Biraz roman havası

Çingeneler, bin yılın ve çok sayıda kültürün izini taşıyor. Onlardan öğrenecek çok şey var.

Haberin Devamı

Biraz roman havası

Kendilerine has yaşam biçimleri eğlenceli ve barışçıldır Romanların.

Ayı oynatıcıları vardı eskiden. Burnundan zincirlenmiş bir ayı ve elinde tef ile baston taşıyan bir ayıcı, sokak sokak dolaşır, birlikte gösteri yaparlar, bahşiş toplarlardı. Ayılar, bayağı dans eder, göbek atarlardı. Ayı ile ayıcı, birlikte bir şey ifade ederlerdi. İkisinin birleşimiydi gösteri, hiçbiri tek başına anlam taşımazdı. Ne ayının performansı ayıcıya ne ayıcınınki ayıya üstündü. Ekipti onlar. Mevsimlerle birlikte ayılar da değişirdi, ayıcılar da. Ancak bir ortak yanları vardı, ince uzun yüzlü ve fazlaca esmerdi ayıcılar ve farklı insanlar olsalar bile ayılara söyledikleri şarkıları neredeyse aynıydı. Küçükken, onların bir tek Türkiye’de olduklarını zannederdim.Gün boyu sokaktan, seyyar arabalarda birşeyler satanlar geçerdi, her yerde olduğu gibi. Kulağımda hâlâ, “Seleee vaaar, sepeet vaaar” diyen kadın sesini. Nerede duysam tanırım. İşte o sele-sepet satan kadınlarla ayıcılar bir şekilde birbirlerine benzerlerdi. İnce, esmer… Kilolu olsalar bile bakışlarında bir incelik her zaman vardı. Farklılardı diğer satıcılardan. Mesela yoğurtçudan, dondurmacıdan, bicibiciciden…  Kimdi onlar?

Haberin Devamı

AYILAR İYİLEŞTİ. YA AYICILAR?

Biraz roman havası

1970'lerde Bulgaristan'da çekilmiş bir ayı ve oynatıcısı.

Büyümeye başlayınca onların kim olduklarını öğrendim. Meğer ayıcılar ve dans eden ayılar Avrupa’nın tamamında ve Asya’da da varmış. Ama sonra ayılar toplandı, rehabilitasyon merkezlerine kondu, esaret ve hunhar eğitim sürecinde gördükleri zulmü unutsunlar diye tedavi edilip ardından doğaya salındılar. Ayıcılık yasaklanınca, tek bildiği iş ayıcılık olanlara ne oldu, onları da rehabilite ettiler mi, bilmiyorum. Ama bazen, onlara benzeyen birilerine rastlıyorum. Sele-sepet falan da eskisi kadar kullanılmıyor artık. Plastik teknolojisindeki gelişmeler, hatta akışı değişen ev hayatımız, seleleri, sepetleri pek de gerekli kılmıyor. En azından şehirlerde böyle. Sepetçi de görmüyorum artık pek. Ama onlara benzeyenlere rastlıyorum bazen. Sahi… Kim bu Çingeneler?

Haberin Devamı

ÇİNGENE DE OLUR, ROMAN DA

Biraz roman havası

1933'te yapılan ve 1971'de Dünya Roman Kongresi'nde kabul edilen Roman Bayrağı.

Bir kere çingene demek ayıp falan değil. Bir ara moda olmuştu, “Çingene denmez, Roman demeli” gibi laflar ediliyordu. Ne ilgisi var? Bütün dünyada her iki sözcük türevleriyle de anılmaktalar. Neden ayıp olsun, isimleri bu! Önemli olan niyet. Eskimo ayıp bir laf mı? Arktik bölgede yaşayan bir kavmin adı. Ama siz tutup, “Seni gidi Eskimo dölü!” diye laf ederseniz, sizin niyetiniz kötü olduğu için sözcük de kötü bir şeymiş gibi çıkar ağızdan. Bu, Çingenelerin öyküsüdür. Aslında, bin yıldan daha uzun zaman önce bilinen dünyanın en doğusundan ve en batısından yola çıkanların birlikte oluşturdukları, çok kendine has, çok sıradışı bir öykü. 

