Paylaş
Böylesine bir coğrafyada nasıl ayakta durabiliriz? Nasıl “gelişmiş ülke” olmanın gücüne ve huzuruna ulaşabiliriz? Nasıl, nasıl?...
Birinci Dünya Harbi’ni sonlandıran 1919 Paris Konferansı’nda hem Türkiye hakkında Sevr Anlaşması hazırlanmış hem bugünkü Ortadoğu haritası çizilmişti. Tarihçi Margaret MacMillan “Paris 1919” adlı kitabında, yüz yıl önceki Ortadoğu’yu şöyle anlatır:
“Orada tarih de din de coğrafya da insanları birbirine doğru değil, birbirinden uzağa doğru çekiyordu!...” (s. 390)
Bugün daha sıkıntılı...
İNDEKSLERDE TÜRKİYE
Bu coğrafyada ve kimliklerin militanlaştığı bu “postmodern” çağda Türkiye’nin güçlü olması ancak “gelişmiş ülke” düzeyine çıkmasıyla mümkündür. O düzeyde eğitime, demokrasiye ve ekonomiye sahip olmak...
Türkiye’yi Anadolu’da, mesela Almanya seviyesinde gelişmiş bir ülke olarak düşünün, her şeyin nasıl farklı olacağı hemen anlaşılır.
Bu açıdan, 2014 indekslerinde ülkelerin dünya sıralamasındaki yerlerine göre bir tablo çıkardım. İşte örnek olarak üç ülkede eğitim, demokrasi, insani gelişme ve ekonomik refah arasındaki bağlantı:
Almanya’nın daha üst sıralarda olması gerektiğini düşünüyorsanız, haklısınız. Petrol zengini Arap şeyhliklerinin Almanya’dan zengin olması onu biraz aşağıya itiyor.
EĞİTİM VE REFAH
Üniversite mezunlarının çağ nüfusu içinde büyük çoğunluk oluşturmadığı bir ülkede yüksek teknolojiye dayalı üretim ve ihracat yapılabilir mi?! Bu olmadan milli gelir 30 bin dolara çıkabilir mi?
Ülkede en önemli uğraş “geçim temini” ise kültüre, sanata, düşünceye ne kadar yer kalır?
Türkiye’de ortalama hane halkı gelirinin ancak yüzde 3.2’si eğitime ayrılıyor; kalanı gıda, giyim, kira, ulaşım vs.
Gelişmiş ülkelerde aile gelirinden eğitime ayrılan para daha yüksek... Çünkü gelişmiş ülkelerdeki yüksek eğitimli nüfus teknoloji üretiyor, refah yaratıyor. Bol kazanıyor ve kazancından eğitime, kültüre, sanata pay ayırabiliyor. Kendi özgürlüğünün bilincinde olan insan, farklı görüş ve hayat tarzlarına karşı da hoşgörülü bakıyor.
Bu sayede siyaset sakin; öfkeli kavgalar, kutuplaşmalar yok.
Bu ülkeler “liberal demokrasi” kategorisinde yer alıyor.
HANGİ DEMOKRASİ?
Bizim gibi ekonomisi ve eğitimi orta kademede bulunan ülkelerde devlete bağımlılık ve devletten beklenti çok daha fazla. Bu sebepten otoriter kültür çok güçlü, siyasi kavga çok sert.
Siyaset biliminde bu ülkelerdeki demokrasilere “melez demokrasi” deniliyor; hem sandık ve partiler var hem otoriterlik var. “İlliberal demokrasi, seçimli otoriterlik” falan da deniliyor.
Meseleye “benim partim” diye bakarsak, varacağımız sonuç yine kavgadır: Benim otoriterliğim iyi, seninki kötü!
İşte, son yüz elli yıllık tarihimizin adı “otoriter modernleşme”dir; şimdi de “otoriter muhafazakârlığı” tecrübe ediyoruz!
Halbuki “taraftarlık” duygularımızı biraz geriye çekerek, “Nasıl gelişmiş ülke oluruz?” diye bakabilsek, zihinlerimize siyasi kavga değil, eğitim, teknoloji, ekonomik reform kavramları yön verir... Niye liberal demokrasi gerektiğini daha iyi anlarız.
“Kim?” sorusu siyasi kavgayı keskinleştiriyor; Karl Popper’in dediği gibi, demokraside “Nasıl?” diye soran güçlü bir orta sınıfa ihtiyaç vardır; gelişmiş ülkelerde böyledir.
“Kim?” kutuplarından çıkarak “Nasıl gelişmiş ülke oluruz?” diye düşünmenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Paylaş