Paylaş
Bunun en önemli sebebi, kişilerin eğitim yaşamlarında kendi yetenekleri doğrultusunda yönlendirilip teşvik edilmemeleri. Nitekim küçük yaşlarda meslekler hakkında onların anlayabilecekleri düzeyde bilgi aktarıldığına pek şahit olmadım.
80’li yıllarda çocuklarımıza sorulduğunda doktor ya da öğretmen olmak istediklerini hatırlıyorum. Öte yandan, Fransa’da yaşadığım dönemde yapılan bir ankette çocukların ilk sırada Jacques Cousteau’nun ekibinde çalışmak, ikinci sırada palyaço olmak istediklerini de hatırlıyorum.
Şimdilerde ise şarkıcı, dizi oyuncusu, futbolcu olmak istediklerini tahmin ediyorum. Elbette bunlar da saygın meslekler ancak yelpaze bu kadar darsa ve asıl motivasyon maddi kazanç, ün gibi unsurlarsa durup biraz düşünmek gerekiyor.
Tam da bu noktada bahsini etmek istediğim sosyal bir akım ya da modaist bir süreç değil, devamlılığını sağlamamız gereken güçlü bir akademik yapı.
Güçlü akademik yapı neden mi önemli?
Üniversite söyleşilerinde çoğu kez son sınıfların bile -ki bu öğrenciler çok yakında okudukları branşlar konusunda uzman olarak anılacaklar- kendi mesleklerini sürdürme konusunda tereddüt yaşadıklarını gözlemledim.
Kaldı ki lise çağlarına inildiğinde bu derin bir konu olmaktan çıkıyor, “zaman gösterecek” söyleminin ötesine geçemiyor.
Peki ya sonrası?.. Çoğu kez hüsran ve mutsuzluk.
Sanat Eğitiminde Biz Ne Yapıyoruz?
Eğitim süreçleri, meslek seçimi ve sevgisi açısından bir başka gözlemimi daha aktarmadan edemeyeceğim.
Yukarıda bahsettiğim yanlış motivasyonla seçilen meslekler ve kafa karışıklığı gibi durumların neredeyse hiç yaşanmadığı bir alan var: Sanat eğitimi.
Çünkü sanat çok insani yönlerimize hitap ediyor. Öyle ki kaç yaşında olunursa olunsun yaratıcı dinamikleri harekete geçiriyor ve kendine âşık ediyor.
Sanatın çocuklar tarafından sevilmesi hiç zor değil. Özellikle küçük yaşta sanat eğitimi alındığında iç disiplinin ve yaratıcılığın körüklendiği bir form ortaya çıkıyor. Bireyin hayatını nasıl sürdüreceği, hangi mesleği seçeceği ve daha birçok konudaki kafa karışıklığı bertaraf edilmiş oluyor.
Kısacası her şey onları koruyan, bilgilerini ilk günkü heyecanla aktarabilen, eğlencenin tadını çıkarıp disiplini de hatırlatabilen bir rehberin onları büyülü sanat dünyasına davetiyle başlıyor.
Dolayısıyla mesleği tanıtıp sevdirecek tüm yapıyı içeren bu rehberin hazırlanması, içeriğinin her an canlı tutulması gerekiyor. Bunu yaparken çocukların çok kısa zaman aralıklarıyla geliştiklerinin, değiştiklerinin farkına varmak; algı ve algoritmalarını yani problem çözme reflekslerini takip edip doğru yorumlamak, buna göre rehberi şekillendirmek çok değerli.
Sonrası zaten kolay…
Çocukların hayatları bu yaratıcı ortamda an geçmeden şekillenmeye başlıyor.
Sanatçı adayları, küçük yaşlardan itibaren sanatla ilgilenmeye başladıkları için geçirdikleri ruhsal ve fiziksel değişimleri net bir şekilde algılayabiliyor ve gözlemleyebiliyorlar. Böylece modern çağda öne çıkan “farkındalık” kavramı çocukluktan itibaren gelişmeye başlıyor.
Eğitim almaya başlamış her sanat öğrencisi, geçirdiği disiplinli, zorlu ama keyifli süreç boyunca edindikleri becerileri dile getirebiliyor.
Çocuklarımız, sanat eğitimi sayesinde kazandıkları ve günlük yaşamlarında uyguladıkları becerilerin farkında oluyorlar.
İşte bu “farkındalık” ile yoğunlaşabiliyorlar; derinliğine bir konuya girebiliyorlar. İnsanın yaşadığı her ortamda mücadele edeceği bir diğeri varsa işte o yine kendileri oluyor. Ve kendilerini aşma potansiyelini ortaya çıkarabiliyorlar. Sanat ile benliklerini defalarca, yeniden keşfediyorlar.
Kaçınılmaz olarak, bu büyüyü onlara sağlayan sanatı her geçen gün daha da seviyorlar.
İnsan düşünmeden edemiyor: Sanat eğitiminde var olan bu “meslek sevdirme” sürecini diğer mesleklere uyarlamak zor olmasa gerek…
Paylaş