Bizi birleştiren okyanus

Kültürler birbirlerine dille bağlanır. Dil ayırmaz, birleştirir. Ama siz, birleşmek değil de ayrılmak için yanıp tutuşuyorsanız, kimsenin yapabileceği bir şey olmaz. Nereden baktığınıza bağlı. Tıpkı denizler gibi. Ayırır mı, birleştirir mi? Tarih bunun yanıtını çoktan verdi. 

Haberin Devamı

Bizi birleştiren okyanus

Bilgelik okyanusundan yararlanmak, biraz da bakış açımızla ilgili. Foto Joshua Woroniecki -Unsplash

Jetsun Jamphel Ngawang Lobsang Yeshe Tenzin Gyatso’yu, kısaca Tenzin Gyatso’yu hiç duydunuz mu? Tibet keşişlerinin yoluna, yöntemine yakın olanlar/hissedenler arasında duymuş olma ihtimali yüksek birileri olabilir ama genel olarak kimsenin duyduğunu sanmıyorum, duyulmuş olsa bile unutulurdu. Bana söylense, bir kulağımdan girerken, aceleyle diğerinden çıkıyor olurdu kuşkusuz çünkü zihnimizin alışık olduğu türden bir isim değil. Peki soruyu biraz değiştirerek sorayım: Dalai Lama’yı duydunuz mu? Duydunuz değil mi? En azından yeryüzünün önemli ruhanî liderlerinden biri ve Tibet Budizmi’nin mevcut en yüksek mertebedeki kişisi olduğunu pek çok kişi duymuştur. 

Haberin Devamı

BİLGELİK OKYANUSU

Konumuz Budizm değil lakin özel isim değil, bir mertebenin adı olan Dalai Lama’nın üzerinde biraz durabiliriz. Lama, Tibet dilinde “blama”dan gelir ve anlamı, “usta, guru”dur. Tibetçeye nasıl girdi, ne zaman girdi bilinmez ama “dalai (dalay da yazılabilir)” sözcüğü Moğolcadır ve anlamı, “okyanus”tur. Elbette okyanusların büyüklüğüne atfen, “büyük, yüce, ulu” gibi anlamlara da gelebilir ama burada sözcüğün tam karşılığı, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde okyanus tercih edilmiştir. Ama kişi adı olarak, “büyük usta” anlamına gelmez, “Bilgelik Okyanusu” anlamına gelir. 

DALAY, TALAY, TALUY… 

Bizi birleştiren okyanus

Bu ne kibir böyle... Her birimiz okyanusta bir damla iken... Foto Corey Serravite - Unsplash

Okyanus veya çok büyük deniz, hemen bütün kültürlerin “yaratılış” mitlerinde bir şekilde vardır. Hatta Orta Asya’da yaşarken nehir ve gölden başka büyük su birikintisi görmemiş Türklerin mitlerinde bile vardır. Bunu tekrarlamayacağız, ilgilenenler için yakın tarihli bir yazımı hatırlatayım: Başlangıçta sadece su vardı | Tayfun TİMOÇİN | Köşe Yazıları (hurriyet.com.tr)Tibet Budizmi’nin içine, Moğolca “okyanus” sözcüğünün girişi büyük olasılıkla toplumsal hareketler aracılığıyla gerçekleşti. Biliyorsunuz, Moğollar Türk müdür, ayrılar mıdır, aynı kavimden mi türemişlerdir gibi tartışmalar halen devam etmekte. Moğolcada “dalay” olan kelimenin Türk diline “talay”, sonra da nedense değişerek “taluy” olarak girdiğini biliyoruz. Yaratılış mitlerinde de başlangıçta sadece “taluy” vardır Orta Asya Türk inanışında. Çünkü insanın en başından beri bilebileceği, aklını erdirebileceği en büyük, sonsuz gibi duran iki şeyden biridir okyanus/deniz. Diğeri de göktür malum. Geçen hafta bolca konuşmuştuk bu konuda. 

