Antika şey şu demokrasi

Demokrasinin ortaya çıkış adresini Yunan’a gösterenler hata ederler. Çünkü kayıtlı demokrasi, Yunan uygarlığından neredeyse iki kat eskidir!

Haberin Devamı

Antika şey şu demokrasi

Günümüz parlamentolarının temeli, 5 bin yıl önce Sümer'de atıldı. Foto Hansjorg Keller - Unsplash

Demokrasiyi, yani halkın kendi temsilcileri tarafından yönetilmesi sistemini Batı, uzun zamandır Antik Yunan’a dayandırırdı. Tıpkı kendi kültürünü dayandırdığı gibi. Düşünsel sistemlerinin hepsinin Yunan uygarlığıyla başladığını zanneder, öyle yazarlardı tarihlerini. Artık onlar da bu eski ve boş iddiayı terk ediyorlar, hatta çoktan ettiler. Çünkü demokrasi denen şey, insan eseri uygarlıkla birlikte, Antik Yunan’dan çok gerilere, henüz ortada bir Helen kavramının, olgusunun, varlığının olmadığı zamanlara dayanıyor. Bu sayfayı takip edenler, nereye dayandığını çoktan tahmin ettiler bile.

Haberin Devamı

Antika şey şu demokrasi

Parlamenter demokrasi, Yunan veya Roma kökenli değil, Sümer kökenlidir. Ama Yunan ve Roma'ya bağlamak, Batı'nın çok hoşlandığı bir tavırdır.

BİZE YİNE MEZOPOTAMYA’NIN YOLLARI…

Çok ama çok önemli olduğu kadar meşhur da olan Gılgamış Destanı’nı duymayan yoktur. Önemi, hem bize uygarlığın doğum yeri Sümer’deki günlük hayata dair bilgiler vermesinden, ama çok daha ötesinde, hepimizin ortak hafızasında yer alan dehşetli Nuh Tufanı’nın kayıtlı/yazılı ilk anlatısının içinde yer almasından gelir.
Aslında Gılgamış (G-ilga-mes: “Atası kahraman olan”) tarihte var olmuş gerçek bir kral. Sümer’in, yani Aşağı Mezopotamya’nın Uruk isimli kentinin ilk krallarından biri. Bunu söyleyince açıklanması gereken bir noktayı atlamayalım. Sümerler, tarihin ilk büyük uygarlığıdır ve bugün dünyada uygarlık adına ne biliyorsak başlangıcı orasıdır. Orası neresi? Dediğimiz gibi Mezopotamya’nın güneyi. Yani Anadolu’muzdan doğan Fırat ve Dicle’yi aşağı doğru takip edin, onların Basra Körfezi’nde denize dökülmeye yaklaştığı verimli, sulak, hatta biraz da bataklık bölge, nereden ve nasıl geldikleri bilinmeyen (ama çeşitli tahminlerde bulunulan) fakat kesinlikle “Sami olmayan” Sümerlerin yaşadığı yer. Sayfada bir haritasını bulacaksınız. İnsanlığın pek çok “ilk”i orada yatar. Doğrusunu söylemek gerekirse, bazı şeylerin orada ilk olup olmadığı çok net değil ama ilk kez onlar kayda geçirdikleri, çünkü yazıyı buldukları için ilk kabul ediyoruz. Ama yazı gibi bazı başka ve çok önemli şeylerin ilk kez Sümer’de ortaya çıktığı ise kesin.

Haberin Devamı

HİÇBİR TOPLULUK ORTADAN KALKMAZ

Antika şey şu demokrasi

Sümer'de kral, danışarak hizmet ediyor

Bütün bu görkemine, tapınaklarına, yasalarla korunmuş şehir yaşamlarına, bugün bile akıl erdiremediğimiz sanatlarına, müzikle dopdolu muazzam hayatlarına rağmen, hiçbir zaman bir “Sümer Devleti” olmadı. Bir çatı ya da bayrak altında yaşamadı Sümerler. Ayrı ayrı kent devletleri halindeydiler. Hepsi Sümer’di ama birleşik değillerdi. O kentleri daha sonra Sami kavimleri bir araya getirdi, ortaya tarihin bildiği ilk imparatorluk olan Akkadlar çıktı. Kimi tarihçiler Sümerlerin Akkadlar geldikten sonra ortadan kaybolduklarını söyler ama böyle bir şey mümkün değil. Sadece devletleri bitti. Basitçe asimile oldular. Çünkü kimse “ortadan kaybolmaz”. Örneğin, Hititler yok olmadı, yaşamlarına MÖ 1200’lerden sonra kâh Assurlular, kâh Frigler, kâh Urartular vs. egemenliği altında devam ettiler. Hâlâ da yaşıyorlar Anadolu’da. Özellikle İç Anadolu Bölgesi’nden vatandaşlarımız arasında mutlaka torunları var. Türkler geldiğinde Anadolu’daki Rumlar kaybolmadı, Türk egemenliği altında yaşamaya devam ettiler. Selçuklu sona erdiğinde Türkler ortadan kaybolmadı, önce beyliklerin bayrakları altında, sonra Osmanlı, şimdi de Türkiye Cumhuriyeti altında yaşamımızı sürdürdük. Geçelim.

