Paylaş
O ilk ağlamadan, ilk nefesten önceki 9 aylık süreçte, bir pıhtının ilk hareketi bu yaşa dahil olmalı belki de.
Her insanın 'kalp atış ritmini' nasıl hissettiğinin; onun yaşam biçimini, duygularını, refleks ve tepkilerini biçimlendirdiğine inanırım.
İşi yaratıcılık ve yoruma dayanan sanatçılarda, bu fiziksel ve ruhsal ritmin hayata yansımasını gözlemlemek oldukça kolay.
Özellikle sahne sanatlarıyla uğraşan bir sanatçının, -aynı eseri defalarca yorumlasa da- performansının günden güne farklılıklar göstermesi; duyguların farklı yoğurulması ve hissedilen ritmin değişkenliği ile doğru orantılı. Çünkü içsel süreçlerle şekillenen ritim ve tempo, eseri yönlendirir.
Ritim eseri yorumlamada farklılık yaratır
Elbette eserlerin kendine has değişmez ritimleri vardır. Metronomların bize söylediği vuruşların önünden gitmek, arkasından koşmak ya da tam üstünde seyretmek profesyonel dansın en önemli anahtarları arasında.
Her ne kadar konservatuvar aşamasında sanatçı adayına bu disiplin yüklense de, profesyonel yaşamın ustalık bölümlerine doğru bu değeri kullanabilmek ve sahnede onunla daha fazla yaşayabilmek yeteneği öne çıkıyor.
Ritim anlayışındaki farklılıkları Tchaikovsky'nin en bilinen ve sevilen eserleri üzerinden örneklendirebiliriz. 'Kuğu Gölü'nün özellikle 3. ve 4. perdelerinde, eseri yorumlayan dansçılar ritmin hemen arkasından gelirken, 'Uyuyan Güzel'de temponun yoğunluğu dansçıları tam üzerinde taşır. 'Fındıkkıran'da ise dansçılar ritmin bir adım önünden koşup eseri sürükler.
Eseri yorumlama hızından bahsediyorum.
Bu hız, az önce saydıklarım dahil tüm eserlerde, kendi içinde de bir hayli farklılık gösterebilir. Bir eserin baştan sona bu anlayışla akıtılacağını söylemiyorum. Ancak her eserin kendi iç temposunun nasıl ayarlanması gerektiği, yorumlama tekniği açısından en önem verilen kriterler arasında. Bu bakış açısı klasik bale repertuarına yansıtılırsa, koreograf ya da repetitörler için belirli eserler konusunda uzmanlaşma alanları doğduğu görülür.
Değişim kaçınılmaz
Gelelim müzikle desteklenen yaratıcılık ve yorumlamaya...
Yeni akademik çalışma ve tekniklerin, eserlerin yeniden yapılandırılmasında güncel formlar oluşturduğu bir gerçek.
Bale özelinde konuşursak; 'ekol' konumundaki ülkeler klasik yapının bozulmasını, bir anlamda 'deforme' olmasını asla kabul etmezler. Ancak yeni dünya düzeni; vücut hızının arttığı ve teknik kapasiteye dayalı yeni bir çalışma formu ortaya koymamızı bekliyor.
Bu nedenle Amerika ve Küba’da bu yapıya uygun yeni teknikler doğdu. Kimine göre bu 'deformasyon’ yerini ‘formasyona' doğru götürdü ve kendisini zamanla kabul ettirdi.
Özetle bu yeni danstaki vücut hızı, eserlerin yeniden şekillenmelerini sağladı. 50-60 yıl önce sahnelenen bir eser, bugün bambaşka bir anlayışla yorumlanabiliyor.
Müzikal anlayıştaki gelişmeler de 'ritim ve tempo'daki bu yorum farklılaşmasını kaçınılmaz kılıyor.
Nitekim, klasik eserlere adım ve figürlerle ilk olarak hayat veren koreografların yanı sıra notalarla ruh katan kompozitörlerin, bugün yaşasalar kendi eserlerini tanıyamayacakları bile iddia ediliyor. Ama bir gerçek var ki ‘Değişimden Kaçamayız’…
Yorum farklılıkları ve yaratıcılık birbirini kamçılar
Yaratıcılıklarına ivme kazandırmak için bu değişim sürecinden faydalananlar yok değil.
Klasik yapıları daha da kırarak matematiğini farklılaştırma, kuralları farklı niteliklerle oluşturma niyetinde olan yeni arayışlara birçok örnek var. Özellikle müziğin dans ile kullanımını, alışılagelen düzenden farklı uygulayan yaratıcılar, son 20-25 yılda bir hayli arttı.
Benim de çalışma fırsatı bulduğum Angelin Preljocaj bu yaklaşımın öncüsü sayılan koreograflardan. Duyguların yükseldiği müzikal anlarda ritmi azaltan ya da sıradanlaştıran, yine beklenmedik anlarda müziğe zıt bir tavırla ritmi ve dolayısıyla duyguları yükselten çalışmaları var.
Bir diğer koreograf Mats Ek de ritim ve duygularla 'puzzle' gibi oynayarak, birçok klasik başyapıtı özgün formlarla sahneliyor.
Başyapıtlar, koreograf ve kompozitör ritmi birlikte çalışınca doğar
Elbette ki yaratıcılar eserlerini ortaya koyarken kullanmak istedikleri müziğin kendilerine hangi duyguyu verdiğini bulmaya ve onun üzerinde çalışmaya önem verirler. Ancak anlatım yolu şekil aldıkça, müziğin salt dinlendiğinde oluşturduğu duygu, yerini başka bir duygu algısına bırakabilir.
Bir eseri sahneye koyma sürecinin başında, müzik herhangi bir nota olmaksızın görselle birleştiğinde, yapı değiştirircesine farklı bir doku oluşur. Koreograf, müziği sahiplendiği o ilk aşamada, bir nevi laboratuvar ortamında neşterleme süreci başlatır. Müziğin kendi içinde hangi ölçüde bölüneceği ve konunun hangi derinlikte işleneceği gibi detaylar koreografların masa başında aldıkları kararlardır çoğu zaman.
Dansçılarla buluşmadan önce bu taslaklar doğru bir çalışmayla şekillendirilir. Uygulama için stüdyoya girildiğinde, topluluğun yapısı ve dansçıların yeteneğine göre hareket formları üzerinde çalışılır. Düşünülenin tersine koreografik iskelet oluşturulduktan ve eser masa başında ortaya çıktıktan sonra repetitörlerin çalışma aşaması başlar. 'Temizlik provaları' dediğimiz detay provalardan sonra, müziğin verdiği duygu yoğunluğu ile eser yeni bir boyut kazanmış olarak karşımıza çıkar.
Özellikle 18. yüzyılda bale eserlerinin ortaya çıkmasında koreograflar ile kompozitörlerin yan yana çalışmaları, bugün başyapıt olarak andığımız eserleri ortaya çıkarmıştır.
Ne var ki günümüz sanat ortamı, gelişen teknolojiden nasibini alabiliyor. Müziğin kaydedilerek koreografla paylaşılması, koreografın seçim şansını fazlasıyla arttırsa da beraber yaratabilme olgusunu ne yazık ki unutturuyor.
Elbette ki bir müziği bulup kayıt okuyucusundan tekrarını dinlemek son derece pratik. Fakat eserin hem koreografik hem de müzikal anlamda geliştiğine tanıklık etmenin, bale gibi kolektif bir sanat dalında, yaratıcılığı çok daha yükseklere taşıyacağına inanıyorum.
Fiziksel ve duygusal ritmin en iyi şekilde esere yansıması ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Paylaş