Haberin Devamı

TALUYKA KİCİG TEGMEDİM

Büyük olasılıkla Göktürkler Çin Denizi’ne doğru ilerledikleri sırada kazanılmış bir sözcük bu “taluy”. Nitekim Göktürk Kağanı, “Taluyka kicig tegmedim” demiştir. Yani, “Okyanusa azıcık değmedim”, “okyanusa varamadım, biraz bile yaklaşamadım” anlamında. İsminde “taluy” geçen Türk han-kağan aile üyeleri vardır. Ancak Cengiz Han’ın oğullarından birinin adı “toluy”dur. (Kimi kaynaklarda “Tuluy” diye de geçer.) Taluy değil. Toluy ise “ayna” anlamına gelir. Sözcüklerin bu kadar birbirine benzemesi, neredeyse sesteş olmaları, insanların, dünyanın neresinde olursa olsun çok ama çok eski zamanlarda kendi yansımalarını suda görmüş olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Su, insanın ilk aynasıdır. Suda yansımasını görüp kendisine âşık olan ve bu nedenle narsisizme adını veren Hellen mitolojik figürü Narkissos çok ünlüdür. Başka mitolojilerde de benzerleri var ama bu, başka bir yazının konusu. 

Haberin Devamı

HELLEN OKEANOSU, KİMİN OKEANOSU?

Bizi birleştiren okyanus

'Dört kitabın mânâsı, budur eğer var ise.' Foto Ahmed Yaaniu -Unsplash

Hellenler demişken… Yunan mitolojisinde de yaratılışta bolca su vardır. Birkaç hafta önceki bir yazıda, Toprak Ana Gaia’nın çocuklarından birinin, bütün toprağı saran dev su kütlesi olduğu üzerinde kısaca konuşmuştuk. Bu çocuğun adı “Okeanos”tur. Yani bildiğimiz okyanus. Biz, okyanus sözcüğünün dilimize Hellen dilindeki bu sözcükten geçtiğini biliriz ama Hellenler (Yunanlar) kendi dillerine nereden geldiğini bilmezler. Etimoloji sözlükleri, okeanos sözcüğünün orijininin bilinmediğini, muhtemelen, Yunan yaratılış mitini kaleme alan Hesiodos’un başının altından çıktığını yazarlar. Oysa Hesiodos, bu mitleri “yazmıştır”. Yani ortada yazı diye bir şey vardır (mitler yazılmadan çok önce de vardırlar) ve Yunan yazısı, daha önce defalarca konuştuğumuz gibi, doğudan, Fenikeli denizciler vasıtasıyla Hellenlere ulaşmıştır. Tıpkı kültürel anlamda pek çok şeyin ulaştığı gibi. Bu, Yunanların hiçbir şeyi özgün değildir anlamına elbette gelmez ama kültürlerin birbirlerinden etkilendiklerini, inanç sistemlerinin asırlar ve hatta binyıllar içinde nasıl da binlerce kilometreye yayıldığını bu sayfada çokça zaten gördük. Etkilenmek veya bir şeyleri “almak”tan söz edeceksek… Türkler de dünyaya İslam diniyle gelmediler, binlerce yıl Şamanizmle yaşadılar, batıya göç hareketi sırasında İran’da tanıştılar İslam’la. Bugün Anadolu, kendine özgü tasavvuf anlayışı ile İslam âlemine dâhil diyebileceğimiz diğer ülkelerin çoğundan açık ara farklıdır ve muazzam bir hoşgörü iklimine -her şeye rağmen- evsahipliği yapmaktadır. Ulustaşı olmaktan gurur duyduğumuz Yunus Emre, devleşmiş örneklerden biridir. “Sen sana ne sanırsan / Ayrığa da onu san / Dört kitabın mânâsı / Budur eğer var ise” Yunus Emre, Cahit Öztelli, Özgür Yay.Dağ., 3. Baskı, İstanbul 1986, s.130 diyen biriyle aynı havayı solumak bile onurdur benim için. “Kendin için ne istiyorsan, başkaları için de onu iste. Dört kitabın bir anlamı varsa o da budur.” Bundan güzel hoşgörü, bundan doğru barış ifadesi olur mu? Ama ne yazık ki bu güzeller güzeli konuyu da ardımızda bırakıp, okyanusumuza dönmek durumundayız. Hoşça kal Yunus Emre. 