Haberin Devamı

ASLINDA GICIK BİRİ

Efendim bu Kral Gılgamış, sevilmiş veya takdir görmüş olmalı ki ölümünden sonra hayatı destanlaştırıldı, hayal gücüyle yoğurulmuş bir destanda olağanüstü işler yaptığı anlatıldı. Çivi yazısıyla yazılmış Sümer kil tabletleri bize çok şey anlatıyor. Fakat Gılgamış Destanı’nda kral, güçlü, kaba, bizim bugünkü değer yargılarımıza ters işler yapan biridir. Mesela uzak bir diyarda sedir ağaçlarını koruyan Humbaba isimli bir canavar vardır. Canavar derler ama garibin yaptığı sadece ağaçları korumaktır. Bir taraftan bakınca melek, öbür taraftan bakınca canavar! Kimin nasıl bir gözle baktığına bağlı. Gılgamış, destandaki yoldaşı Enkidu ile gidip Humbaba’yı öldürür, bir dolu ağaç keserler, hem de bunu böbürlene böbürlene anlatırlar birbirlerine, “Aman da ne kadar kocaman ağaçlar kestik” diye, ve o ağaçları Fırat üzerinden evlerine taşırlar. Eve dönünce tanrıça İştar, Gılgamış’a âşık olur, “Gel benim kocam ol” der, tıpkı bizim komedi filmlerindeki gibi Gılgamış “De get kadın!” deyip reddeder güzeller güzeli ve kudretli tanrıça İştar’ı (biraz da aptal herhalde), tanrıça da Gılgamış ve arkadaşının üzerine kutsal Gök Boğası’nı salar ama bunlar boğayı da öldürür! Aşağı yukarı böyledir. Tufan kısmı ise daha ilginçtir, ölümsüzlük otunun yerini öğrenmek için sonradan Nuh olarak adlandırılacak Utnapiştim’e gider uzun bir yolculuktan sonra. Utnapiştim otun yerini söyler, bu arada uzun uzun tufanı da anlatır. Kahramanımız gider bulur ama serinlemek için gölde yüzerken bir yılan gelip otu yer, Gılgamış avucunu yalar!

Haberin Devamı

GERÇEK BİR KRALIN VARACAĞI NOKTA

Tarihsel gerçek bir karakter olarak Gılgamış’ı ise yine başka tabletlerden öğreniriz. Hem Sümer Kralları Listesi’nde vardır adı, hem de yaşadığı/yaşattığı bir savaşı anlatan başka bir tablette. En başta dediğimiz gibi Sümer şehirleri ayrı ayrı devletçiklerdi. Gılgamış, Uruk kentinin kralıydı. O zamanlar pek büyük bir kent değil anlaşılan ki, yakın kentlerden Kiş’in Kralı Agga (adam tam ağa), Uruk Kralı Gılgamış’a elçi gönderip, “Benim egemenliğimi tanımazsan savaşarak kentini yerle bir ederim” der. Gılgamış, önce kentinin “İhtiyarlar Meclisi”ni toplar ve onlara danışır. Ama Gılgamış genç ve fevri olduğu için boyun eğmekten değil savaşmaktan yana tavrını koyar. Fakat İhtiyarlar Meclisi, eh ihtiyarlar tabii, görmüş geçirmişler, savaşın büyük sıkıntılar yarattığını çok iyi bilirler, “Boyun eğelim, Kiş’in egemenliği altında yaşayalım, ne olacak sanki. Yeter ki yaşayalım” derler. Bu kararı beğenmeyen Gılgamış, bu kez ikinci meclis/alt kamara olan “Savaşçılar Meclisi”ni toplar. Savaşçılar Meclisi ise haliyle ve son derece doğal olarak savaş ister. Bu, tam da Gılgamış’ın peşinde koştuğu şeydir. Savaş çıkar. Tabletler kırık olduğu için tam olarak olayın nasıl geliştiğini bilmiyoruz ama sonuçta Agga ile Gılgamış uzlaşırlar. Uzlaşı şart tabii. Uzlaşmasalardı, biz bugün Gılgamış Destanı bilmezdik muhtemelen.
Bu pasaj bize kişinin, kral da olsa danışmak, fikir almak zorunda olduğu iki kademeli meclisin varlığını kanıtlar. Bu, yaklaşık 5 bin yıl öncenin (Gılgamış’ın yaşadığı tahmin edilen dönem, MÖ 2900 civarıdır) demokrasisidir. Kral, tek başına “Haydi savaşa!” diyemez o dönemde. Şimdi aklınıza şu gelebilir: “Bir tek tabletten mi demokratik iki kademeli meclisi anladık yani?” Elbette hayır. Tevrat da bunun ayrı bir belgesini sunar bize.

