Paylaş
Yakın zamana kadar top atışından başka bir şey yapamayan Türkiye, Suriye’de 400 kilometrekare genişliğinde bir araziyi IŞİD ve PYD teröründen temizledi, denetim altına aldı. Şimdi G-20 Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan, eli daha güçlenmiş olarak “95 km uzunluğunda, 40 km derinliğinde güvenli bölge kurulması”nı öneriyor.
Eskiden diplomasi alanında kalan bu talebin şimdi sahada karşılığı var.
Güvenli bölge kurulur veya kurulmaz, Türkiye’nin sınır bölgesini terörden temizledim diyerek kısa sürece Suriye’den çekilmesi beklenemez; IŞİD de PYD de geri dönebilir.
Fakat Suriye’de nereye kadar ve ne zamana kadar operasyon sürdürülebilir?
OPERASYON SAHASI
PYD Menbiç’ten çekilecek mi? Türkiye tabii bu konuda Amerikalıların “çekildiler” sözüne güvenmiyor. Bu durumda Menbiç’e operasyon yapılacak mı, belli değil.
Ama operasyonun güneye doğru genişleyerek El Bab’ı da içine alması bekleniyor.
Çok geniş bir alana yayılması ise beklenmiyor. Zira alan genişledikçe hem daha fazla kuvvet gerekir hem bugünkü müsait diplomatik ortam değişebilir, tepkiler ortaya çıkabilir. Dün üç şehit verdik maalesef, alan genişledikçe bu risk artar.
Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın da dün “Mevcut durumu muhafaza etmek birinci önceliğimizdir” dedi.
Hayati derecede önemli olan, biraz genişletilse de ‘mevcut durumun’ nasıl muhafaza edilebileceğidir.
Kısa sürede Suriye’den çıkarak bu sağlanamaz.
ETNİK TEMİZLİK
PYD, yakın zamana kadar hâkim olduğu bütün yerlerde ‘etnik temizlik’ yaptı. Uluslararası Af Örgütü’nün Ekim 2015 raporunda PYD’nin Arapları ve Türkmenleri göçe zorlayarak etnik temizlik yaptığı belirtilmiştir.
PYD, Barzani yanlısı Kürtleri bile zorla göç ettirmiş, Barzani “Rojava’da PYD diğer Kürt gruplarını dışlıyor” diyerek tepki göstermiş, çatışmalar yaşanmıştı.
(29 Ağustos 2016)
Türkiye nasıl bir tablo bırakarak Suriye’deki askeri geri çekecek?
Buraların doğal nüfus yapısına dönmesi, zorla göç ettirilmiş Arap ve Türkmenlerin geri gelmesi son derece önemlidir. Suriye’nin bütünlüğü için de lazımdır bu.
Türkiye çekilince ÖSO’nun oralarda güvenliği sağlayacak güçte olup olmaması da son derece önemlidir.
Bu iki faktörün de zaman gerektireceği açıktır.
Bu zamanı kazanabilmek için Türkiye’nin “dostlarını artırma” politikasını sürdürmesi gerekiyor.
YURTTA SULH...
Arap Baharı’nın yarattığı umutlarla izlenen hamasi siyasetin Ankara’yı nasıl yalnızlaştırdığı malumdur. “Dostlarımızı artırma” döneminde Erdoğan’ın Rusya ile ilişkileri düzeltmesi, Suriye siyasetinde Başbakan Binali Yıldırım’ın “Mısır’la ilişkilerimiz düzelecek... Esad da Suriye’de bir aktördür” gibi beyanlarda bulunması bugünkü müsait diplomatik iklimi yarattı.
Bu iklimi sürdürmek, hatta daha da geliştirmek lazım.
Türkiye’nin 1856 Paris Konferansı’ndan beri izlediği siyasete “Yurtta sulh, cihanda sulh” özlemi yön verdi. Entelektüel Sadrazam Sait Halim Paşa’nın Enver Paşa’ya “Fetihler çağında değiliz!” diye başlayan konuşması, aynı prensibin ifadesiydi. O uzun ve acılı tecrübelerledir ki, Atatürk “Yurtta sulh, cihanda sulh” vecizesini ifade etti. Kazım Karabekir ve Rauf Bey gibi muhalif liderlerin de eski Osmanlı coğrafyası diye bir siyasi özlemi yoktu.
Elbette “büyük devlet, büyük güç” olmalıyız. Bu çağda bunun tek yolu bilimdir, teknolojidir, hukukun üstünlüğüdür, özgürlükçü demokrasidir...
Bugünkü dış politika ikliminin ve “Yeni Kapı Ruhu”nun yani iktidar-muhalefet ilişkilerinde uzlaşma anlayışının devamını diliyorum.
Paylaş