Paylaş
Hollanda’ya karşı tepkilerimizde çok haklıyız. Hollanda, yaptıklarını hiçbir uluslararası hukuk belgesiyle savunamaz. Fakat ölçüsüz söylemlerimiz Avrupa’da aşırı sağa karşı olanları bile bize karşı tepkiye itti.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, arkadaşımız Abdülkadir Selvi’ye diyor ki:
“Bu olay Hollanda’da değil, Türkiye’de olsa bütün dünya ayağa kalkardı.”
Gerçekten kardeş Azerbaycan’dan başka “ayağa kalkan” niye olmadı?
“Ümmet coğrafyası”ndan bir ses çıktı mı?
Öyleyse “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” mu?
Böyle bir dış politika yürütemeyeceğimize göre, durup bir düşünmek gerekiyor.
TÜRKİYE’NİN OYLARI
Dokuz yıl önce, 17 Ekim 2008 tarihli şu habere bakın:
“Türkiye, Batı Avrupa bölgesinden aday olduğu 2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçildi.
Türkiye, grubunda en fazla oyu alarak, 192 ülkenin oy kullandığı 1’inci tur seçimlerde gerekli üçte iki çoğunluk olan 128 oyun çok üzerinde, 151 oyla seçildi.”
Dikkat ettiniz mi? Türkiye “Batı Avrupa bölgesi adayı” olarak seçimlere girmiş ve bütün dünyadan 151 oy almıştı! Ciddi bir başarıydı.
Şimdi, 14 Ekim 2014 tarihli habere bakalım:
“Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için yapılan oylamada, Batı Avrupa grubundan İspanya 121 oy alarak, Türkiye 109 oy alarak 2’nci tura kaldılar. 2’nci turda İspanya 120, Türkiye ise 73 oy alabildi.”
Nereden nereye ve neden diye sormamız gerekmiyor mu?
AVRUPA İLE NEREDEN NEREYE?
18 Mart 2016, Brüksel’de AB zirvesi... Başbakan Davutoğlu “Psikolojik bir eşik aşıldı, bu yeni bir dönem” diyordu. İyimser gelişmeler olmuştu. Öyle ki Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türk ekonomisinin en önemli çıpalarından birinin “AB sürecinin hızlandırılması” olduğunu söylüyordu. (11 Aralık 2016)
Fakat son aylarda Avrupa ile ilişkiler çok gergin.
Bunun bir sebebi, Suriye krizinin yarattığı etkilerdir. Diğer bir sebebi Batı’da yükselen Türkiye karşıtı popülizmdir.
Fakat bir sebebi de olumlu ve olumsuz etkenleri iyi hesap ederek analitik bir diplomasi geliştirmekten ziyade, olayların da etkisiyle hamasete yönelmiş olmamızdır.
Hollanda’nın sahnelediği skandal, bu hamaseti artırdı. İktidarı destekleyen sağduyulu kalem Ahmet Taşgetiren de “Gerilimden rasyonaliteye geçilebilecek mi?” diye soruyor. (Star, 15 Mart) Dahası, önümüzde yeni sıkıntılar var.
SAĞDUYU İHTİYACI
Venedik Komisyonu’nun “Türk tipi başkanlık” hakkındaki raporunun önemini Adalet Bakanlığı bile kavramış görünmüyor. Halbuki rapor bir alarmdır.
Anayasa Mahkemesi’nin “yetkim yok” diyerek kenara çekilmesi üzerine AİHM basın davalarını kabul etmeye başladı. Türkiye’deki “iç yargı yolları”nın güvenilirliği açısından bu da bir alarmdır.
Hemen saygın hukukçulardan oluşan bir kurulun bütün bu gelişmeleri ele alması gerekir.
Bu meselelerin önemini kavramak için, 687 Sayılı KHK’ya bakmak yeterlidir: Hükümet Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin Türkiye hakkında olumsuz karar almasını önlemek için bu KHK ile alelacele “iç yargı yolu” yaratmak gereğini duymuştu.
Venedik Komisyonu ve AİHM kararları da aynı kuruma gelecek ileride.
Artık dış politikayı miting meydanlarından ciddi uzman kurullarına ve devlet kurumlarına yükseltmenin zamanı geldi de geçmek üzere.
Muhalefetin bile “Hollanda ile ilişkileri keselim” diye popülizm yarışına girdiği bu ortamda, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin “Hollanda dahil hiçbir ülkeyle bu süreçte ekonomik ve ticari ilişkilerimiz masada olmayacak” ve “OHAL artık uzatılmasın” şeklindeki devlet adamı olgunluğuna sahip açıklamaları insanda sağduyu umudu yaratıyor. Sağduyuya çok ihtiyacımız var.
NOT: Bu akşam CNN Türk’te saat 19.30’da Eğrisi Doğrusu programında konuklarımla bu konuları konuşacağım.
Paylaş