Paylaş
Güzelim Venüs ya da Lucifer ya da Fosfor ya da Zühre ya da Nahid. Foto Zoltan Tasi - Unsplash
Geçtiğimiz hafta “Suç ve Ceza” başlıklı yazıda, “ceza olmasaydı, kaçımız suç kabul edilen eylemlerden uzak dururduk?” gibi bir soruyla iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarının üzerinde tartışmıştık kısaca. Bu hafta “kötü”nün odak noktası, bazen de günah keçisi “şeytan” üzerine ama farklı bir yaklaşımda bulunalım. Zira şeytan çok geniş bir başlık, onlarca yazı, ciltlerce kitap haline gelebilecek bir detaylar bütün.
Aslında bu konudaki çalışmam çok önceye dayanır ve geçen haftaki yazının devamı olmasını istediğim detayları da çok önceden kenara not almıştım, haftalık bir gazetede sevdiğim ve saydığım bir yazar da farklı bir açıdan ve tamamen bilimsel olarak benim detaylarıma epey yaklaşınca doğrusu önce biraz çekindim; eski meslek hastalığıdır, birisi bir şeyi sizden önce yazarsa, sizi atlatmış olabilir. Neyse ki o yazının şeytanla, kötülükle falan ilgisi yoktu, benim yazımda bilim olsa bile edebiyat daha çoktu, bu durumda endişe edecek bir şey de yoktu. (Mitoloji de, dinsel metinler de edebiyattır tabii.)
ASLINDA HEP FARKINDAYIZ
Kötülük ve cehennem denince ilk akla gelen kuşkusuz şeytan oluyor. Kötü olan her şeyle ilişkilendirilen şeytanın, mesela kumar oynayanlara “Hadi şeytanın bol olsun” denmesi ile ilişkilendirilmesi, kuşkusuz hem kumarın hem de şeytanın kötü olarak algılanmasından kaynaklanan bir şey. Geçen yazıda değindiğimiz gibi, kötü, hem de çok kötü bir şey yapanların, mesela tecavüzcülerin, katillerin, sapıkların, yakayı ele verdiklerinde, “Şeytana uydum” demeleri aynı türden. Sadece bu paragrafta anlatılanlar bile bizim, yaptığımız şeylerin ne kadar kötü olduğunun farkında olduğumuzu ortaya açıklıkla koyuyor.
ŞEYTANA MI UYDUN?
Son zamanlarda iyice ayyuka çıkan bir sapıklık olarak, cep telefonu ile sözüm ona çaktırmadan kadınların fotoğrafını, videosunu çekenleri siz de sosyal medyada görüyorsunuzdur. İçlerinde Türkçe bilenleri de söylüyor “şeytana uyduklarını”! Ama sorsan, çoğu “elhamdülillah…” diye kendilerini tanıtmaya başlarlar ve sonrasında da şeytanı tanımlamalarını istesen, kadın kılığında insanın karşısına çıktığından dem vururlar! (Bu arada “ayyuka çıkmak” deyimindeki ayyuk, aslında Capella adı verilen ve eskiden “Keçi Yıldızı” olarak bilinen gökcisminin adı. Bir zamanlar gökyüzünün en yüksek yeri, göğün en yüksek katındaki yıldız olarak bilinirmiş de o nedenle ayyuka çıkmaktan söz edilirmiş. Bir parantez arası bilgi olarak dursun burada.)
YAP YAP, ŞEYTANA YAMA! OH NE ÂLÂ!
Gustave Dore'nin, Milton'un Kayıp Cennet adlı kitabı için yaptığı Lucifer çizimi. 19. yüzyıl.
Demem o ki, içimizdeki kötülüğü şeytana yamamaya çalışmak aslında zavallılık. Bir de tanıdık bir tarihsel örnek vereyim. Macellan’ı duymayanımız yok. Dünyanın çevresini dolaşan ilk denizci diye bilinir ama yanlış bir tanımlamadır bu; davası ve projesi dünyanın çevresini dolaşır ama ne yazık ki kendisi yolda ölür, yani turu bizzat tamamlayamaz. Neyse… Macellan Portekizli. Projesi için Portekiz Kralı Manuel’in karşısına defalarca çıkar ama Kral Manuel, doğru bir benzetmeyle Macellan’ı açıkça sallamaz. Tıpkı babası II.Joao’nun Kristof Kolomb’u sallamadığı gibi! Halbuki o sırada İspanya Kolomb sayesinde almış yürümüş, koskoca bir kıtaya konmuş, Portekiz ise Hindistan’la ticarettedir ve bunun yeteceğini sanmaktadır. Macellan dener olmaz, dener olmaz! Ama kararlıdır, “madem öyle” der ve tıpkı kısa süre önce Kolomb’un yaptığı gibi gider İspanya’ya. Portekiz’in vermediğini İspanya verir ve İspanya Kralı 1. Carlos, destekler Macellan’ı. (Kolomb ve Macellan, Portekiz’in beyin göçüdür. Değerlendirilmeyen değerler, gider başka diyarlarda değere değer katarlar.)
