Paylaş
Solda “devrim”, sağda “dava” kavramları...
Bunlar öylesine büyülü kavramlardır ki, uğruna hukukun temel ilkelerini hiçe saymak az gelir, gerektiğinde can veririz, can alırız!
Devrim ve dava adına sadece pratik ihtiyaç halinde ‘kullanacağımız’ birkaç hukuk kavramı vardır. Onlar da iktidarda veya muhalefette olmamıza göre değişir.
DEVRİMCİLER VE HUKUK
Solcu hareketler içinde Bolşevik ihtilalinin hukuk açısından nasıl bir felaket olduğunu yazan Marksist solcularımız kimlerdir?!
“Burjuva hukuku”nun ne önemi vardı?!
Elbette merhum Mehmet Ali Aybar bu soruna neşter vurdu, zaten kendisi hukukçuydu.
Aybar ağırlığında başka kim?!
Türkiye’de Kemalist devrimin hukuk söylemi nedir? Laiklik, Medeni Kanun, kadın eşitliği...
Fakat “inkılap”ın anayasa görüşü ve anayasallığa verdiği önem neydi? Ya da önem veriyor muydu? Kuvvetler ayrılığını reddedip kuvvetler birliğini benimsemesi nasıl bir hukuki miras bıraktı, sonraki yılları nasıl etkiledi?!.
Bu hayati hukuk sorunlarını önemseyen merhum Bülent Tanör’ün yanına ikinci bir isim koyabilir miyiz?
‘Eski’ Anayasa Mahkemesi’nin 1999 yılında “Atatürk ve Hukuk” adıyla yayınladığı bir kitap var.
Kitapta tarım reformunu okuyabilirsiniz ama dönemin anayasaları,uygulamaları, yargı bağımsızlığı gibi konular yoktur; yayınlayan AYM olduğu halde.
MUHAFAZAKÂRLAR VE HUKUK
Bayar ve Menderes liderliğindeki Demokrat Parti’nin de aklına hiçbir zaman “kuvvetler ayrılığı” gelmedi. 1924 Anayasası’nın kuvvetler birliğine uygun yapısı işlerine de geldi.
Siyasi kültürümüzün çatışmacılığının yanında, kuvvetler ayrılığının bulunmaması da kavgayı kızıştırdı, feci akıbet malum.
27 Mayıs Anayasası kuvvetler ayrılığını benimsedi fakat merhum Ecevit’in “yargı devrimcilerin elindedir” diyerek tanımladığı militan bir yargı kadrolaşmasını yaptıktan sonra! Bu yargı hakemlik yapmadı, taraf olarak kavgayı kızıştırdı.
İslamcılar açısından baktığımızda, Sayın Ali Bulaç’ın şu tahlil ve eleştirisi önemlidir:
“İslam haktır, diğerleri batıldır, dolayısıyla yönetim mutlak olarak Müslümanların elinde olmalıdır diyenler, İslam imanının diğer inançlara üstünlüğünü bahane edip, gerçekte iktidarın kaynaklarını kendi tekellerine geçirmenin politik teolojisini yapıyorlar.” (Zaman, 5 Haziran 2014)
Böyle olduğu için açıkça İslam adına iktidara geldikleri hiçbir ülkede, “hukuk devleti” anlamında bir düzen kuramadılar.
Türkiye’de 2002’den sonra önemli hukuk reformlarını başaran muhafazakâr iktidar, kendi dönemlerinde 2010 referandumuyla oluşan ‘liberal’ Anayasa Mahkemesi’ni işlerine gelmeyince “darbe mahkemesi” diye suçlayabiliyorlar.
DEMOKRASİ İHTİYACI
Türkiye’nin gelişmiş ülke olabilmesi artık iki şarta bağlıdır:
Birincisi hukuk devleti olmak. Yurttaşların huzur ve güven içinde yaşaması için de yatırım için de bu şarttır. Hem TÜSİAD hem MÜSİAD bunu söylüyor.
İkincisi, teknoloji ihraç edebilir hale gelmek. Bugün ihracatımızda teknolojik ürünlerin payı yüzde 3’ten ibarettir; daha yukarılara çıkarmadan gelişmiş ülke olamayız. Bunu başarmanın şartı da eğitim ve yine hukuktur.
Halbuki benim de içinden geldiğim milliyetçi sağda da muhafazakâr sağda da “dava” kavramını kullanarak yaratılan hiyerarşik itaat kültürü hem hukukun üstünlüğü fikrinin gelişmesini hem yaratıcı düşünceler ortaya çıkıp serpilmesini önemli oranda frenliyor.
Elbette davalarımız, ideallerimiz, devrim tasavvurlarımız olacak. Ekmek, su gibi gerekli olan, hukuku üstün tutmak ve yeni fikirlere açık olmaktır.
Paylaş