Paylaş
“Birbirimize düşman gözüyle bakacak, halklar arası çatışmaya sürükleyecek bir yaklaşımdan herkes hızla uzaklaşmalıdır. Bundan daha tehlikelisi olamaz. Başımıza gelebilecek en büyük felaket halklar arası bir savaşın gerçekleşmesidir.”
Bu sözler yerden göğe haklıdır; keşke bu sözler PKK etrafındaki Kürt hareketinin temel prensibi olsaydı.
YANGIN DEVAM EDERKEN
Demirtaş’ın son derece önemli bulduğum ikinci söylemi şöyle:
“Şiddet kesinlikle olmamalıdır. Yakma, yıkma, silah, öldürme kesinlikle olmamalıdır. Bunu açık ve net bir şekilde belirtiyoruz ve herkesten bu çağırımıza uymasını bekliyoruz. Şiddet şu andan itibaren durmalıdır...”
Keşke Demirtaş, olaylar durulduktan sonra perşembe günü söylediği bu sözleri, bir gün önce söyleseydi! Türkiye genelinde 3 bin işyeri, 263 kamu binası, 190 banka, 80 parti binası, 340 özel araç ve çok sayıda belediye otobüsü ile kamu araçlarının yakılıp yıkıldığı sıralarda TV’lerde çıkıp söyleseydi!
Diyarbarkır’da HÜDAPAR’dan dört kişi, HDP’den üç kişi öldürülürken söyleseydi!
Halbuki o vahim olaylar yaşanırken, HDP yönetiminden kimse “durun!” diye konuşmadı.
EN BÜYÜK FELAKET
Atatürk heykellerine ve bayraklara, öyle tesadüfen bir iki defa değil, gittikçe sıklaşan şekilde yapılan saldırılar, siyasi bir kin şartlanmasının tezahürleridir. Elbette Atatürk ve bayrak hassasiyeti olanlarda büyük infial yaratıyor.
Böyle giderse gerçekten “en büyük felaket” Türkleri de Kürtleri de mahveder!
Gelen bir çok okur mektubundan bir tek örnek aktarmak istiyorum sizlere:
“Ben Cizre’de 4 senedir öğretmenim. Artık bunaldık, bunaldık. Her gün bir olay, bir sıkıntı. Hele son 3 gündür olaylar zirve yaptı. Tüm sokaklar kapalı, ateşler yakılmış, yüzü kapalı insanlar arabaları yakmaya başladı. Sadece Türk olduğumuz için farklı tepkiler görmeye başladık. Her yere saldırıyorlar. Gece saat 4’lere kadar olaylar devam ediyor. Lütfen sesimizi duyun, en azından ne çektiğimizi batıdaki insanların bilmelerini sağlayınız.”
Sokağa çıkma yasağı ilan edilen doğu illerimizde Kürt vatandaşlarımız da eylemcilerin saldırılarına uğradı, işyerleri, araçları yakıldı! Nasıl bir kör nefret böyle!
HÜKÜMETİN HATASI
Kobani sebebiyle kitlevi şiddet eylemlerinin yapılması için HDP’den gelen ilk çağrının tarihi, 24 Eylül’dü. Hükümet kitlelerin hassasiyetini bilerek, en azından, koalisyon güçlerinin Kobani çevresindeki IŞİD mevzilerini bombalaması için aktif ve görünür politika izleyerek tansiyonu düşürmeye çalışmalıydı.
Hayır, öyle olmadı.
Başbakan Davutoğlu, 3 Ekim’de “Kobani’nin düşmemesi için ne gerekirse yaparız” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Ekim’de “Kobani düştü, düşecek” diye konuştu... Başbakan tekrar 8 Ekim’de, akşamüstü güvenlik zirvesinin ardından, “Kobani’yi koruyacak yegane güç Türkiye’dir” diye konuştu.
Bu belirsizlik tablosunu, tahrikçiler kolaylıkla kullandılar.
İktidar, bütün politikasını “Esat gitsin”e kilitlemekle kendi hareket kabiliyetini de kilitlediğini görmelidir.
“Esat gitsin” uzun vadeli bir iş. Türkiye halen çok sıkıntılı bir süreçten geçiyor, bunun gerektiği esnekliğe sahip olabilmelidir.
Ankara, IŞİD’e karşı daha aktif tavır aldığını gösterecek şekilde, koalisyon güçleriyle, müttefikleriyle birlikte hareket etmelidir.
Kürt hareketi de ortak ilkel şiddet kültüründen kendini arındırabilmeli, demokratik usulleri beninsemelidir. Demirtaş umarım “bu andan itibaren” demokrasi dışı her davranışa karşı çıkar.
Paylaş