Paylaş
Elimde bir “Türk Tipi Başkanlık Sistemi Raporu” var. Kütahya’da Küresel Araştırma ve Düşünce Merkezi adlı sivil toplum kuruluşu tarafından yayınlanmıştı; sağ olsunlar bana da gönderdiler.
Elbette herkes görüşünü açıklayacak, bunda hiçbir sorun yok.
Benim bugünkü konum, daha önemli bulduğum başka bir sorunumuzdur.
‘BİN YILLIK TARİH’
Raporun “Takdim” bölümünde şöyle deniliyor:
“Batılılaşmanın hüküm sürdüğü birkaç yüzyıllık süreç Türkiye’nin kendi bin yıllık tarihinin, tecrübesinin oluşturduğu kavram ve kurumların değersizleştirilmesi ve yok edilmesi sürecidir.”
Böyle “Takdim” edilen bir anayasa taslağından neyi beklersiniz? Tabii “bin yıllık tarihimizin kavram ve kurumlarını” esas alan, en azından referans yapan bir metin.
Fakat hukukçu iki akademisyenin yazdığı taslağın referanslar yaptığı isimler şunlar: Liberal İngiliz John Locke, liberal Fransız Montesquieu, Amerikan anayasasını yapanlardan Thomas Jefferson, James Madison, 20. yüzyıldan Maurice Duverger, Giovanni Sartory...
Türk tipi başkanlık dedikleri sistemi savunurken kullandıkları kavramlar da “kuvvetler ayrılığı, yasama, yürütme, yargı, seçim, bakanlar kurulu” gibi dünyada ve bizde tamamen modernleşmeyle ortaya çıkan kavramlardır!
Halbuki zihinler sormalıydı: “Bin yıllık tarihimizin kavram ve kurumları” deyip tamamen Batı kaynaklı isim ve kavramlara referans yaparak bir anayasa taslağı ortaya koymak nasıl bir şeydir?
MODERNLEŞME DÖNEMİ
Sorun bizde çok yaygın olan “hamaset”le “bilgi”yi karıştırma şeklindeki zihniyet zaafımızdır.
Bin yıllık tarihimizin kültürel mirasını ve bugünkü varlığımızın tarihteki köklerini ben kültür ve tarih bilinci olarak kuvvetle savunurum. Tevazuya sığmasa da söylemeliyim ki, bu konulardaki birikimim o “Takdim” yazısını yazanlardan iyidir.
Ve aynı zamanda bilirim ki, anayasa ve sistemler ayrı bir konudur. Bu alanda fikir yürütmek için konunun “kavramlar”ını bilmek gerekir.
O kavramların modernleşmeyle ortaya çıktığını da bilmek gerekir. Mesela “kuvvetler ayrılığı” diyoruz değil mi, 18. yüzyıldan itibaren Batı’da da modernleşmeyle ortaya çıktı; önceki dönemlerde Avrupa’da “mutlak hükümdarlık” kurumu vardı.
Bizde bu kavramı ilk kullananlar 19. yüzyılda düşünür ve şair Namık Kemal ve Danıştay konuşmasında Sultan Aziz’dir. Yani Tanzimat devri...
YİNE TANZİMAT
Aynı raporun “Takdim” bölümünde Tanzimat ve Cumhuriyet dönemleri “Batı’ya biat edilmesi” olarak niteleniyor. Son derece karmaşık olan bu uzun tarihi süreci “Batı’ya biat” diye damgalayıvermek de ideolojik bir hamaset söylemidir.
Bilmek gerekir ki, 16. yüzyıla kadar tarım toplumunda çok başarılı olan klasik Osmanlı kurum ve kavramları sanayi çağının gerisinde kalarak adete tükenmişti. AK Partili Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Mustafa Şentop, 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı’da örfi hukukun “ihtiyaçlara cevap veremez hale geldiği”ni yazar. (Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku, s. 25)
Hukuki modernleşmemizin sebebi, klasik kavram ve kurumların artık ihtiyaçları karşılayamaz, devleti ayakta tutamaz hale gelmesiydi. Bunu görmek için 19. yüzyıldaki en büyük devlet adamımız hukukçu Cevdet Paşa’yı okumak yeterlidir.
Bugün hamasete kapılarak anayasa yapmaya kalkarsak yazık olur bu ülkeye. Doğrusu, modern anayasa hukukunun “kavram”larıyla düşünmek ve konuşmaktır.
Hamasi değil kavramsal düşünceye ekmek su gibi ihtiyacımız var, hele de şu çok sıkıntılı 21. yüzyılda.
Paylaş