Paylaş
Abdülhamid’e göre çokuluslu imparatorlukta parlamentarizm Türklerin aleyhine işlerdi. Sultan Hamid’in bu konudaki sözleri için Prof. Gülnihal Bozkurt’un Gayri Müslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu adlı bilimsel eserine bakılabilir. (s. 200)
İttihatçılar ise “Osmanlı” üst kimliği altında “hürriyet, eşitlik, kardeşlik” ilkelerinin birleştirici olacağını düşünmüşlerdi. Meşrutiyet’in ilk aylarındaki heyecan, bunu doğrular gözüküyordu. Meşrutiyet döneminde başta Ermeniler olmak üzere devletin üst görevlerindeki gayrimüslimlerin sayısı da artmıştı.
‘Güvenilmez nüfus’
Çok geçmeden ayrılıkçı-milliyetçi akımların Meşrutiyet’ten etkilenmediği, aksine daha aktif hale geldikleri görüldü. Sırp, Yunan, Bulgar isyanları ve ulus-devletlerinin kurulmuş olması, Osmanlı bünyesindeki ayrılıkçı-milliyetçi akımları büsbütün tahrik etmişti.
Ermeni akademisyen Louise Nalbandyan’ın belirttiği gibi, Ermeni komiteleri de Sırp, Yunan ve Bulgar örneklerini izlemişler, onlar gibi silahlı isyanlarla Avrupa’nın müdahalesini sağlayarak Ermeni ulus-devletini kurma amacını gütmüşlerdi. (The Armenian Revolutionary Movement, s. 28-29, 149)
O çağlarda ulus-devletler, farklı kimlikleri “güvenilmez nüfus” saydıkları için kendi uluslarını tehcir ve katliamlarla kurdular. Balkanlar’da 1877 ve 1912 savaşlarındaki feci mağlubiyetimiz üzerine Balkanlı ulus-devletler tarafından toplam 800 bin Müslüman öldürüldü, 1.5 milyon Müslüman Türkiye’ye tehcir edildi!
Kafkaslar’da aynı facialar yaşandı!
Osmanlı’daki “güvenilmez nüfus” sayılanlar Hıristiyan azınlıklar oldu; keza çok facialar yaşandı, son örnek 1915 olaylarıdır.
Atatürk’ün ne kadar radikal bir laik olduğunu biliyoruz; ama Türkçe bilmeyen Balkanlı Müslümanların Türkiye’ye göçünü teşvik ederken, “özbeöz Türk” Hıristiyan Gagavuzların Türkiye’ye toplu göçünü kabul etmedi!
Ortodoks Karaman Türklerinin Lozan Mübadelesi ile Yunanistan’a gönderildiği de malumdur.
Çağımızın yarattığı fırsat
Milli hâkimiyet, parlamentarizm, ulus-devlet ve demokrasi akımları tarihte iç içedir. Avrupa’da milliyetçi bayraklar 19. yüzyılda parlamento binalarında yükselmiştir.
19. yüzyıldaki durumdan farklı olarak çağımızda çeşitli kimliklerdeki insanlar daha bir iç içe geçmiştir; ticaret ve şehirleşmenin gelişmesi sayesinde eskisi gibi izole adalar halinde değiller artık... Ayrıca, bireysel insan hakları fikrinin çağımızda güçlenmesi de ‘etnik’ blokları yumuşatan, ‘birey’ faktörüne önem kazandıran bir etki yaratmaktadır.
Çağımızda parlamentolar ayrılıkçı-milliyetçi akımları şu veya bu ölçüde sakinleştirebiliyor. İspanya ve İngiltere bunun örneği olduğu gibi, Türkiye’de de herkes Kürt meselesinin çözümünde parlamentoya atıf yapıyor.
Bu bir fırsattır. Çağın mantığına uygun şu veya bu formatta bir çözümü zaman içinde “parlamento”da üretebiliriz. Ama bunun yapılabilmesi, demokrasi ve parlamento fikrinin esaslı bir ilke olarak benimsenmesine bağlıdır.
21. yüzyılda eski “Balkan komiteciliği”nin yolundan gitmek, çok daha büyük facialar yaratır; otuz yıldır çekilen acılar yetmemiş gibi!
NOT: Yurtdışı seyahat için yazılarıma bir hafta ara veriyorum. Gelecek hafta görüşmek üzere.
Paylaş