Haberin Devamı

PUŞKİN’DEN DİNLEYELİM ÖNCE

Rus edebiyatının kurucusu kabul edilen Puşkin’e kulak verelim:
“Çingeneler gürültülü yığınlarıyla
Besarabya kırlarında göç ediyorlar. 
Bugün bir su yamacında obalarıyla
Onlar harap çergelerde geceliyorlar. 
Özgürlük gibi, konakları sevinç dolu
Ve barışçıl uykuları gökler altında;
Yarım asılı kilimlerle örtülü
Arabaların tekerleri arasında
Yanıyor ateş. Bir aile ocağın yanında
Akşam aşını pişiriyor.
Yüzünde çayırın
Otlanıyor atlar.
Çergenin ardında
Açıkta yatıyor evcil bir ayı.” (Puşkin, Bakır Atlı, Ç.: Azer Yaran; Cumhuriyet Kitap)
(Besarabya: Moldova’nın eski adı. Çerge: Derme çatma Çingene veya göçebe çadırı.)
Aslında bu uzayıp giden epik bir şiir. Adı “Çingeneler.” Puşkin (1799-1837) şiirinde Çingenelerin hem göçebeliğine, hem fakirliğine, hem de mesela ayıcılığına değinmiş. Olduğu gibi anlatmış Çingeneleri. Devamı çok daha güzel. Bulup okumanızı hararetle öneririm. 19. yüzyılın başında yaşamış Rus Puşkin, Moldova’daki ayıcı gezgin Çingenelerden söz ettiğine göre, bu kavim (veya topluluk) çok daha eskilere dayanıyor olmalı. Üstelik, sandığımızdan çok daha geniş bir coğrafyada yaşıyor olmalılar.

Haberin Devamı

KADINLARI KIZMIŞ OLMALI

Artık biliniyor ki Çingeneler, Hindistan’ın kuzeybatı bölgelerinden -ki bugünkü Pakistan dolayları diyebiliriz buraya kabaca fakat Delhi dolaylarının da dâhil olduğu söylenir- MS 1000’den önce, yaklaşık 800-900 yıllarında yola çıkmış bir topluluk. Britannica “Kafkas ırklarından” der. Kendilerine Roman veya Romani derler çünkü Hintçe ile kökteş özgün dillerinde “Rom”, “erkek ve koca” demek. Yani Romanlar, erkekler oluyor. Tıpkı kendilerine “Alleman” diyen Gotlar gibi. Alle+man, bizim dilimize girmiş haliyle Alman, yani baştan başa erkek! (Kadınları bu duruma ne diyordu bilmiyorum.) Ama konumuz Almanlar değil, Romanlar. 

ÇIGAN MÜZİĞİ DENİR YA HANİ…

Haberin Devamı

Biraz roman havası

20'nci yüzyıl başlarında Ukrayna'da çingeneler.

Bir bölümü İran ve Ermenistan üzerinden Anadolu’ya, bir bölümü kuzeye hareket edip Moldova, Ukrayna ve Romanya’ya varan Çingeneler, zamanla, mesela 1000 dolaylarında Ege’nin diğer tarafına geçmeye başlamışlar. Hep göç etmişler, sınır tanımamışlar, özgürlüklerine (Puşkin’in de söz ettiği gibi) düşkün olmuş ve öyle de kalmışlar. Bizim dilimizdeki “çingene” sözcüğünün kökeni için iki kaynak var. Biri, eski Türkçede, Orhan Yazıtları’nda örneği bulunan, “fakir, yoksul” anlamındaki “çıgan” sözcüğü. Bu, bana da çok mantıklı geliyor doğrusu. Aynı anlama gelen bir de Farsça “çingâna” sözcüğü var. Bunların ortak bir atadan türedikleri (tıpkı canlılar gibi) sanki çok belirgin. Zira sözcüğün Rusçası da “tsyganskiy”. Okunuşu, çıganski. Yani Asya’da yaşayan bir “çıgan” kökeninin varlığı açık.Türkçedeki sözcük için ikinci teori ise, “çeng çalan kimse” anlamına gelen “çengâne”den geldiğine yönelik ama bu teori, Orhan Yazıtları’ndaki çıgan ile Rusçadaki çıganskiyi açıklayamıyor zira çeng çalan kimse için “-ng” sesleri vazgeçilmez gibi görünüyor ve hatta Rusçada çeng aynen geçiyor, “seng” diye okunuyor. 

