği olsa) bir yaşam ilkesidir: “Güzel düşün, güzel konuş, güzel yaşa!”
ŞU BİZİM BOĞAZLAR VE MARMARA
Dünyanın en güzel ama sahiden de en güzel noktalarından biridir İstanbul Boğazı'nın bu noktası. Foto Sertaç Serdar.
Boğaz sözcüğünün bir diğer anlamı da iki kara arasındaki dar denizdi malum ve biz Türkiye’de bunu çok iyi biliriz. İstanbul ve Çanakkale boğazları ile Karadeniz’i Ege ve Akdeniz’e bağlayan Marmara’nın kıyılarında yaşayan, uygarlığını Anadolu’da ilk bu topraklarda, bu kıyılarda kuran bizler, boğazlardan gelen hayatı, nasıl da elbirliğiyle yok ettiğimizi gördük. Dünyanın tüm kıyıları tek devlete ait yegane içdenizi olan, bereketiyle herkese parmak ısırtan, çeşitliliği ve ürünlerinin lezzetiyle gıpta ettiren Marmara Denizi’ni öldürdük, bitirdik, topuğuna değil kafasına sıktık, müsilaja teslim ettik. Marmara’nın çevresi, çok gurur duyduğumuz Osmanlı kentleri ile dolu. Bursa, Edirne, İznik ve tabii ki İstanbul. Gurur duyduğumuz bir geçmişimiz var da bugünü ne yapacağız? Gelecek kuşaklar bugüne dönüp baktıklarında ne düşünecekler? Bu kirliliğin önünü kesmezsek, birkaç yıl aralıksız bir temizlik seferberliği ilan etmezsek Marmara, sadece kötü koku üreten bir lağım çukuru haline dönecek. Dönecek demeyelim, çoktan döndü de, belki kurtarılabilir. Yani can boğazdan gelebilir. Ama unutmayalım ki, gidebilir de!
YEMEK GÜZEL DE…
Evet dostlar, yaşamak için beslenmek gerek ama bence “can boğazdan gelir” sözü çok daha derin, çok daha fazla boyuta sahip. Bu arada, beslenmenin dozunu kaçırmak da ayrı dert, o durumda can boğazdan gidebilir de! Hele bu yaz sıcaklarında… Beslenmenin de, düşünce ve sözün de dengelisi, iyisi, güzeli bizlerle olsun.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
EH, SICAK!
Yılın sıcak zamanlarındayız. Haliyle epey sıcak. Ama bence bugün Güney Marmara’da esen poyrazın tadını çıkartmalı. Yarın hafifleyecek ama yine de biraz yardımı dokunacak fakat pazar günü lodosa dönünce hepimize kök söktürecek bir hava beklemek sürpriz olmaz. Sanırım bunaltıcı olacak. Neyse ki sulu sulu karpuzlar var yardıma koşan. Sağlıcakla kalın.
Paylaş