Haberin Devamı

SÜLEYMAN’IN OĞLUNUN BAŞINA GELENLER

Antika şey şu demokrasi

Rehoboam Kocamış Adamlar'a danışıyor ama fikirlerini beğenmediğini küstahça belirtiyor. Sanatçı Hans Holbein.

Hepimizin çok iyi tanıdığı ve İslam geleneğinde Süleyman Peygamber olarak tanınan Kral Süleyman’ın dönemine gidiyoruz şimdi. Süleyman, Tanrı’nın buyruğu olan, “Onların arasına girmeyeceksiniz, onlar da sizin aranıza girmeyecekler, çünkü mutlaka yüreğinizi kendi ilahlarının ardınca saptıracaklardır” (1.Krallar, 11/2) sözüne karşı gelir ve yasaklı kavimlerden kendine bol bol eş alır. Moabiler, Ammonîler, Saydalılar ve Hititler’den. Hatta eşleri arasında bir de firavun kızı vardır. İşte Ammonlu (Ammonî) eşlerinden birinden olma oğullarından birinin adı da Rehoboam’dır (Rehovam). Rehoboam (hükümdarlığı MÖ 922 – 915. Önce Birinci İsrail Krallığı, bölünmeden sonra Yahuda Krallığı) kral olunca, İsrail halkı ona gelir ve “Baban boyunduruğumuzu çetin kıldı; babanın çetin hizmetini ve üzerimize koyduğu ağır boyunduruğunu şimdi sen hafiflet, sana kulluk ederiz” der. (1. Krallar, 12) Türkçesi, “Baban bizi mahvetti, gel şu vergileri falan azalt.”
Bunun üzerine Rehoboam, “kocamış adamlara” yani Yaşlılar Meclisi’ne danışır. “Nasıl cevap verelim bunlara?” diye sorar. Görmüş geçirmiş, huzurun ve uzlaşının kıymetini bilen “kocamış adamlar şöyle yanıt verir: “Eğer bugün sen bu kavme kul olursan, onlara kulluk edersen, onlara cevap verir iyi sözler söylersen, daima sana kul kalırlar.” Fakat genç Rehoboam beğenmez bu yanıtı. Gidip “Genç Adamlar”a danışır (İkinci Meclis). “Bu kavme nasıl cevap vereyim?” diye sorar. “Kendisi ile birlikte büyümüş olan genç adamlar” ona şu yanıtı verir: “Şöyle diyeceksin: Benim küçük parmağım babamın belinden kalındır. Ve şimdi, babam üzerinize ağır boyunduruk yükletti ise ben boyunduruğunuzun üzerine katacağım; babam sizi kamçılarla tedip etti (terbiye etti, haddinizi bildirdi) fakat ben sizi akreplerle tedip edeceğim.” Olur mu öyle şey, demeyiniz. Olmuş işte. Ama sonra ne olmuş biliyor musunuz? Bütün İsrail halkı ayaklanmış ve Rehoboam kaçmış! Kaçar.

KOCAMIŞLARIN DERSİ

Kocamış Adamlar meclisinin söyledikleri de ayrıca dikkat çekicidir. Kralın halka kulluk etmesinden söz ediyorlar. Daha Türkçesiyle, yöneticinin, halkının emrinde olduğunu hatırlatıyorlar. Günümüzün gelişmiş demokrasilerinde de aynı söylem vardır, yönetici “efendi” değil, “hizmet eden”dir. “Kul” sözünü böyle anlamalı.
Daha önceki yazılarda söyleşmiştik: Uygarlık Mezopotamya’dan başlayıp Akdeniz’e ilerledi, Kenan diyarında yaşayan Fenikelilerin öncülüğünde ve elbette Bereketli Hilal’den Anadolu’ya giren diğer kavimlerin sayesinde dünyaya yayıldı. Hani, “Sümer nereeee, İsrail Krallığı nere?” diye akla gelebilir diye hatırlatayım dedim.

HAFIZA-İ BEŞER

Demem o ki dostlar, demokrasi öyküsü Yunanistan’dan falan başlamıyor. Yunan demokrasisi, bütün bu olaylardan asırlar sonra sivrilir. Mutlaka aksi örnekler de bol ama insan ırkı, bir kralın kafasına göre hareket etmemesi için meclisler oluşturalı beş bin yıl kadar oluyor. Olayı sadece 2500-2750 yıl önce ortaya çıkmış Yunan (Helen) uygarlığına dayandırmak büyük hata olur. Okumazsak unuturuz. Zira “hafıza-i beşer, nisyan ile ma’lûldür.” Yani insan hafızasının hastalığı unutkanlıktır.

 

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

YÜKSEK BASINÇ SOĞUĞU
Marmara’nın üzerindeki yüksek basınç, üşümemize neden oluyor. Bu durum bir süre daha böyle devam edecek gibi. Cumartesi günü Marmara’nın doğusu için biraz yağış beklenebilir. Yükseklerde kar olasılığı var elbette. Rüzgâr ise biraz güneyden biraz kuzeyden, pek kararlı olmayan, şiddetini de arttırmayan şekilde dolanıp duruyor. Sağlıkla kalınız.

Yazarın Tüm Yazıları