Macellan’ın operasyonu duyulunca Portekiz’i alır bir telaş. Manuel, “Gidin ikna edip getirin şunu yahu” falan der ama Macellan kulak asmaz. “Geçti Bor’un pazarı” diye bir türkü tutturmuş olabilir! Bunun üzerine Portekiz saray tarihçisi Joao de Barros, şöyle yazar kayıtlara: “Şeytan her zaman, kalkıştıkları işlerde kaybolup gitsinler diye insanların ruhlarını şeytani işlere sürüklediği için, bu sefer de Ferdinand Macellan’ın Kralından soğuyup yolunu şaşırmasına yol açtı.” Sen adamı elinden kaçır ve hatta bunun için çaba harca, sonra da şeytana uymakla suçla! İnandık mı?..
O DA İÇİMİZDE
Ortada hoşa gitmeyen ne varsa, şeytana yüklemek, adeta refleks halinde. Kötülük yapıyorum, yakalandığımda şeytana uyduğumu söylüyorum. Peki yakalanmasam, yine de şeytanla yaptığım işbirliğini ifşa eder miydim? Hadi canım!
Kötülük, dışarıdan bünyemize, ruhumuza ithal ettiğimiz bir şey değil, zaten içimizde var veya orada şekilleniyor. Kötülüklerimizden, suçlarımızdan, başımıza gelenlerden, talihsizliklerimizden vs. bizim dışımızda bir sorumlu (çoğunlukla) yok, başka bir suçlu aramak da ne yasalar karşısında ne de vicdanımıza yönelik olarak bir işe yaramıyor; zaten beyhude bir çaba. İçimizde kötü olan birşeyler zaten var. Bilim insanlarına göre, tarihöncesi zamanlarımızdan, mağaralarda yaşadığımız zamanlardan kalma şeyler bunlar ve aslında korunmaya yönelik. Yani, kötülüğün kaynağı, büyük oranda korkular. İnsan, fark ettiği kötülüğünü yok edebildiği, iyileştirebildiği oranda insan.
HEP Mİ ŞEYTAN YANİ?..
Otobüste bir kadını taciz eden ahlaksız, yavru kedileri sopayla döve döve öldüren ergen (kim bilir o nasıl dayak yiyor bir yerlerde), yanından geçen masum köpeği tekmeleyen adam, havaalanı görevlisine kendini ispat etmeye çalışan kadın, 6 milyon Yahudi’yi yakan Hitler ve daha milyonlarca örnek… Şeytan mı yaptırdı bu kötülüklerin tümünü? Kesin olan şu ki, şeytanı tanımak istediğimizde (dinsel referansları bir yana bıraktığımızda) yapabileceğimiz tek şey, kötü insanları ve insanlar tarafından yapılan kötülüklere bakmak. Fakat biz bugün bunu yapmayacak, şeytanın simgeselliği üzerinde duracağız.
DÜŞMÜŞ MELEK
Şeytan, çok ama çok eski bir geleneğin ortaya koyduğu bir kavram ve isim. Bugün o kadar eskilere gitmeye vaktimiz/yerimiz yok. Ama dikkat çeken bir “olaylar zinciri” ile biraz yaklaşabiliriz o geçmişe. Olaylar zinciri derken, yazılan, okunan, anlatılanların ne kadarı tarihsel, ne kadarı hayal gücü ürünü bilmek mümkün değil ama J.B.Russell’in yazdığı gibi, “bir kavram, ne olduğu düşünülüyorsa odur.” (Jeffrey Burton Russell, Şeytan, Panama Yay., 2020, s.53)
İslâm geleneğinde Âdem’e secde etmeyi reddettiği, önceki geleneklerde de Âdem ile Havva’yı kandırdığı için Cennet’ten kovulan Şeytan/İblis, elbette yeryüzüne iner. İnsan cenneti hep “yukarıda/gökte” kabul ettiği için, gökten kovulmak da, “gökten düşmek” anlamına gelir. Gökten düşen, haliyle yeryüzüne, yani yere düşer.
İnsan, binlerce yıldır gökyüzünü izleyerek edindiği deneyimle, gökten hep ışıklı şeylerin düştüğünü bilmektedir. Göktaşları atmosferden içeri yanarak girer ve ışık çıkarır. (Tabii bunu o vakitler kimse bilmediği için, onlara yıldız diyor, hareketlerine de yıldız kayması adı veriliyordu.)