GELELİM GYPSY SÖZCÜĞÜNE

Şunu düşünebilirsiniz: Peki Batı dillerindeki Çingene karşılığı olan “gypsy” sözcüğü nasıl doğmuş o halde? Bu, ilginç bir yolculuk ve tamamen ses taklidine dayalı bir dil macerası. Tabii dilin macerası varsa, dili kullanan kavmin de macerası var demektir. Anlatalım. Efendim, Hindistan’dan kopup Batı’ya doğru yayılan Çingenelerin kimi, sayfadaki haritadan da göreceğiniz gibi Mısır’a doğru yol almış. Talihin bir cilvesi olarak Batılılar, ihtimal Haçlı Seferleri sırasında rastlamış Çingenelere ama Almanya’nın kuzey ormanlarından çıkıp hiç bilmediği bir coğrafyada, daha önce hiç karşılaşmadığı bir havayla ve topografyayla karşılaşan bir Alman, ya da bir Fransız, hatta bir İngiliz nasıl anlasın kim Mısır’ın yerlisi yani Kıptî, kim Hind’den gelmiş Çingene! 

KIPTİ ASLINDA MISIRLI

Bu “Kıpti” sözcüğü, bugün bile bazı yerlerde Çingeneler için kullanılır ama Kıptî, aslında Mısırlı demektir ve Mısır’ın Yunancası Aigyptos da buradan gelmektedir. Şimdi, Batı dillerine Egyptian olarak geçen ve “icipşın” veya ülkesine göre “ecipsian” okunan sözcüğün içindeki “cips” size göz kırpmadı mı? İşte cipsi okunan “Gypsy” tam olarak o ses. Ama mesela Fransızlar, “Mısırlı” demek için kullandıkları sözcüğün içindeki “cipsi” sesinin yerine, neden “jitan” okunan Gitan sözcüğünü kullanıyorlar? (Tabii bu sözcük sadece Fransızlarda değil, başka Batılı milletlerde de var.) O da seslerin değişiminden başka bir şey değil aslında. Bazı etimoloji kaynakları, aradaki bağlantının çok açık olmadığını söylerler. Kusura bakmasınlar, çıgan sözcüğünü, bizim ağzımızdan çıkan haliyle bir Fransız’a söyletmeye çalışın bakalım, ne duyacaksınız. Ya da çingene sözcüğünü İtalyan’dan duymaya çalışalım. (İtalyancası zingara.) Her millet, lisan kuralları, ağız ve dil yapısına göre telaffuz eder sözcükleri. Daha önce burada konuşmuştuk, çay ile tea aslında aynı sesin dağılmış halleri, hatırladınız mı? Onun gibi. Benzer binlerce örnek vermek mümkün. 

AVRUPA’NIN YERLİSİ 

Gelelim başka bir konuya. (En başta söylemiştik hatırlayınız lütfen, bilinen dünyanın en batısı tarafı var işin bir de.) Avrupa içlerinde de pek çok Çingene topluluğu var ama bazıları hiç de bizdekilere benzemiyor. Daha açık tenliler, hatta sarışınları bile var aralarında. Nasıl oluyor bu? İşte burası da konunun “Batılı” tarafı. Efendim, gelecek hafta detaylı konuşacağımız Keltleri duymuşsunuzdur. Keltler, Ta İngiltere ve İrlanda’da yaşayan, bütün Avrupa’da var olan, Romalılara kafa tutan, sonra durmadan göç ederek yayılan ve Anadolu’ya gelip yerleşen bir halktır Keltler. Yunanca Keltoi, Latince Caltae denir bu kavme ve bulundukları yere göre de isim alırlar. Anadolu’da bildiğimiz adları Galatlardır, Sezar’a kafa tutan Galyalılardır, Prens Charles’ın sorumlu olduğu Galler bölgesi insanlarıdır vs. Bunların hepsi, aynı Keltlerdir. Elbette, Türklerin Orta Asya’dan göç ederken farklı boylar halinde dağılmaları gibi, Keltlerin de farklı boyları vardır. 

