Paylaş
Elbette olur. Hukuki yorumlarda aralarında görüş farkları da olur. Fakat “çoğulcu demokrasi” kavramını benimsiyorlarsa, bunun olmazsa olmaz temel ilkeleri vardır. Bunların başında kuvvetler ayrılığı, bağımsız ve tarafsız yargı, temel hak ve hürriyetler gelir.
Bu ilkelere göre, “seçilmişler” ülkeyi yönetirler, kanun yaparlar ama hukuka uymak zorundadırlar. Bunun denetimini de bağımsız yargı sağlar. Yargı da tıpkı yasama ve yürütme gibi bir egemenlik yetkisidir.
DÜNKÜ ZAMANLAR
Son yıllara kadar liberal, muhafazakâr ve liberal-sol hukukçular arasında genel bir ortak duruş vardı. Askeri müdahalelere ve 28 Şubat’a karşı çıkıyorduk, komutanların görülmekte olan davaları etkileyen konuşmalarını, AK Parti’yi kapatma teşebbüsünü, Anayasa Mahkemesi’nin totaliter nitelikteki laiklik tanımını, skandal “367 kararını” eleştiriyorduk...
Önde gelen hukukçularımızdan Sami Selçuk, Yargıtay’ın usul kanunlarını çiğneyerek Tayyip Erdoğan’ı mahkûm etmesini şöyle eleştiriyordu:
“Yargıtay kararı, hukukun temel ilkelerini yıkmıştır... Adil yargılanma hakkı çiğnenmiştir...” (Özlenen Hukuk, s. 243)
İktidar partisi de hukuki düzenlemelerde “AB Kriterleri, Venedik Kriterleri” gibi evrensel referanslara dayanıyordu. Anayasa taslağını da liberal Prof. Ergun Özbudun ve arkadaşlarına hazırlattırıyordu.
KİM DEĞİL, NASIL?
Bugün iktidarın evrensel ilkelere aykırı tasarruflarını ve hatta “yapboz kanunlarını” bile eleştirmeyen ya da “şartlar”la izah eden bazı liberal ve muhafazakâr hukukçular var.
İsim zikretmeyeceğim, amacım polemik değil. Karl Popper’in metoduyla, böyle konulara “Kim?” diye değil, “Nasıl?” diye bakmaya çalışıyorum. Dün nasıl vesayeti eleştirmişsem, bugün de iktidarın yukarıdaki ilkelere aykırı gördüğüm kanunlarını ve davranışlarını eleştiriyorum.
En çok da iktidar partisi içindeki hukukçuların kuvvetler ayrılığı gibi anayasa hukukunun temel ilkelerini siyasi güç duygusunun üstünde tutmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada liberal ve muhafazakâr hukukçuların büyük hocası merhum Ali Fuat Başgil’den bir alıntı yapacağım. Yıl 1938-1939, Ali Fuat Hoca “Üniversite Konferansları”nda konuşuyor:
“Zulmün en hakiki tarifi yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin bir elde toplanmasıdır. Bu el ister bu yetkisini verasetle alsın ister atama ile ister seçimle kazansın farksızdır... Bir memlekette hak ve hürriyetlerin yegâne teminatı bu yetkilerin birbirini sınırlandırmasındadır.”
Bunlar “kuvvetler birliği”nin en sıkı şekilde uygulandığı yıllarda söylenmiştir.
BUGÜNKÜ ZAMANLAR
Bugün 2016 yılındayız. Uluslararası referanslara sahip anayasa hukukçularımız içinde birinci sırada yer alan Prof. Ergun Özbudun, “Anayasalcılık ve Demokrasi” adlı kitabında otoriterleşme eleştirisinde bulunuyor, “yapboz kanunları”nı teker teker irdeliyor. (Bilgi Üniversitesi Yayınları)
Bugün Sami Selçuk, “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına Beş Mektup” adlı kitabında hukukun nasıl yaralandığını anlatıyor. (İmge Kitabevi) Bunların hukukçular için hiç anlamı olmayabilir mi?!
Bugün “egemenlik yetkisi”ni sadece yasama ve yürütmeye tanıyıp yargıyı dışlamak hangi hukuk teorisiyle savunulabilir?
Tabii ki farklı parti ve sistem tercihleri olur. Fakat diyorum ki, hukukçular hukuku üstün tutmada ve evrensel referanslarda eskisi gibi duyarlı davransalar... Hem gerilim düşer hem anayasa konusunu siyasi savaş değil, hukuki müzakere diliyle tartışırız o zaman.
Paylaş