Paylaş
Sağıyla soluyla bütün totaliter rejimler iflas etmiş, demokrasi ve piyasa ekonomisinin doğru olduğu kendiliğinden ispatlanmıştı.
Arap Baharı, bu iyimserliği büsbütün artırmıştı; “Müslüman demokrasi” kavramları yaygınlaşmıştı.
Fakat bu iyimserlik fazla sürmedi. Arap Baharı’nın çıkarabildiği tek demokrasi Tunus oldu. Onun dışında Arap Baharı’nın altından kanlı mezhep ve kimlik katliamları, Mısır’daki gibi askeri rejimler çıktı.
TUNUS’UN BAŞARISI
Tunus’un başarısının temelinde bizde bile yeterli düzeyde olmayan büyük bir meziyet var: Hem İslamcılar hem laikler oturup uzlaşabildiler. Bu dar anlamda “anayasa yapabilme”nin ötesinde felsefi bir gelişmedir.
İslamcılar, radikal siyasal İslamcıların “Hâkimiyet Allah’ındır” sloganına itibar etmediler, seküler nitelikli olan “hâkimiyet halkındır” maddesini kabul ettiler.
Laikler ise radikallerin “laikleştirme” sloganına itibar etmediler, liberal anlamda din ve vicdan hürriyetini kabul ettiler.
Anayasa’ya bir madde daha koydular: “Camilerin siyasete araç yapılmaması, tarafsız olması.” (mad. 6)
ANAYASA YAPMAK
Temeldeki felsefe radikalizmden sakınmaktır, gücü paylaşma anlayışı ve uzlaşma kültürüdür.
Tunus’ta İslamcıların bilge lideri Gannuşi de laik partiler de bu erdeme sahip oldukları için uzlaşarak elbirliğiyle anayasa hazırladılar ve kabul ettiler.
Öyle ki, Kurucu Meclis’te 12 ret oyuna karşı 200 oyla kabul edildiği için referanduma ihtiyaç duyulmadı.
Tunus demokrasisi devam ediyor; son seçimde laikler iktidara geldi.
İslam tarihinde ilk defa sivil uzlaşmayla anayasa yapıldığı için, 2015 Nobel Barış Ödülü, bu uzlaşmayı sağlamada çok etkili olan “Tunus Ulusal Diyalog Dörtlüsü”ne verildi: Tunus Genel İşçi Sendikası, Sanayi Ticaret ve El Sanatları Konfederasyonu, İnsan Hakları Birliği ve Barolar Birliği.
Sivil toplumun gücünü görüyor musunuz?
DİN-SİYASET AYIRIMI
Tunus’ta İslamcılarla laiklerin bu noktaya gelmesinin ardında elbette önemli fikri ve felsefi gelişmeler var.
Laiklerin liberal demokrasideki din ve vicdan özgürlüğünü, İslamcıların kamusal ve siyasal alanda varlığını ve özne olmalarını kabul etmeleri...
Bilge insan Gannuşi’nin “dini faaliyetleri ve siyasi faaliyetleri birbirinden ayırma” açıklaması... Bu, bir köşe yazısına sığmayacak derecede çok derin ve zengin bir birikimin ifadesidir.
Tarihte dinle siyasetin karıştırılmasının ne vahim sonuçlara yol açtığını çok iyi bilen Gannuşi, “Din artık siyasetin esiri olmayacak, siyaset de dini manüple etmekle suçlanamayacak” diyordu.
Raşid el Gannuşi kendisiyle tanışmak mutluluğunu ulaştığım büyük bir şahsiyettir. Bizim İslami çevrelerde de çok iyi bilinir. Fakat açıklamaları bizde kısa haberlerin ötesinde ilgi görmedi, sempozyumlara, müzakerelere konu olmadı.
‘DİNDEN SOĞUTMAK’
Bütün değerlere, bütün konulara siyaset gözlüğüyle bakınca ahlaki ve felsefi değerler siyasi önceliklerin gerisinde kalıyor; bu yüzden denetim ruhu kayboluyor.
İşte, siyaset salı günü grup toplantılarında bindirilmiş kıtaları coşturmak, miting meydanlarında hamaset yapmak haline geldi.
Siyasi mücadelelerde dini değerlerin kullanılmasından yakınan bir hanımefendi okurum, yazdığı yorumu şu cümle ile noktalamıştı:
“Temiz duygularla inandığımız dinimizden soğuduk!”
Bunu bir feryat gibi algıladım, içim acıdı.
Bunun vebalini bir düşünün!
Samimi dindar kalemler de “İnsanları dinden soğutmayın” diye yazıyor.
Gannuşi haklı; dini siyasallaştırmak dine de siyasete de zarar veriyor.
Paylaş