BOİ’LERİN MEMLEKETİ

Biraz roman havası

Genel Roman göçleri

Bunların “Boi” denen boyu, Orta Avrupa’da, bugün Çek Cumhuriyeti olarak bildiğimiz toprakların içinde bir bölgede epey yayılır ve yerleşirler. Onların isminden gelir Bohemya! Yerleşmiş olsalar da bir bölümü göç etmeyi sürdürür ve bir daha geri dönmemeyi düşünürler. Bunlara Tolisto-Boi denir, yani bir daha geri dönmemek üzere yola çıkan Boiler. Ama dönerler! Önemli bir kısımları döner ama Mısırla, Çingenelerle ve Kıptilerle karışmışlardır. Bohemya’ya dönen, Hindistan’dan ayrılanlar kadar esmer olmayan, daha melez hatta epey açık tenli Çingeneler olan Bohemyalılar, işte bu Avrupalı-Çingene melezi halktır. “Bohem hayatı sürmek” lafı da, onun için biraz gezgin, biraz tasasız olmak, paraya çok dayalı olmayan bir hayattan zevk almak anlamına gelir. Ve sırf bu nedenle kimi Ortaçağ kaynaklarında “Bohemien” denilen halklar, işte o Çingenelerdir. 

ÖĞRENECEĞİMİZ ŞEYLER ÇOK

Biraz roman havası

Tarih boyunca çok da iyi muamele görmedikleri açık. Burası St. Denis. Paris yakınları. Çingene kulübeleri.

Gezginliklerinden, son döneme kadar hiç vazgeçmemiş özgürlük düşkünü Çingeneler, gittikleri yerlerde genel olarak kabul görmediler. Şehir dışlarında, surun hemen dışında kamp kurmalarına izin verildi ancak. İstanbul’da “Surdibi” diye bir yer, bu yüzden vardı! Yerleşik düzene geçemedikleri, karakterleri ve özgür ruhları buna izin vermediği için de haliyle kalıcı mesleklere sahip değillerdi. Göçebelerin yapabileceği ne varsa hepsini yaptılar: Sepetçilik, ayıcılık, kalaycılık, sirkçilik, falcılık, şifacılık… Öyle çok ayrımcılığa maruz kaldılar ki, siz de hatırlarsınız belki, eskiden, “Çok uzaklaşma Çingeneler çalar seni” diye korkuturlardı çocukları. Ben hiç Çingenelerin çocuk çaldığını duymadım, görmedim, bilmedim. Ne büyük ayrımcılık, ne büyük kötüleme! Halbuki onlar, bin yıllık bir tarihin mirasçıları. Dünyanın yarısını ayak izleriyle mühürlemiş, her kültürle bağ kurmuş insanlar. Doğuştan müzisyenler ve dünya çapında yaratıcılıkları haizler. Onlardan öğrenebilecek çok şey olduğuna inanıyorum. Özgürlük gibi, bitmeyen neşe gibi, hayata pozitif bakabilmek gibi. Ama belki en başta “onlar ve biz” dememeyi öğrenebiliriz.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

LODOSLU VE KURU

Az da olsa kar yağması güzel. Hem de çok güzel. Toprağın suya hasreti büyümüştü zira. Bu hafta sonu bol güneşli havalar, biraz ılıtacak ortalığı. Hele pazar günü iyice bir ılıklık hissedilecek. Tabii böyle havalardan sonra rüzgâr bir anda kuzeye dönüp kar vs. getirir diye biliriz, bakalım bu sıcak havadan sonra da yaşanacak mı bu. Şimdilik, önümüzdeki birkaç günün, önümüzdeki hafta da dâhil olmak üzere yağışı az ve ılık geçeceğini söylemekle yetinelim. Sağlığımız ve neşemiz yerinde olsun da…

Yazarın Tüm Yazıları