Gücün sınırı?

POLİTİKADA, hele de dış politikada gücünü de gücünün sınırını da bilmek...

Haberin Devamı

CNN Türk’te “Sağım Solum Tarih” programındaki konularımızdan biri, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmemeyi başarmasıydı. Program için hazırlanırken büyük diplomatlarımızdan merhum Ferudun Cemal Erkin’in “Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi” adlı kitabına tekrar baktığımda, gücün sınırını bilmenin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha gördüm.

 

 

MEYDAN OKUMA YAPMADAN

 


Atatürk döneminde, Lozan’da sakat kalan ‘Boğazlar Rejimi’ 1936’da Montrö’de nasıl düzeltilmişti? Lozan’daki imzacı devletler nasıl olmuştu da şimdi Lozan’daki Boğazlar rejimini Türkiye lehine değiştirmeye ikna edilmişti?


Erkin sayfalarca anlatır, özeti şu:

Haberin Devamı


Meydan okumanın üstünlük ve kudret işareti sayıldığı bir devirde Türkiye davasını uluslararası dürüst usullerle, milletlerarası yollarla anlattı... Ve etkili oldu.” (s. 65)
Burada önemli olan, “meydan okumanın üstünlük ve kudret sayıldığı” Mussolini, Hitler ve Stalin çağında, Türkiye’nin “meydan okuma”dan sakınarak devletler arasındaki dengeleri kullanan bir diplomasi uygulaması ve başarılı olması son derece öğretici bir örnektir.


Bugün buna “yumuşak güç” (soft power) deniliyor.

 


YÜZ YıLLIK PARANTEZ!

 


Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri dün ve bugün toprak genişletme ve savaş politikası izlemediler. AK Parti hükümetleri dahildir buna.


Fakat aşırı güç tutkusuyla son yıllarda içeride otoriterleşme, dışarıda özellikle Arap baharı olayları üzerine siyaseten “meydan okuma” üslubu ortaya çıktı.


Bunun veciz itirafı “yüz yıllık parantezi kapatacağız” beyanıdır!


Bu Türkiye’nin gücünü çok aşan bir beyandı!


Obama, Merkel bile böyle şeyler söylemiyor.


AKP iktidarının ilk iki dönemi ihtiyatlıydı, reformist ve Batı demokrasilerine yönelikti. Başarılıydı da...


Fakat aşırı güçlülük duygusunun hâkim olduğu üçüncü dönemde içeride kutuplaşma, dış politikada eksen tartışmaları, ekonomide yavaşlama vardır.

 

Haberin Devamı


DIŞ POLİTİKA

 


Elbette Suriye konusunda “Karışmıyoruz” diyemezdik; orada çatışan bütün faktörlerin içimizde sosyolojik uzantıları vardır. Fakat kendimizi “onurlu yalnızlığa” itecek kadar “sert” angaje olmalı mıydık?


Bugün Suriye’de etki alanımızın hayli daraldığı, “Esad’lı geçiş” konusunda ABD ve Rusya’nın anlaştığı gözler önünde.


Elbette Mısır’da darbeye karşı çıkmalıydık. Fakat çok sert politika ne İhvan’a ne Türkiye’ye yaradı!


İlişkileri koparmamak daha yararlı olurdu.


Rus uçağı haklı gerekçelerle düşürüldüğünde “Talimatı ben verdim, aynı şey olursa yine düşürürüz” diye meydan okuma dili yerine, bugünkü “İstemeden oldu, üzgünüz, konuşarak çözelim” söylemini daha ilk anda devreye sokmak daha yararlı olmaz mıydı? En azından KGB’li Putin daha açığa düşerdi.

Haberin Devamı


Örnekler uzun bir liste oluşturur...

 


İDEOLOJİK DEĞİL RASYONEL

 


Sonunda işte rasyonel politikalara dönüş ihtiyacı kendini dayatıyor.


Hükümet de yeniden NATO ve AB’ye yöneliyor, İsrail ile yumuşama başladı...


Başbakan’ın rasyonel eleştirileri dikkate alacağına inanıyorum. Değer verdiği iki isimden bahsedeceğim. Saygın tarihçi Şükrü Hanioğlu, “Osmanlı” çağrışımının Ortadoğu’da tepki yaratan bir faktör olduğunu hatırlattı. Hem de Sabah gazetesindeki makalesinde.


Elbette Osmanlı kültür mirası ile siyasetini asla karıştırmamak gerekir.


Dış politika uzmanı Soli Özel de Haber Türk’te dün şunları yazdı:


Korkarım Arap isyanlarının başında kapasitesinin çok üzerinde hedefleri önüne koyan Türkiye, işin sonunda kapasitesinin bir hayli altında bir konuma kendisini mahkûm edecektir.”

 

Yazarın Tüm Yazıları