Paylaş
Türkiye destekli ÖSO, bırakın “kıyamet savaşı”nı, önemli bir direniş bile olmadan Dabık’ı aldı. “Halife”nin “kıyamet savaşı” lafını militanlarını motive etmek için söylediği, boş çıkınca da başka bir geleceğe ertelediği görülüyor.
Şu anda Musul harekâtı sürüyor, DAİŞ militanlarının “vur-kaç saldırıları yaparak kaçtığı” bildiriliyor.
DAİŞ canavarı, Irak ve Suriye’de elinde tuttuğu topraklardan atılırsa sadece güvenlik bakımından değil, bu tür “mistik” ve batıl inançların gözden geçirilmesi bakımından da çok yararlı olacak.
MUSUL MUSULLULARINDIR
Musul ve Suriye’de DAİŞ temizlenirse sorunlar bitmiş olmayacak. Militanların oraya buraya dağılarak intihar eylemleri yapmaları gibi ciddi bir tehlike var. İstihbarat ve emniyetin daha da dikkatli olması gereken bir döneme giriliyor.
İkincisi, Türkiye’nin son derece haklı olarak “Musul Musullularındır” ilkesiyle vurguladığı gibi, bu kanlı boğazlaşmaları yeniden körükleyecek “nüfus oyunlarından” Bağdat, İran ve ABD sakınmalıdır.
Musul’un nüfus yapısını mezhep veya etnik çoğunluk sağlamak amacıyla değiştirmeye kalkmak veya göz yummak çok kanlı kitlevi vuruşmaları körükler.
Üçüncüsü ve uzun vadede belki en önemlisi, Ortadoğu’da din ve mezhep algılamalarının gözden geçirilmesidir...
MİSTİK HEZEYANLAR
DAİŞ’in “halifesi”nin unvanına bakın: “Müminlerin emîri Şeyh Ebu Bekir el Bağdadi, el Kureyşi, el Hüseyni, Hafizehullah...”
Bu unvandaki terimlerin İslam tarihindeki yerini bilenler, bunun çok mistik, hatta büyüleyici etkilerinin olabileceğini takdir ederler.
Öyle de oluyor maalesef.
Kainat imamı, yahut zamanımızda ortaya çıkacağı güya Kuran tarafından müjdelenmiş Mehdi veya Halife gibi mistik kavramlar o topraklarda büyülenecek kitleler bulabiliyor.
Bu noktada Muhterem Hocamız Ali Bardakoğlu’nun yeni çıkan “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” adlı fevkalade değerli eserinden bir alıntı yapacağım. İslam’ın öyle “esrarengiz ve sırlarla dolu” bir din gibi algılanmasını eleştiren Bardakoğlu şunları yazıyor:
“Peygamber’in dışında hiçbir insan kâmil yani noksansız değildir. Her insanın nefsinde, iç dünyasında dalgalanmalar vardır. İyi duygular ve kötü duygular iç içedir...
Din Resul-i Ekrem Efendimiz ile tamamlanmış, kimseye Allah adına, kutsal adına söz söyleme hakkı ve aracılık yetkisi verilmemiştir.”
DİN VE SİYASET
Din algısındaki ikinci büyük sorun, İslam’ın siyasi bir ideoloji, bir rejim modeli gibi algılanmasıdır. Bardakoğlu Hocamız şöyle yazıyor:
“İslamiyetin bir siyasi modeli, demokrasiyi öngörme, emretme veya reddetme gibi bir konumu olamaz... İslam dini insanlara bir şehir veya köy hayat tarzı, toplumdaki meslek ve iş dağılımı, çevre ve imar düzeni, ekonomik hayat standardı önermediği gibi siyasi bir model de dayatmaz.”
Hocamız eski fıkıh kitaplarında devlet ve siyaset gibi konularda yazılanların daha çok “Abbasiler devrinde” ve “o zamanın bilgi ve tecrübeleriyle” yapılmış tarihsel yorumlar olduğunu anlatıyor.
Bu tarihsellik boyutu görülmeyip eski metinler din gibi okunursa, ne gibi sorunların ortaya çıktığını hep beraber görüyoruz.
İşte, Batı’da da modern çağda gelişmiş olan kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, siyasi özgürlükler gibi temel kavramlar eski fetvalarda hayal bile edilemeyeceği için, çağımızda iyi işleyen bir “İslam devleti” yok.
İslam’ı siyasallaştırmak, onun ahlaki ve manevi özünü dumura uğratarak “içini boşaltmak” gibi ahlaki bir çöküntüye de yol açıyor.
Hülasa, keşke DAİŞ’i uçaklar ve tanklarla bitirmek kadar kolay olsaydı bu kültürel sorunlar.
Paylaş