SEHERİN PARLAYAN OĞLU
Yahudiliğin kutsal kitabının İşaya bölümünde şöyle bir yer var: “Ey parlak yıldız, seherin oğlu, göklerden nasıl düştün! Sen ki milletleri devirirdin, nasıl yere yıkıldın!” (14:12) Her kutsal metin gibi burada da okuyana farklı şeyler düşündüren, farklı anlamları olabilecek bir ifade bu. “Ey parlak yıldız, seherin oğlu” ifadesi, İbranî dilinde, “Helel ben shahar” diye geçer ve “seherin parlak(ya da parlayan) oğlu” diye tam tercüme edilir. “Ben shahar”, “seherin oğlu” demek, İbranca shahar, bizim dilimize Arapçadan gelen “seher”, “ben” de “bin, ibn” gibi, oğlu demek. Helel ise aslında “ışıma/parlama” anlamlarına gelir, Akkadca “ellu” kaynaklıdır ve dilimize de “hilal” olarak geçmiştir. Ama alıntıladığımız metinde “parlak(yıldız)” olarak tanımlanmış. “Seherin oğlu parlak yıldız.”
ÇOBAN YILDIZI
Seher vakti gökteki tüm güzellere vurulmamak elde değil. (Kazbek Dağı, Gürcistan) Foto Iman Gozal - Unsplash
Seher, haliyle sabahın, güneş doğmadan önceki bölümüne verilen ad. (Sahur da oradan gelir.) Şimdi düşünelim. Seher vaktinde parlayan ne olabilir? Elbette Venüs gezegeni! Venüs’ün kadınlarla kurulmuş ilişkisini daha önce birkaç yazıda ele almıştık, tekrarlamayalım. Biz “sabah yıldızı” ve “Çoban Yıldızı” deriz Venüs’e. (Kenan diyarının kadim uygarlığı Ugarit’te en önemli tanrı El’in oğullarıdır Shahar (Sabah Yıldızı) ve Shalim (Akşam Yıldızı) adlı iki kardeş. İnsanlık sonradan anladı ikisi de meğer aynı gezegen, yani Venüs’müş. (Farsça adlarından biri de Nahid’dir Venüs’ün.)
Sabahları gün doğmadan önce ortaya çıktığı için, İbranca “helel”i, Grekler (Yunanlar) Phosphoros (bildiğimiz fosfor), Latinler de Lux (ışık) ve ferer (getirmek/taşımak) sözcüklerini birleştirip “ışık getiren” anlamında “Lucifer” olarak adlandırmışlar. Yani bugün Hollywood yapımı korku filmlerinde şeytan yerine Lucifer deyip dururlar ya, işte o aslında Venüs!
CİNSİYETİNİ BİLE DEĞİŞTİRDİK
İran minyatüründe ud çalan Zühre.
Ardından, Tevrat metninde “gökten düştüğü” için (ve aslında buraya almayacağımız başka sebeplerle) bu Seher’in oğlu, şeytanla özdeşleştirilmiş. Latinceye Lucifer diye çevrilen Venüs ise garibim, şeytanın adı oluvermiş. Gelin görün ki, kötülükle özdeşleştirilen Venüs, Yahudi-Hristiyan kültüründe yoğun olarak kadına dönüşmüş ve kadının, şeytanca işlerin merkezi haline gelmesine sebep olmuş! İslâm mitolojisinde kimi zaman erkek, kimi zaman kadındır ama “çalgıcı” olduğu, neşeyi, dansı, eğlence ve sevgiyi sembolize ettiği için kadınsı özellikler gösterdiği, neticede kadın olduğu çoğunlukla kabul edilir. İsmi de Zühre’dir.
Yakındoğu’nun İnanna’sı, İştar’ı, Aştarte’si, Grek’in Afrodit’i ve sonradan Roma uygarlığı sırasında Venüs’ü, hep aynı şeydi ama hayatına “erkek” olarak başlamıştı. “Erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten” gibi bir laf var ya, kanmayın. Erkek, içindeki kötülüklerin sorumlusu olarak kadını ilan ettikten sonra değişti Venüs’ün erkekliği. Yani, sırf biz günahlarımız için başka bir sorumlu bulalım diye, koskoca gezegenin cinsiyetini (o da hayalî tabii ama neyse) bile değiştirdik. O halde gelin tekrarlayalım: İçimizdeki kötülüğü şeytana yamamaya çalışmak büyük zavallılıktır. Kötüye kötü denir, bahane aramaya gerek yok.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
ÇOK SICAK DEĞİL
Hafta sonu boyunca orta kuvvette esecek poyraz ve Marmara’nın çevresindeki bulutlar, kavurucu sıcaklarda olmadığımızı işaret ediyor. 24-25 derece azami gündüz sıcaklıkları ile keyiflice bir hafta sonu olacağını sanıyorum. Bir yolunu bulup temiz havanın tadını çıkartmak hepimize iyi gelecektir. Kalın sağlıcakla.
Paylaş