Paylaş
Yargı başkanlarının Cumhurbaşkanı’na “bağlı” olmadığını, amacının Anayasa’nın 104. maddesindeki “gözetir” kavramını ifade etmek olduğunu söyledi.
Siyasi olgunluğunu bildiğim Kurtulmuş’un “bağlı” kelimesini hakikaten sürçülisan olarak kullandığına inanıyorum. Yine de eleştirilmesi iyi oldu; böylece eleştirinin hatayı düzeltme işlevine dair bir örnek yaşadık.
Eleştirinin değerini görüyor musunuz?
ANAYASA’YA GÖRE
Şunu da belirtmeliyim. Anayasa’nın 104. maddesi evet, cumhurbaşkanı için “devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” diyor fakat bu, yargı ile ilgili değildir. Cumhurbaşkanı’nın ya da yasama veya yürütmeden herhangi bir görevlinin yargı üzerinde “gözetim” yetkisi olamaz.
Nitekim aynı maddede Cumhurbaşkanı’nın görevleri teker teker sayılmıştır. Yargıyla ilgili tek yetkisi vardır; anayasanın öngördüğü atamaları yapmak.
Yargı başkanlarının bu hareketi anayasal olarak da adli etik bakımından da yanlıştır, savunulamaz.
Türkiye’de Cumhurbaşkanı yoğun siyaset ve sistem tartışmalarında net olarak “taraf”tır. Parti kendisini “liderimiz” olarak tanımlıyor. Parti üst yönetiminin de kendisiyle “istişare ederek” belirlendiğini parti yetkilileri açıkladı.
Bu “taraf” gölgesinin Yüksek Yargı başkanlarının üzerine düşmemesi için Amerika, Fransa ve Almanya’da olduğu gibi, resmi protokol dışında, yürütme ve yasamaya uzak durmaları gerekir.
ELEŞTİRİNİN ÖNEMİ
Asıl üzerinde durmak isteğim husus, eleştirinin önemidir. Sayın Kurtulmuş’un “dış politika değişikliği zaruri” diye konuşmasına da bu açıdan bakıyorum.
Dış politikada değişikliğin “zaruri” olduğu, resmen ilk defa Kurtulmuş tarafından bu kadar net ifade edildi.
Keşke dış politikaya daha önceleri yapılan eleştiriler dikkate alınarak “zaruri değişiklik” bu kadar gecikmeseydi, dış politikamız “onurlu yalnızlığa” sürüklenmeseydi...
Dünyalara ayar verirken, “yüzyıllık parantezi kapatıyoruz” derken, “ümmet coğrafyası, Osmanlı coğrafyası” gibi kavramlarla kitleleri coştururken keşke eleştirilere de kulak verilseydi.
Mesela, akademiya dünyasında büyük bir saygınlığa sahip olan tarihçilerimizden Şükrü Hanioğlu, bu kavramların Balkanlardaki bir-iki ülke dışında özellikle Arap coğrafyasında tepki yaratacağını yazmış, uyarılarda bulunmuştu...
‘FİKİRDEN KORKMAYINIZ’
Halbuki iktidar eleştirilere aldırmadı, hatta “üst akıl, dış güçler” falan gibi esrarengiz komplolara bağladı. Bu, kenetlenmiş ve aktivist bir taban yarattı fakat politikanın rasyonalizm kaybına uğramasına sebep oldu.
Ve işte nihayet “dış politika değişikliği zaruri” oldu.
Hasarın maliyetinden vazgeçtim, bundan sonra bari hamaset yerine rasyonelliğin ve özgür tartışmanın benimsendiği bir döneme girelim, “değişikliği” rasyonel zihniyetle yapalım.
Bu, ülkenin de iktidarın da hayrına olur.
Alkış ve itaat bütün iktidarları mest eder. Fakat eleştiri sadece bir özgürlük konusu değildir; rotayı düzeltmenin ve ortak aklı bulmanın da tek yoludur.
Bugünkü yazımı merhum hocamız Ali Fuat Başgil’in satırlarıyla noktalayacağım. Farklı fikirlere hoşgörüsüzlüğümüzü eleştiren Prof. Başgil 27 Mayıs’ın yumruğu altında fikir hürriyetini savunurken tarihin ebedi gelişim kanununu ifade eden şu satırları yazmıştı:
“Fikirden korkmayınız. Emin olunuz ki, yeryüzünde zararlı tek fikir eleştiri süzgecinden geçmeyendir. Kabul ediniz ki, sizden başka ve belki daha iyi düşünenler vardır.” (İlmin Işığında Günün Meseleleri, s. 178)
Paylaş