Haberin Devamı

DİL AYIRMAZ, BİRLEŞTİRİR

Öncelikle şunu hatırlayalım ki, kültürler birbirlerine dille bağlanır. Dil ayırmaz, birleştirir. Ama siz, birleşmek değil de ayrılmak, ayrıştırmak, ötekileştirmek için yanıp tutuşuyorsanız, kimsenin yapabileceği bir şey olmaz. (Nereden baktığımıza bağlı. Tıpkı denizler gibi. Ayırır mı, birleştirir mi? Tarih bunun yanıtını çoktan verdi.)  “Okeanos”un orijininin bilinmediğini düşünenler için hemen söyleyelim o halde. Okeanos sözcüğü, Arapça “kamus” sözcüğünden gelir! Arapça “kamus” da, okyanus demektir. Biliyorum inanması güç ama doğru. İnanmakta ısrarla zorlananlarımız varsa birazdan yeni güçlükler ortaya koyacağımızı da belirtelim, hiç olmazsa bünyelerini alıştırırlar.

Haberin Devamı

İLK ARAPÇA KİTAP KUR’AN

Arapça, geçmişine dair yazılı kaynak çok az olduğu için, düşlediğimiz derinlikte incelenemiyor. Çünkü Arapça dilinin ilk kitabı Kur’an’dır. Yanlış okumadınız. Kur’an’dan önce yazılmış herhangi bir Arapça kitap yoktur. Birkaç yazıt, birkaç kaya üstü soyağacı, hepsi bu. Arapça, İslam’la birlikte yayılıp eser vermeye başlayan bir dil. Bu nedenle daha öncesi, 3000 yıllık bir kültüre evsahipliği yapıyor olsa da, ancak sınırlı yan kaynaklarla incelenebiliyor. Bu anlamda Tim Mackintosh-Smith’in Yapı Kredi Yayınları’ndan Nurettin Elhüseyni çevirisiyle çıkan “Araplar” adlı kitabını hararetle öneririm, çok değerli bir kaynak. Zaten bu yazıda sizlere aktardığım bilgilerin bir kısmı, -başka kaynaklardan teyit etmek kaydıyla- bu kitaptan. (Hiçbir bilgiyi başka kaynaklardan teyit etmeden yayımlamadığımı belirtmek isterim.) 

SÖZCÜKLER OKYANUSU

Bizi birleştiren okyanus

Dil, kültürleri birleştirir, ayırmaz. Foto Darwin Vegher - Unsplash

Arapça “kamus” okyanus demek, bunu öğrendik ama kamusun bir anlamı daha var. O da “sözlük”. Bence Arapçanın derinliğidir bu. Arapça, seversiniz sevmezsiniz ayrı, şiirselliği ve zenginliği inkâr edilemeyecek bir dildir. Zaten asırlar boyunca şiirle ayakta kalmış, sözlü olarak aktarılıp geliştirilmiş bir dildir. Sözlük… Okyanus… Ne kadar güzel bir örtüşmedir bu, hayranlığımı gizleyemeyeceğim. Zaten kültürleri birleştiren dil, hangi milletten olursa olsun insanların bir şekilde, çat pat da olsa birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlıyorsa, koca okyanustan başka neye benzetilebilirdi ki? Sözcüklerin bir okyanus oluşturduğunu düşünmek, derinlik değildir de nedir? İşte bu kamus, Türk dilindeki “taluy/talay” ile aynı şey. Türkçedeki taluy da Moğol dilindeki “dalay”. Şimdi biz Türkçede “dalmak “diyoruz ya mesela; veya dalgıç… Bunların hepsi denize dalmakla ilgili. İşte “dalmak”taki kök olan “dal” da Moğolcanın (belki de Türkçenin) “dalay”ından geliyor. Moğolcadaki dalay, Türkçedeki talay, ister inanın ister inanmayın, Yunancada deniz/okyanus anlamına gelen “thalatta/thalassa” sözcüklerine kadar uzanmış. Trafiğin doğudan batıya değil de batıdan doğuya olabileceğini söyleyen yazarlar da var. Olabilirlik konusunda itirazım yok ama olmuşluk üzerinde durmak gerek. Yazının olmadığı zamanlarda kültürlerin sözlü aktarımının nasıl işlediğini kestirmek mümkün değil. Yine de aşağıda vereceğim örnek veya bu sayfanın tamamı, bazı ipuçları vermiyor değil. Zaten güzel olan da bu değil mi? Kim nereden esinlendiyse esinlendi… Binlerce kilometre, farklı uluslar, farklı coğrafyalar ama aynı kelimeler… Daha ne olsun?

KALEMİN ANLATTIKLARI

Yıllar önce kalamar-kalem arasındaki ilişkiyi bir yazımda ele almıştım, hatırlayanlarınız olabilir. Okumak isteyenler için şuraya linkini bırakayım. Doğanın yazı işleri müdürü! | Tayfun TİMOÇİN | Köşe Yazıları (hurriyet.com.tr) Arapça kalem sözcüğünün Yunanca “kalam”a dönüşmesi, bunun bugün Yunancada “kamış” anlamına gelen “kalami” halini alması, oradan “kalamar”ın ortaya çıkması inanılır gibi değil ama tam olarak da öyle. “Hayır efendim, Yunancadan Arapçaya geçmiştir” diye iddia edenler olabilir. Eğer Hint dilinin eski formu Sanskrit’te, “yazı yazmaya yarayan kamış” anlamına gelen sözcük “kalamah” olmasaydı, bu iddiayı biraz daha derin araştırmak gerekebilirdi. Ama koskoca bir Asya ve alt kıtasından söz ederken, aynı anlam için aynı ses çıkartılıyorsa, kimse kusura bakmasın, olasılık hesapları bile bu iddiayı doğrulamakta yetersiz kalır. 

BARIŞIN ANAHTARI BELLİ
Bunlar gibi çok örnek var ama sayfayı şişirmenin de anlamı yok. Tibet’ten Yunan’a, Arapçadan Sanskrite, Türkçeden Moğolcaya… Bir tek kavram üzerinde dururken bile binlerce kilometreyi kat ediyorsak, varın siz düşünün dilin birleştiriciliğini. Sözcükler okyanusunda, yani kamusta, birbirimizi ötekileştirip kendimizi ayrıştırmaya çabalamaktan yorulmadık mı? Okyanuslar, (daha önce bir yazıda ele almıştım) ayrı ayrı isimlendirilirler. Denizler de öyle. Ama yeryüzündeki bütün su kütlesi, aslında tektir. Ayrı isimlendirilmeleri, bize coğrafi tanımlamalarda kolaylık olsun diyedir. Bütün denizler birbiriyle birleşik tek su kütlesidir. Biz insanlar ise, suyun sahip olmadığı dile, bilgiye, yaşanmışlıklara, acılara, sevinçlere ve akla gelen gelmeyen binlerce şeye rağmen bunu başaramıyoruz bir türlü. Oysa, bu koca evrende barışın, mutluluğun anahtarını yedi asır önce biricik Yunus Emre’miz vermiş: “Kendin için ne istersen, başkaları için de onu iste.” Bu konuda biraz düşünceye “dalmanın” tam sırasıdır.

Yazarın Tüm Yazıları